21 Şubat 2014
Sayi: KB 2014/08

Greif işçilerinin davası kazanacaktır!
Greif işçileri: Ayak oyunlarınız boşa,
mücadele azmimiz zaferi getirecek!
DİSK’i kuran ruh Greif’ta!
DİSK’in Greif ziyaretinden yansıyanlar
Direniş kapıya dayanınca...
Birleştik ve direnişin kalesi yarattık!
Greif’te direnişin yaratıcılığı: Sınıf sahnede!
Greif’in işgalci kadınları...
Tariş’ten Greif’a dal Budak salan ihanet!
Türk-İş mitinginden yansıyanlar
BDSP 2014 yerel seçim bildirgesi
BDSP: Seçimlerde devrime çağıracağız!
Bir burjuva partisi, bin koltuk kavgası
Sansürü koyulaştırma yasası
Yerel seçim süreci ve kadınlar
Carrefour’da adım adım taşeronlaştırma
Enerji tekelleri için
Kıbrıs sorununa “çözüm”
“Çözüm süreci”nin son perdesi
Venezuela’da
karşı-devrimci çeteler işbaşında
Kuraklık kapıda!
Denizbank’a müşteri olmayacağız!
Gençliğin geleceği işçi sınıfı saflarında!
“Sizleri umutla takip ediyoruz”
Adana’dan Greif işçilerine selam…
Greif’ta işçi demokrasisi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Greif işçilerinin davası kazanacaktır!

 

Greif’in yürekli işçileri çıktıkları yolda inanç ve kararlılıkla yürümeye devam ediyorlar. Şimdiden sınıf hareketi tarihine geçecek bir büyük deneyim yarattılar. Direnişin gücüyle ciddi engelleri aşarak, çok önemli maddi ve moral kazanım elde ettiler. Sınıf mücadelesinde bundan sonra daha büyük gelişmeler için sağlam bir dayanak noktası yarattılar. İşçi sınıfının yıkıcı, yaratıcı ve devrimci potansiyellerinin görünmesine vesile oldular. Yaptıklarıyla kanıtladılar, tarih bilgisi ve devrimci teorinin yıkmakta zorlandığı geri düşünme ve davranma kalıplarını her anı büyük derslerle dolu direnişleriyle yıkmayı başardılar. Üstelik bunu da, büyük ölçüde devrimci mevziler dışına, işçi sınıfının maddi ve kurumsal birikimlerinden uzak yaptılar. Elbette bunun olması, devrimci gelişmenin doğasına uygundur. Değişim bir kez daha kurulu düzenin içinden, onun eskiyen ve enerjisini kaybetmiş, düzenini kurmuş unsurlarından değil, dışından gelecekti. Öyle de oldu. Bunun için yıllardır bu düzen içerisinde sınıf mücadelesi, özelde ve daha çok da sendikaların hali konusunda ahkam kesen, ama gerçekte mevcut düzenin bir parçası olan kravatlı takımı, alışılmadık bir dil ve mücadele tarzıyla karşılaştıkları Greif direnişçilerinden ürküyorlar.

Elbette Greif işçileri pekçok bakımdan henüz yolun başında ve onların omuzlarına yaslanarak sınıf mücadelesinin devasa sorunlarının üstesinden gelmek pek mümkün değil. Ama can çekişen eski düzen yıkılmaya mahkumdur. Greif direnişçileri, bu düzeni sırtlarında taşımaktan bıkmış, homurdanmakta olan, ama nasıl yapacağını bilemeyenleri cesaretlendirmiş, ilham vermiştir. Bunun için Greifler çoğalacak ve Greif’in davası mutlaka kazanacaktır.

Engelleri yıkmak için kesintisiz mücadele!

