21 Şubat 2014
Sayi: KB 2014/08

Greif işçilerinin davası kazanacaktır!
Greif işçileri: Ayak oyunlarınız boşa,
mücadele azmimiz zaferi getirecek!
DİSK’i kuran ruh Greif’ta!
DİSK’in Greif ziyaretinden yansıyanlar
Direniş kapıya dayanınca...
Birleştik ve direnişin kalesi yarattık!
Greif’te direnişin yaratıcılığı: Sınıf sahnede!
Greif’in işgalci kadınları...
Tariş’ten Greif’a dal Budak salan ihanet!
Türk-İş mitinginden yansıyanlar
BDSP 2014 yerel seçim bildirgesi
BDSP: Seçimlerde devrime çağıracağız!
Bir burjuva partisi, bin koltuk kavgası
Sansürü koyulaştırma yasası
Yerel seçim süreci ve kadınlar
Carrefour’da adım adım taşeronlaştırma
Enerji tekelleri için
Kıbrıs sorununa “çözüm”
“Çözüm süreci”nin son perdesi
Venezuela’da
karşı-devrimci çeteler işbaşında
Kuraklık kapıda!
Denizbank’a müşteri olmayacağız!
Gençliğin geleceği işçi sınıfı saflarında!
“Sizleri umutla takip ediyoruz”
Adana’dan Greif işçilerine selam…
Greif’ta işçi demokrasisi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Greif direnişinin mimarlarından Orhan Purhan:

Birleştik ve direnişin kalesi yarattık!

 

Greif’in öncü işçilerinden, DİSK Tekstil Fabrika Baştemsilcisi Orhan Purhan’la örgütlenme sürecinden başlayarak sürmekte olan direnişe kadar pek çok konu üzerine ayrıntılı bir sohbet yaptık.

Adım adım ağırlaştırılan çalışma koşulları

Greif iplikten başlayıp dokumasından kesime dikimine koca bir kombine, entegre bir tesis. ‘96’dan 2000’e kadar sendikalı ve bir takım sosyal hakları olan bir fabrikayken 2000’de sendikanın gönderilmesiyle taşeronlaştırmaya gidilmiş, arkasından da performans değerlendirmesi, düşük ücretlerle yoğun ve tempolu çok ağır çalışma koşulları dayatılmış. Öyle ki, taşeron öncesinde iki üç kişinin yaptığı işi taşeron sonrasında tek kişiye yaptırmaya başlamışlar. Öte yandan, öyle bir çok parçalı taşeron sistemi oluşturulmuş ki, bir kişinin adına iki taşeron firma var bazı bölümlerde. 2000’den bugüne kadar bir sürü sorun yumak gibi büyümüş.

2009’dan itibaren Sunjüt’ü bütün fasonlarıyla birlikte Greif şirketi alıyor. Greif Amerikan menşeli büyük bir tekel. Çoğunlukla Kuzey Amerika olmak üzere, dünyanın birçok yerinde sanayi ambalajları üreten bir tekel. Metalden ahşaba, kumaştan plastiğe kadar tüm ambalaj çeşitlerinde tekel konumunda. Türkiye’de de 4 firmayı, 2 Ünsa ve 2 Sunjüt işletmesini birden alarak ülkeye giriyor. Greif’in burayı almasıyla beraber temel bölümler kadroya alınıyor. Onun dışında kalan birçok bölüm taşeronda kalıyor. Geçiş sürecinde işçilere birtakım kağıtlar imzalatılıyor. Hiçbirinin tazminatları, sosyal hakları hak edişleri üzerinden hesaplanmıyor. Ayrıca 6-7-9 yıllık işçiler asgari ücrete yakın bir ücretle Sunjüt’e geçiriliyor. Uzun bir süre Sunjüt’e geçmelerine rağmen ücret zammı da vermiyorlar. Bunun yanında daha planlı bir performans dayatması yapılıyor. Makinaların teorik hızlarına göre hesaplar yapılıp işçilerin o sayıları çıkarmaları isteniyor. Bununla ilgili baskılar, tehditler yapılıp cezalar uygulanıyor.

Planlı ve disiplinli örgütlenme süreci

Örgütlenmenin asıl kıvılcımı da bu performans dayatmalarıyla çakıldı. Bir bölüm üzerinden oluşan bu baskılar, bizi karşı bir tepki olarak örgütlenmeye sevk etti. Bu bölüm üzerinden oluşturduğumuz komite ile birlikte bu soruna karşı bir mücadele başlatalım dedik. İlk örgütlülük böyle başladı. Bölüm olarak bir toplantı yaptık dışarıda. Orada şef ve vardiya amirlerinin bizlere karşı olan üslubunu değiştirmesini sağlamak üzere karar aldık. Yönetime giderek üzerimizdeki performans baskılarına son verilmesini istedik. Neticede bu çabamız sonucu bölüm şefinin işten çıkarılmasını sağlayarak biraz da olsun o baskıyı azalttık.

