27 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/29

Haklarımız, geleceğimiz ve emeğimiz için mücadeleye!
Kriz bu kez Erdoğan’ı teğet geçmeyecek
Düzen muhalefetinin sefaleti
Büyük Birader’in gözü üzerimizde
“Sağlıkta dönüşüm programının şiddet olaylarını çok arttırdığını biliyoruz”
“Torba yasada sağlık çalışanlarına dönük düzenlemeler yetersiz”
“OHAL ve başkanlık emeğe zararlıdır!”
DEV TEKSTİL imzaları bakanlığa gönderdi
Fabrika direnişleri ve sınıf dayanışması
Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
Siyonist rejim histeri-açmaz ikileminde
“Beyaz Baretliler” siyonist İsrail’de
Macron’un Fransa’yı sürüklediği karanlık ve sınıf mücadelesi
Maduro hangi sularda kulaç atıyor?
Berlin’de öğrenci-çalışanların grevi üzerine…
Yaşamı, uğruna ölecek kadar çok sevenlere...
Sınıf mücadelesinin minyatür hali Mata!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Krizin faturasını reddedelim;

Haklarımız, geleceğimiz ve emeğimiz için mücadeleye!

 

Günümüz Türkiye’sinde işçi sınıfı ve emekçiler ağır ve yıpratıcı çalışma koşulları içerisinde adeta cehennemi yaşıyor. İşçi sınıfının neredeyse tamamı açlık sınırında ücretlerle çalıştırılıyor. İşsizlik, yoksulluk, geleceksizlik ve güvencesizlik ortamı ise toplumun büyük bir kesimini kuşatmış durumda.

Gelinen yerde tüm bunlara Türkiye kapitalizminin yaşadığı ekonomik krizin ağır yükünü de eklemek gerekecek. Zira, sermaye ve onun demir yumruğu olarak hareket eden Erdoğan yönetimi, krizin acı ve ağır faturasını işçilere ve emekçilere ödetmek için her yol ve yöntemi deneyecektir. Orta Vadeli Program (OVP) adı altında gündeme getirilen uygulamalar ve TÜSİAD tarafından sık sık dillendirilen “yapısal reform paketleri” tam da krizin faturasını emekçilere kesmeyi hedefleyen bir dizi saldırıyı içerisinde barındırıyor. Sermaye lehine işgücü maliyetlerinin düşürülmesi, mesleki eğitim adı altında çocuk ve genç emeğinin üretim sürecine katılması, özelleştirmelere aralıksız devam edilmesi, kıdem tazminatı gibi işçi sınıfının elinde kalan son hak kırıntılarının ortadan kaldırılması söz konusu “yapısal reformların” öne çıkan başlıklarını oluşturuyor. Kriz koşullarının ağırlaşması durumunda ise, tüm bunlara işten atma saldırıları, çalışma saatlerinin uzatılması, ücretlerin daha da erimesi vb. eklenecektir.

Sermaye tarafından “istikrar” söylemi ile kodlanan bu sürecin, işçi ve emekçiler içerisinde sosyal sorunları derinleştireceği ise açık. Emek ile sermaye arasında çelişkilerin keskinleşeceği bu dönem içerisinde; sosyal sorunlar ekseninde mücadele dinamiklerinin olgunlaşacağını, sömürüyü dizginlemeye dönük emeğin korunması kapsamında taleplerin işçi ve emekçiler içerisinde daha geniş bir karşılık bulacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Sınıf devrimcileri şimdiden bu sürece yanıt verecek bir çaba ve konumlanış içerisinde olmalıdır.

Bu çabanın ilk halkasını emekçiler içerisinde “Krizin faturası kapitalistlere!” çağrısını yükseltmek, emeğin korunması kapsamında talepleri sınıf içerisinde yaymak, bu temel üzerinden ortaya çıkacak duyarlılık alanlarını birer mücadele mevzisine dönüştürmek oluşturuyor. TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’in Mart 2001 tarihli sayısında, kriz karşısında devrimci sorumlulukların altını çizen baş yazısında TKİP programı işaret edilerek şunlar ifade ediliyor: “Programımız sorunların kaynağını ve temel çözümünü vermekle yetinmemektedir. Saptanan temel devrimci hedefe bir anda ulaşılamayacağının açık bilinciyle, devrimci teorik ve stratejik konumunu ve bakışaçısını, bu temel hedefe zaman içerisinde ulaşmayı kolaylaştıracak ve olanaklı kılacak devrimci bir taktik hatla da birleştirmektedir. Programımızın ‘Acil Demokratik ve Sosyal İstemler’ ile ‘Emeğin Korunması’na ayrılmış bölümleri de işte bu işlevi görmektedir, bu amaca yöneliktir...