Greif’in tarihsel anlamı ve geleceği ile ilgili söyleyeceklerimizi burada bırakalım. Bu kadarı gelişmenin değeri ve yönü konusunda bakışımızı, buradan gelen inanç ve güvenimizi ortaya koyuyor. Fakat kavga sürüyor, mevcut olanı kazanmadan, onun sorunlarıyla boğuşmadan hiçbir dava kazanılmıyor. Bunun için dikkatimizi direnişin bugünkü sorunları ve önündeki bazı engellere toplamalıyız. Burada da özellikle bu bakımdan önemli gördüğümüz bazı noktalar üzerinde, özellikle de direnişin devrimci enerjisini soğutmak, onun yaydığı düşüncelerin işçi sınıfının geniş bölükleri içerisinde yayılmasını engellemek için ortaya çıkarılan bilinçli ve hesaplı engeller üzerinde durmak istiyoruz.

Bu engelleri çıkaranlar özellikle, direnişin yaratttığı hafızaya yönelebiliyorlar. Gelişmelerin hızı içerisinde geride bırakıldığı sanılan pekçok önyargı eski düzenin sahipleri tarafından yeniden inşa ediliyor. Bunlar özellikle sürecin neden sonuç ilişkisi içerisindeki iç örgüsünü koparmaya oynuyorlar. Çoğu zaman yerleşik önyargılar ve çıkarlar öyle gerektiği için gerçekler, nasıl görülmek isteniyorsa ona uyarlanabiliyor. Bunun için bütün parçalanıyor, neden-sonuç bağı kopartılıyor, gösterilmek istenen gösteriliyor, hazır düşünme kalıpları dayatılıyor. İşte tam da bu türden hamleleri gördüğümüz için Greif’te yaşananlarla ilgili, özellikle işgalin başlangıç aşamasına ilişkin bilgilerimizi tazelemekte fayda görüyoruz.

Fiili-mücadele yolu bilinçli bir tercihtir!

En baştan başlayalım. Greif’te mücadelenin fabrika işgaline dönüştürülmesinin tüm sorumluluğu fabrika komitelerinin önderliğinde mücadele eden işçilere aittir. Öyle ki işçilerin sendika yönetiminin diş geçiremediği fabrikadaki örgütlü işçi inisiyatifi süreci, tam da bilinçli ve hedefli bir biçimde, elbette kazanmak için bu noktaya getirmiştir. Greif fabrika örgütlenmesi bundan ne pişmandır, ne de gelinen yerde sendika yönetimlerinden aman dilemektedir. İşçiler ortaya koydukları mücadele gücü ve inisiyatifiyle tok bir kazanma iradesi ortaya koyuyorlar, sendika yönetimlerinden yardım dilenmiyorlar, zaten bugüne kadar da daha çok köstek olmamalarını sağlamaya çalıştılar. Elbette bunun yanında da sendikanın imkanlarını direniş için kullanmak istiyor, sendikal örgütlülüğün içerisinde bulunan sınıf kardeşlerinin dayanışmasını bekliyorlar.

TİS sürecine gelelim. Örgütlenme süreci tamamlanıp yetkinin alınmasından sonra başlayan TİS sürecine en başından itibaren işçilerin inisiyatifi damgasını vurmuştur. Haklı ve meşru gördükleri taleplerinden oluşan bir TİS taslağı belirlemiş ve sendikanın önüne koymuşlardır. Taslakta yer alan “Taşeronlaştırmanın kaldırılması” talebini gören Rıdvan Budak’ın tepkisi, “bu talepleri kazanmak hayal” diyerek, daha baştan onu reddetmek olsa da, işçiler taslakta herhangi bir değişiklik yapılmasına izin vermemişlerdir. İşte bu TİS taslağıyla işyeri temsilcilerinin de katıldığı görüşmelere geçilmiştir.