Sonuç aldıkça işçilerin kendilerine güveni arttı, bir takım sıkıntılar da azaldı. Arkasından bölümde bir komite kurduk. Yaşadığımız sorunların sadece bölüm şefinin işten çıkarılmasıyla çözülemeyeceğini konuştuk. Buradan yola çıkarak diğer bölümlerle fabrikadaki sorunların çözümü için bir çalışma başlatalım dedik. Diğer bölümdeki arkadaşlarla ufak çapta toplantılar yaptık. Onlara fabrikadaki sorunları ve yaptıklarımızı anlattık. Yaptıklarımızın önemli olduğunu ama ücret ve diğer sorunları çözmek için yeterli olmadığını da ekledik. Paylaşıp tartıştık ve bölümler üzerinden komite kurma fikri ortaya çıktı.

Fabrikada 14 tane bölüm var. Bunların 6 tanesi fason diğer 8’i kadrolu işçilerin çalıştığı bölümler. Biz ilk başta kadrolu işçilerin çalıştığı bölümlerde işe başladık ve üçer beşer kişilik komiteler kurduk. Bu bölüm komiteleri olarak sorunlarımızı tartıştık, periyodik toplantılar yaptık. Bunun üzerinden bir fabrika komitesi oluşturduk. Fabrika komitesinde bölümlerin yaşadığı özgün sorunlara karşı neler yapabileceğimizi konuştuk, bölüm komitelerinde de tartıştık.

Komite için ilk başta çok alternatifimiz yoktu. Bazı insanlar üzerinden de yanıldık. Bazı bölümlerde doğal öncüler vardı ama bu bütün bölümler için geçerli değildi. Bazı bölümlerde çok zorlandık ama neticede bütün bölümlerde komiteleri kurduk ve işler hale getirdik.

Bölüm komitelerini kurduktan sonra fabrikadaki sorunları tartışarak bir yandan da eğitim çalışmalarımızı başlattık. Bu çalışmalarda bu sorunları nasıl aşabileceğimizi, Türkiye’deki işçi hareketini, sendikaları tartışmaya başladık.

Fabrika komitesi sitemli toplantılarla durum değerlendirmesi yapıp planlı bir çalışma hedefiyle hareket etti. Fabrika komitesinde yaptığımız eğitim çalışmalarıyla da bu süreci en iyi şekilde işletecek bir ekip kurmak istedik. Eğitim toplantılarının yanı sıra geniş toplantılar, bölüm toplantıları yaptık. Bölüm toplantılarında da geniş katılımlı eğitim çalışmaları yaptık.

Çalışma başladıktan yaklaşık 4 ay sonra sendika üyeliklerini başlattık, bu 7. ay zam döneminde oldu. Daha önce zam dönemlerinde de pek çok işçi bireysel tepkilerle işi bırakıp gitmişti. Bu zam döneminde de büyük bir tepkinin doğacağını biliyorduk ve döneme iyi bir hazırlık yaparak bölüm komitelerinin güçlendirilmesini ve genişletilmesini kararlaştırdık. Her şey planladığımız şekilde oldu. Zam döneminden sonra büyük bir tepki oldu. O tepki içerisinde sendikal örgütlülük hızla gelişti. Bu aynı zamanda bölüm komiteleri genişledi, eğitim çalışmalarımız hızlandı.

Sistematik eğitim çalışması

Eğitim çalışmalarında özellikle iki konu üzerinde durduk. İlk olarak işçi sınıfının tarihsel geleneğini anlattık. Sendika, grev, TİS hakkının nasıl kazanıldığını, işgalleri, grevleri, direnişleri sürekli işledik. Bununla beraber çok büyük bir sorun olan sendikal bürokrasiyi ve çürümüşlüğü ele aldık. Komite toplantılarının dışında geniş katılımlı toplantılarda da bunu anlattık. Sendikaların aslında bizlerin birer mevziisi olması gerektiğini, fakat sendika ağalarının bugün oraları ele geçirdiklerini ve oraları bir basamak olarak kullandıkları bilincini oluşturduk.