Krizin bugünkü yıkıcı etkileri ve sermayenin onu izleyen saldırıları karşısında, teorik ve stratejik bölümleriyle organik bir bütünlük içerisinde kavranmak kaydıyla, programımızın taktik bölümleri işçi sınıfının ve emekçilerin elinde gerçek birer silahtır. Bu bölümler, partimizin şu günlerde yükselttiği ‘Krizin faturası kapitalistlere!’ şiarının somutlanmış bir çerçevesini de vermektedir. Burada tek bir istem gösterilemez ki, krizin yıkıcı etkileri ve IMF’nin yeni saldırı programı karşısında, işçi sınıfının ve emekçilerin bugünkü can alıcı istemlerine ve çıkarlarına denk düşmüyor olsun. İş gününden vergi sorununa, asgari ücretten parasız eğitim ve sağlığa kadar bu böyle. Aynı şekilde, dış borçların iptalinden temel demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması istemine kadar bu böyle.”

Krizin ve onun yarattığı ağır sorunların gerisinde yer alan kapitalist sistem gerçeğini her yönüyle ve boyutuyla işçi ve emekçilere anlatmak, kriz koşullarında yürütülecek siyasal çalışmanın bir diğer kritik halkasını oluşturuyor. Bu görev hakkıyla yerine getirilemez ise, taktik mücadele alanında ne kadar mesafe alınırsa alınsın sınıf hareketini devrimcileştirmek ve nihai hedef ekseninde birleştirip harekete geçirmek mümkün olmayacaktır.

Bu bağlamda, aynı baş yazının diğer bir bölümünde kriz üzerinden işçi ve emekçilere anlatılması gereken gerçekler şu sözlerle özetlenmektedir: “İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıf egemenliği, bu egemenlikten ayrı düşünülemeyecek olan emperyalizme kölece bağımlılık, yapısal krizlerin, bu krizlerin ürettiği sonu gelmez faturaların, bu faturaların işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamında yarattığı ağır yıkımların temeldeki gerçek nedeni ve dolayısıyla sorumlusudur. Birbirini izleyen krizlerle iflası belgelenen tam da Türkiye kapitalizmi, onun sınıfsal-siyasal düzenidir. Bu sınıf egemenliği sistemi yıkılmadıkça ve onun dayandığı emperyalist kölelik zincirleri parçalanmadıkça, krizler ve emekçilere ödetilen faturalar birbirini izleyecektir. Bunun emekçilerin yaşamında ağır yıkımlara dönüşmesi ise, ancak sınıf mücadelesinin gücüyle şu veya bu ölçüde sınırlanabilecektir, fakat her halükarda ortadan kaldırılamayacaktır.”

***

Azgın sömürü koşulları karşısında bunalan, sosyal sorunları her geçen gün derinleşen işçi ve emekçiler içerisinde hoşnutsuzluğun gün be gün büyüdüğü açık. Bireysel anlamda çıkışsızlığın örneği olan intihar girişimleri, fabrikalarda yaşanan tekil örgütlenme deneyimleri ve direnişler bu gerçeğin güncel verileri. Önümüzdeki dönemin daha büyük patlamalara gebe olduğunu söylemek ise yanlış olmayacaktır.

Burjuvazi ve onun demir yumruğu Erdoğan yönetimi de bu öngörü ile hareket ediyor, hazırlıklarını buna göre yapıyor. 2015’te patlak veren metal hareketinin hemen öncesinde “işçi eylemleri radikalleşiyor” tespiti yapan AKP iktidarı sert sınıf mücadelelerine dönük nasıl hazırlandığını OHAL döneminde devreye soktuğu grev yasaklarıyla, hak arama eylemlerinde estirdiği polis terörüyle, temel hak ve özgürlüklerin hiçe sayılmasıyla göstermiş oldu. Bugün ise faşist tek adam rejimi ile bu uygulamaları kurumsallaştırmış durumda.

Verili koşullar krizin faturasını ödemeyi reddeden, sokağa çıkan ve mücadeleye atılan sınıf bölüklerinin sert bir döneme hazırlanması gerektiğini gözler önüne seriyor. Dahası, ekonomik-sosyal talepler için verilecek mücadelenin grev yasaklarına, söz, basın, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldıran uygulamalara ve her türden gerici-faşist saldırıya karşı verilecek mücadele ile birleştirilmesini zorunlu kılıyor. Gelişmelere bu geniş perspektif üzerinden bakmak, günün görevlerine devrimci programın taktik yaklaşımları üzerinden sarılmak ve güçlü fırtınalara hazırlanmak ise ertelenemez bir görev olarak önümüzde duruyor.