Görüşmeler beklendiği gibi ücretler ve sosyal haklarla birlikte taşeronlaştırma konusunda tıkanmıştır. Greif’te işyeri temsilcilerinin de katıldığı TİS görüşmelerinde, Greif yönetimi işçilerin taleplerini kabul etmemiş ve geri adım atmayacağı yönünde kesin bir kararlılık ortaya koymuştur. Bunun üzerine işçilerin iki seçeneği vardı. Ya uzun, bıktırıcı ve Greif yönetimine zaman tanıyacak yasal TİS prosedürünü bekleyeceklerdi ya da fiili eyleme geçerek Greif yönetimine taleplerini kabul ettireceklerdi. İlk yol Greif ve sendika yönetiminin tercih ettiği yoldu. Ancak bu yolun işçilere kazandıracağı pek fazla bir şey yoktu. İşçiler bunun için kendi inisiyatifleriyle ikinci yolu, yani fiili-meşru mücadele yolunu seçtiler ve işgal eylemine başladılar.

Asıl sorun direniş kırıcılığıdır!

Bu aşamada DİSK Tekstil yönetiminin işçilerin inisiyatifini tanımayarak kamuoyu önünde direnişe karşı tutum alması, sendika yönetimiyle işçileri sert biçimde karşı karşıya getirmiştir. Çünkü işçiler, mücadelede inisiyatif alırken sendika yönetimi, bu aşamada bu tutumuyla objektif olarak grev kırıcı bir pozisyona düşüyordu. İşte bu nedenle de direnişçi işçilerin hedefi oldular, işçiler bu grev kırıcı tutumu geri aldırmak için DİSK’in kapısına kadar gittiler. Tekrarlayalım, eğer DİSK Tekstil yönetimi, işgal eylemi başladıktan sonra kendisini objektif olarak grev kırıcı konuma sokan tutumu almamış olsaydı, işçilerin tepkisi de bu en başta böylesine sert olmayacaktı.

Baskıları sonuç verdi ve DİSK Tekstil yönetimi en azından bu direniş kırıcı tutumundan vazgeçmek zorunda kaldı. Ama işte böylelikle de sendika yönetimiyle işçiler arasında büyük bir uçurum da açılmış oldu. Üstüne de inisiyatiflerinin aşılmış olması ve işçilerin iradelerine boyun eğmeyi reddetmeye devam etmesi karşısında sendika yönetimi, sendikanın kapılarını fiilen işçilere kapattı.

Yönetimin böyle davranmasının nedeni ortaydı: Greif işçilerinin bağımsız hareket etme gücü ve iradesi, hem alıştıkları bürokratik sendikacılık anlayışlarına uymuyordu, hem de çıkarları başka türlü davranmalarına izin vermiyordu. Öte yandan sendika yöneticilerine kesin bir itaatin istendiği mevcut sendikal düzende yetişmiş-eğitilmiş sendikacılar da Greif işçilerinin bu tutumunu anlamakta zorlanıyorlardı, hala da zorlanıyorlar. Bunlar “nasıl olur da sendika üyeleri sendika yöneticilerinin inisayitifi dışında hareket edebilir?” sorusunu sormaktan kendilerini alamıyorlar, hatta açıktan sormaktan ve tartışmaktan da kaçınmıyorlar.

Söz-yetki-karar işçiye” sloganının lafta kalmaması için...

Ancak Greif işçilerinin tutumu, her şeyden önce DİSK’in tüzüğünde de yer alan ve hemen her yöneticinin lafa başlarken kullandığı sınıf sendikacılığının çok temel bir ilkesinin, “söz-yetki-karar hakkı işçilere” sloganında ifade bulan ilkesinin bir gereğidir. Bu sloganı sıklıkla kullanıp da onun ne anlama geldiği konusunda düşünmekten kaçınanlar ya da işlerine gelmeyenler için Greif işçisinin tutumu anlaşılmazdır.

İşte böyle düşünenlerin bir kısmı işi, Greif direnişi karşısında, yalnız bırakılan işçilere sahip çıkacaklarına, “hakları-hukukları çiğnenen yöneticiler”e destek verebiliyor, hatta işçilerin yüzyüze kaldıkları çeşitli zorlukları da yaptıklarının cezası olarak görebiliyorlar.