Çünkü bu fabrikada 44 taşerona rağmen bir örgütlülük oluşturup patrona diz çöktürüp TİS masasına oturtacaksak çok ciddi bir örgütlülük oluşturmamız şarttı. Bir taraftan bunu yaparken sendikal ihanete karşı da önden bir hazırlık yapmak gerekiyordu. İşte bu bilinçle işçi arkadaşlarımızı hazırladık. Öte yandan bütün meselenin taban örgütlülüğümüze, bölüm komitelerinden başlayarak işçilerin inisiyatifine dayandığını hep söyledik. Öte yandan kadrolu işçilerle yaptığımız toplantılarda sadece kadrolu işçilerin örgütlenmesini değil buradaki taşeron sistemini anlattık. Taşeron var olduğu sürece kazanılmış hiçbir hakkın güvencesinin olmayacağını gösterdik. Bu konuda da fabrika komitesi olarak taşeron işçileri yetkimizi aldıktan sonra örgütlenmenin parçası yapıp sendikalaşmalarını sağlama kararını aldık.

Saldırıya karşı direniş birliği pekiştirdi

İşte bu süreç bizi 8 Kasım’daki yetkinin geldiği aşamaya kadar götürdü. 8 Kasım’da yetki başvurusu geldiğinde patronun doğrudan bir saldırısıyla karşılaştık. Bu saldırıyı aslında bekliyorduk. Yetki başvurumuzu 228 kişiyle yapmıştık. 800 kişilik hatta 1500 kişilik bir fabrikada 44 taşeronun olduğu bir yerde yetki başvurusu yapıyorsanız patronun bunu kolay kabul etmeyeceğini biz de biliyorduk. Bu nedenle fabrika komitesini genişleterek çok geniş bir direniş komitesi kurduk. İşten atma saldırısı olduğu taktirde alacağımız tavrı önceden planladık. Aksi takdirde buradaki örgütlülüğe yönelik çok ciddi bir saldırı olacak ve asla kazanamayacaktık.

8 Kasım’da bir arkadaşımız üretim daralması bahanesiyle saat 10.00’da işten çıkarıldı. Eğer saldırı örgütlülüğümüze dönük bir saldırı ise buna yanıt verecektik. Saat 10.30 gibi direniş başladı. Daha önce planladığımız için bir kargaşa olmadı. Kısa bir görüşmenin ardından işi durdurduk. Bütün bölümlerin temsilcileri, bölüm şeflerinin yazıhanesinin önünde toplanarak yönetimle görüşmek istediklerini arkadaşlarının bir an önce işe alınmasını, aksi halde işe başlamayacaklarını söyledi. Eyleme bölümlerdeki katılımı en üst seviyede sağladık.

Yönetimle görüştük. Onlar da bize daralma gerekçesi sunarak sendikal örgütlülüğe saldırı olmadığını söylediler. Bunun böyle olmadığını işçilere anlattık. 7-3 vardiyası işyerini terk etmedi. Akşam 18.30’a kadar fabrikayı terk etmedik. Yönetim bizi bölmek için ilk girişimini, bir bölüme “diğer bölümler işbaşı yaptı siz de yapın” diye yalan söyleyerek yaptı. Biz de bütün bölümlerle o bölüme gittik ve bu yalanı teşhir ettik. Sonrasında arkadaşımız işe geri döndü. Bununla beraber yetkiye itiraz edilmeyecek şartını da koyduk. Yani öyle bu işi mahkemeye bırakmadık, direnişle çözdük. Bu kazanımla birlikte aramızdaki birlik beraberlik ve güven daha da üst düzeye çıktı. Ayrıca taşeron işçilerin de örgütlülüğe güveni arttı. Taşeronlarda da hızlı bir örgütlenme başlattık. 5 gün gibi kısa bir sürede 8 taşerondan 158 arkadaşımızın yüzde 90’ı sendikaya üye oldu.

Sendika yönetimine rağmen TİS sürecine tabandan hazırlık

Daha sonra TİS süreci başladı. Direniş komitemizi TİS komitesine dönüştürdük. Bu komitede taleplerimizi tartıştık, anketler yaptık. Bütün bölümlerde bir çalışma yürüterek kimin kaç yıl çalıştığını ne kadar ücret aldığını belirledik. Bunlar üzerinden bir taslak hazırladık. Taslağımız geniş bir fabrika toplantısıyla herkesin onayına sunuldu ve kabul edildi. Bu TİS komitesini yaşanabilecek tıkanmaya karşı yine bir direniş komitesi olarak bölüm bölüm örgütleyerek ihtiyaca göre şekillendirdik.

Sendikanın da bir TİS toplantısı düzenleyeceği söylendi. Sendikadaki ilk görüşmemize Ünsa temsilcileriyle katıldık. Taslağı sendikayla tartışacaktık fakat Genel Başkan gelmediği için sürekli ertelendi. Sonra Ünsa ile taslağın birleştirilmesi önerildi. Arada çok ciddi fark vardı. Bunu kabul etmedik. Sendika yöneticileri taslağımızı “hayalci” olarak nitelendirdiler. Biz “bunun pazarlığını burada değil görüşme masasında yapacağız” dedik.

Aslında yetkimizin ne zaman geldiği, TİS başvurusunun ne zaman yapıldığı bunlar bizim için hep sıkıntı oldu. Çünkü sendikadan hep çelişkili yanıtlar aldık. İlk görüşme tarihi açıklandıktan sonra 15 gün süre verildi. İki ay beklendikten sonra yani. Buna tepki oluştu fabrikada, görüşmenin daha kısa bir sürede yapılmasını istedik. Üretimi yavaşlattık, mesaiye kalmadık. 3-4 saatlik iş yavaşlatma sonunda görüşme 17 Ocak’tan 9 Ocak’a alındı.

TİS süreci nasıl tıkandı, son görüşmede neler oldu?

Görüşmelerin hiçbirine genel başkan katılmadı. 4 görüşme sonucunda 66 maddelik taslağın 56 maddesi geçti. Son on maddesi kaldı. On madde için iki toplantı yaptık ama anlaşamadık. Bu maddeler içinde kırmızı çizgimiz dediğimiz kararlar vardı. Taşeron, 4 ikramiye ve ücret artışı...

Buna karşı bize talebimizin çok altında bir teklif sunuldu. Fabrikada çalışan bütün arkadaşlarla bir toplantı yaptık. Toplantıda taviz vermeme ve talepleri savunma, gerekirse bedel ödeme kararı alındı.

Tüm bu kararları alırken ise sendikadan da herhangi bir yardım ve destek beklemedik. Kendi inisiyatifimize ve gücümüze güvenerek haklı ve meşru bir mücadele yolunu izleyeceğimizi ortaya koyduk.

Neticede yaptığımız toplantıda mesaiye kalmama, üretimi yüzde 50 düşürme ve yemek yememe kararı aldık. Biz yönetim başka bir teklifle karşımıza çıkar diye beklerken onlar bize rest çekti. Böylelikle kırılacağımızı düşündüler. Fabrikayı kapatmakla tehdit ettiler. Bu tavra karşı biz de çok net biçimde tavrımızı ortaya koyduk.

Uzlaşma sağlanamayan 10 madde için bir toplantı daha yapıldı. Bu toplantıda ilk defa toplantıya katılan genel başkanla ciddi bir fikir ayrılığına düştük. Ara verildiğinde Budak bu arada bize taleplerimizin hayal olduğunu, böyle bir şeyin Türkiye’de olmadığını söyledi. Biz de onu bir kez daha uyardık. Ne istediğimizi, neyle savunacağımızı, arkasını neyle dolduracağımızı bildiğimizi söyledik, örgütlülüğümüzü anlattık. Gücümüzü, haklılığımızı anlattık anlamadı.

Aradan sonra Budak bu tutumumuzun aksine, “kesinlikle grev düşünmüyoruz, üretimin sürekli olmasını ve hiçbir işyerinin kapanmamasını, sanayinin gelişmesini savunuyoruz. Disiplinli nitelikli bir iş olmasını istiyoruz. Hiçbir yabancı sermayenin buradan kaçıp gitmesini istemeyiz, onları da buradan kaçırmamalıyız” dedi. Bizi de suçlayarak “bazı arkadaşlar bunu yokuşa sürüyor, ama biz sendika olarak asla bunu düşünmüyoruz, bizim vicdanımız tatmin olduğu oranda TİS’i imzalarız” dedi.

Bunları söyleyerek karşı tarafın yumuşayacağını düşündü ama aslında onları cesaretlendirmiş oldu. Onlar da aynı şekilde rest çekmeye devam ettiler. “Bizim teklifimiz budur” dediler, “ya imzalarsınız ya da kapatırız herkesin tazminatlarını veririz” dediler. Bu da Budak’a tokat gibi bir cevap oldu. Bunun üzerine şube başkanı “uyuşmazlık tutanağını tutup tek taraflı verelim” dedi. Biz de karşılık olarak “siz tutanağı tuttunuz, biz de yapmamız gerekeni yapacağız” dedik. Şube başkanı zaten bunlardan haberdardı, anlatmıştık. Bu arada patron tarafı ise “ben gidip fabrikadaki bütün işçileri toplayacağım, ben bunları verdim temsilcileriniz kabul etmedi. Bu kadarını kabul eden çalışır etmeyen çeker gider” diyerek gözdağı vermeye devam etti.