Bu yaklaşım, sendikal demokrasiyi, özelde de işçilerin sendikalarını yönetmek üzere tabandan örgütlenme haklarını, bürokratik ayrıcalıklarına dokunulmamak kaydıyla, onların yönetimlerinin izin verdiği sınırlarda ve kontrolleri dahilinde tanımaktadır. Bu ölçüde de sendikal demokrasi, yönetimin icazeti altında ve onun bahşettiği kadarıyladır. Aksine davranan, yani sendikal yönetimlerin inisiyatifi ve icazeti dışındaki her aşağıdan inisiyatif, “bozguncu” olarak tanımlanıp mahkum edilmekte, çeşitli yöntemlerle üstesinden gelinmektedir.

Oysa taban örgütlenmeleri kadar, bu örgütlenmelerin sendika yöneticilerinden bağımsız olmaları sınıf sendikacılığı ilkelerinin, yani gerçek bir sendikal demokrasinin gereğidir. Çünkü böylelikle işçiler hem bürokratik yozlaşmanın üstesinden gelirler, hem de sendikalarını iradelerinin gerçek bir taşıyıcısı haline getirebilirler. Sendikalar bu durumda sermaye karşısında mücadelenin güçlü kaleleri haline dönüşebilirler.

Biçimsel değil gerçek bir sendikal demokrasi

Bugüne kadar sendika yöneticileri, biraz da işçi sınıfının tabandan yeterince örgütlü ve mücadeleci olmamasından dolayı, sendikal demokrasinin biçimsel kurumlarını (temsilcilik seçimleri, TİS komiteleri vb.) belli bir rahatlıkla uyguluyor görünecek örnekler verebiliyordu. Çünkü aşağıdan bu zeminleri kullanacak güçlü ve örgütlü bir işçi iradesi olmayınca, bu zeminler de göstermelik kurumlar olarak sendika yönetimlerinin kendilerini pek demokrat göstermeleri için kullanılıyordu. Fakat işte özellikle son dönemde işçi sınıfı giderek, inisiyatif almaya, en geri sendikal zeminleri dahi kullanmaya çalışmaya, hesap sormaya çalışınca bugüne kadar, pek demokrat geçinen sendika yönetimleri de zorlanmaya başladı. Aşağıdan yükselen basınç o kadar güçlü ki, Türk Metal gibi mafya örgütleri bile, bu basıncın altında ezilmemek için işçilerin öfkesini yumuşatmak amacıyla sendikal alanda kanallar açarken, böylelikle zaten bu alanda duran Birleşik Metal gibi sendikalarla arasındaki görüntüdeki farklar silikleşti.

Sendikal mücadelede yasalcılık ve bürokratizm, sınıf mücadelesindeki artan gerilimler karşısında ileri çıkma gücü bulamayınca ekonomik ve sosyal haklar bakımından en bürokratik sendikalarla aynı konuma düştü. Farkların silinmesi doğal olarak, çürümüş mafyatik sendikal yapıların aşılması sözkonusuyken böylelikle hızla onun yerini alacağı düşünülen DİSK ve SGBP gibi yapıları da tartışmalı hale getirdi. Birleşik Metal’in Bosch’ta verdiği sınav tam olarak bunun bir örneğidir.

Türk Metal’den işbirlikçi-ihanetçi bir çeteden kurtulma isteğiyle kopan işçiler, Birleşik Metal’e üye olmuşlar, ancak bilindiği üzere Birleşik Metal yönetimi TİS sürecinde risk alıp mücadeleyi ileriye taşımak yerine Türk Metal’in imzaladığı sözleşmeye imza atmıştı. Bu örnekte de kanıtlandığı üzere, işçiler açısından satılmış işbirlikçi sendikacılığın alternatifi yasalcı-icazetçi bürokratik sendikacılık değildir. Belki bazı bakımlardan daha tercih edilebilir, ama bu işçilerin sermayeye karşı mücadeledesinde tek başına işçileri başka bir noktaya taşımaz.

Daha fazla bağımsızlık!

Çözüm sendikal alan içerisinde bile kalsa, Greif’te olduğu gibi bağımsız taban örgütlenmelerindedir. Yani gerçekte bu mevcut sendikal düzenin dışındadır.

Sermaye karşısında kazanmak, bu örgütlenmelerin fabrika zemininden yatay biçimde dallanıp budaklanmalarına ve sendikal bürokrasi karşısında bağımsızlıklarına bağlıdır. Zaten bu noktada Greif’e baktığımızda başarının kaynağında temelde bu vardır. Direnişin zaferi de yine esasta bu bağımsızlığı koruyup taban örgütlenmelerini güçlendirmesine, yani işçilerin yaratıcı gücüne ve mücadele enerjisine yaslanmalarına bağlıdır.

Bunun için iddia ediyoruz ki, Greif işçisinin bağımsız taban örgütlenmelerine yaslanarak yaptığı işlerin hacmi, mücadele kapasitesi, bugün bu ülkede hemen hiçbir sendika yönetimi tarafından gösterilemez. Elbette bu Greif işçilerinin sendikal imkanları kullanma ihtiyacını ve isteğini ortadan kaldırmıyor. Bağımsız örgütlenme sendikal imkanları sınıf mücadelesinin gerçek ihtiyaçlarına tabi kılar ve bu imkanları sendikal bürokrasinin elinde bir yönetme olanağı olarak kullanılmasına izin vermez. Bu nedenle Greif işçileri, bağımsız örgütlenme ve inisiyatiflerini koruyup güçlendirirken, ayrıca sendikal imkanları da kullanmak haklarını da sonuna kadar kullanıyorlar, kullanmalıdır da. Böylelikle de sendikal alanda daha sağlam mevziler elde edebilmek, Greif’in mücadele değerlerini bu alana hakim kılmak olanağı yaratılacaktır.

Greif kazanacak!

İşte tüm bunlardan sonra bir kez daha söyleyelim ki, Greif işgali şu ya da bu sendika yöneticisine karşı değil mevcut yasalcı-bürokratik sendikal düzene bir meydan okuyuştur. Bu düzenin alışkanlıklarına, düşünme ve davranma kalıplarına yönelik bir meydan okumadır. Direniş gücünü buradan almakta, bunun için de ezberleri bozulanları ve ayrıcalıklı düzenleri sarsılanları korkutmaktadır. Çünkü çetin ve zorlu bir mücadele vadeden Greif direnişi, fabrika ile sendika arasındaki mesafeyi kapatacak, işçiyi sendikanın efendisi yapacaktır. Bundan korkanlar zorla değilse daha barışçıl ve ayartıcı biçimlerle Greif’in başeğmeyen işçi iradesini zayıflatmaya, onu düzene uydurmaya da çalışacaklardır, çalışıyorlar da. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Greif işçisinin yüzlerce işçiyi içerisine alan örgütlülüğünü dağıtmadan, en önemlisi bu işçilerin özgüvenini yaralamadan, kendilerini zayıf ve çaresiz hissetmelerini sağlamadan bu sonucu sağlayamayacaklardır.

Bu türden saldırılara karşı direnci büyütmek, eskiye ait tüm alışkanlıkları, düşünme ve davranma kalıplarını yıkıp geçmek için kesintisiz bir mücadele vermeliyiz. Bu mücadelenin Greif’teki somut karşılığı taban örgütlenmesini geliştirmek, sınıf mücadelesinin değerleri ve devrimci politikasıyla donanmaktır. Greif işçisi direnişin okulunda bu açıklarını hızla kapatıyor. Zaten artık başladığı noktanın çok ilerisindedir, mücadele hızla öğretirken omuzları da giderek güçlenmektedir. Öte yandan ise asıl yapılacaklar Greif’in dışındadır. Bu ise somutta, Greifler’i çoğaltmak, Greif direnişçilerinin bilinci, örgütlenme ve önderlik enerjisini kuşanarak işçi sınıfını Greif’in düzeyine kazanacak bir yüklenmeyi başarmaktır. Sınıf devrimcileri Greif’in soluğunu ciğerlerine çekerek bunun gereğini yapmalıdır.

 
§