Direnişi başlattık, ihaneti gördük...

Biz de ordayken komitedeki arkadaşları durumdan haberdar ettik. Yönetimin toplantı talebinin kabul edilmemesini bildirdik. Toplantı çağrısına kimse katılmadı. Biz gidene kadar iş yavaşlatma eylemi devam etti. Fabrikaya geldikten sonra planladığımız şekilde direnişimiz başladı.

Açıklamamızı yaptık. Güvenlik, gözcü gibi ekiplerimizle harekete geçtik. Özel güvenliği çıkarıp oradaki denetimi ele aldık. İçerde bulunan üye olmayan insanlara ya bize destek olmalarını ya da fabrikayı boşaltmalarını istedik.

Şube başkanı da fabrikaya geldi. Eylemin fiili-meşru ve haklı bir eylem olduğunu, şube olarak da desteklediklerini söyledi. Fakat DİSK Tekstil’in internet sitesinde yaptığı yazılı açıklamayı bu sırada fark ettik. Ona sorduk, “benim haberim yok” dedi. Biz de bunun düzeltilmesini istedik, “halledeceğim” dedi, halledemedi. Sabah yine fabrikaya geldiğinde neden bunun düzeltilmediğini sorduk. O da “bir arkadaşla birlikte sendikaya gidelim” dedi. Biz bunu kabul etmedik “siz gidin çözemezseniz biz kendimiz gideriz” dedik.

Yeni bir yazı daha koydular, biz de DİSK Tekstil’e gittik, fakat kimseyi bulamadık. Biz de DİSK Genel Merkezi’ne giderek Arzu Çerkezoğlu ile görüştük. Fakat o da “DİSK Tekstil’in iç işlerine karışamayız” dedi. Fakat kararlılığımız sonucu o yazı kaldırıldı.

Fakat sendika yönetimi gerçek anlamda bu eylemi direnişi sahiplenmediği için fabrikaya bir kez dahi gelmedi. Bu arada bu tutumunu da çeşitli basın organları üzerinden savunmaya devam etti.

Bu arada sendikayla bağı olan işverenle görüşen içimizden bir kişinin, sonrasında direnişi kırmaya, süreci baltalamaya yönelik bir çalışma içerisinde olduğunu tespit ettik ve fabrikadan çıkardık. Aynı süreçte herkesin telefonuna tehdit mesajları geliyordu. Tepkimiz üzerine sendika patronun yazdığı bu yazıyı kınadı.

Direniş bir okul oldu

Toparlayacak olursak, ilk günden bu yana, toplantılarla eğitim çalışmalarıyla adeta bir okul gibi çalışarak sağlam bir taban örgütlenmesi yarattık. İşte bugüne gelmemizin ve bugün hemen her saldırı manevrasını boşa çıkaran gücümüzün kaynağı da bu oldu.

İlk başlarda belki bu birtakım sosyal hakların mücadelesi olarak başladı. Ancak direnişin bu kısa süreci içerisinde dört ayda aldığımız mesafenin dört katını aldık. Dışarıda gelen ziyaretçiler, gösterilen dayanışma buradaki işçilerin gelişimine çok büyük bir katkı sağladı.

Daha önce işçilerin birçoğuna farklı şekilde anlatılan kesimlerin sabaha kadar fabrikanın önünde beklediklerini gördükçe, o insanların yağmurda soğukta kendisine destek olduklarını gördükçe önyargıların birer birer kırıldığını gördük. İşçi arkadaşlar bu süreçte dostlarını, düşmanlarını gördüler, tanıdılar. Yapılan tüm karalamalara karşın desteğe gelenleri savunuyor ve yanlarında duruyor, paylaşıyorlar. Bunu kapılarını açarak gösteriyorlar.

Şu an yaşadığımız fabrika sınıf kimliğinin ve bilincinin geliştiği bir okul durumunda. İşçiler artık bu meselenin ekonomik talepler dışında sınıfın bir mücadelesi olduğunu kavramış durumda. Asla üç beş kuruşluk ücret pazarlığı ile bu sürecin bitmeyeceğini, bunun bir onur meselesi olduğunu biliyor ve sonuna kadar götürmeye kararlılar.

Süreç devam ediyor ve zaferle sonuçlandığı oranda nasıl bir tablo ortaya çıkar? Hep birlikte göreceğiz.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 
§