11 Ekim 2013
Sayı: KB 2013/40

AKP paketlerinden kölelik dayatmaları ve polis devleti uygulamaları çıktı
AKP’nin ‘demokrasi paketi’...
Haziranları Ekimler’e taşımak için...
Ekim Devrimi’nin 96., Yeni Ekimler’in Partisi’nin 15. yılında...
İşçi ve emekçi iktidarı için saflara!
Ferit’in katili çürümüş düzendir!
Kadın istihdam paketi, esnek çalışma paketinin parçasıdır!
10. Çalışma Meclisi toplantısı gerçekleşti…
Sendikal harekette neden ve nasıl tasfiye?
Feniş’te mücadele kararlılıkla sürüyor!
“Hakkımızı alana kadar...”
Penti’de direniş bitti!
“Eylemlerimiz devam edecek!”
Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar
“Altın Şafak” ve Alman burjuvazisinin ikiyüzlülüğü...
AKP’nin ikiyüzlü mülteci politikası

Gençlik direnişe, 6 Kasım’da alanlara!

Gençlik hakları için direnişte...
Çocuklar şehre geri döndü...
Gezi tutsaklarından BİR-KAR’a...
Burcu Koçlu için eylem!
Zindanda baskılar sürüyor…
BİR-KAR’dan Gezi tutsağına…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’nin ikiyüzlü mülteci politikası

 

Tüm savaşlarda olduğu gibi Suriye’de yaşanan gerici savaş da en başta işçileri ve emekçileri vuruyor. Savaşın yaşandığı bölgelerde yaşayan emekçi bir aileye mensup kadın ya da çocuksanız savaşın ağırlığı üzerinize birkaç kat daha fazla yükleniyor. Bu durum Suriyeli yüz binlerce ailenin yaşadığı bir trajedi. Patlayan bombalar, şarapneller, ardından işkence, esaret veya tecavüz için hedef en başta emekçiler, kadınlar ve çocuklar oluyor. Bu yüzden yüz binlerce insan Suriye’den kaçıyor ve başta Türkiye, Ürdün ve Lübnan olmak üzere komşu ülkelerde mülteci konuma düşüyor.

Suriye ve dışına çıkmış emekçilerin hayat şartları ve yaşadıkları trajedi birçok habere konu oldu. Ancak bu durumun kaynağına yönelik çok da fazla şey söylenmedi ya da söylenenler mümkün olabildiği kadarıyla sümenaltı edildi. Suriyeli mültecilerin ya da savaşın acısını çekmiş milyonların bu duruma düşmesindeki en büyük sorumlulardan birisi de hiç kuşkusuz işbirlikçi sermaye devleti ve onun icraatçısı olan AKP iktidarıdır. Zira savaşın kışkırtılmasından bugüne, bu ateşi körükleyen ve bunun sonucunda ortaya çıkan mülteci sorununu birçok yönüyle suistimal eden başlıca güç AKP oldu.

Gerici AKP iktidarının yağma savaşının başlıca taraflarından birisi olması, onu ve temsil ettiği devleti, ortaya çıkan yıkım tablosunun birincil sorumlusu haline getirmiştir. Bu yıkım tablosunun önemli bir boyutunu da mülteci meselesi oluşturuyor. “Yeni-Osmanlı” ve onun sultanı Tayyip Erdoğan hatırlanacağı gibi Suriye’de gösterilerin başlamasından sonra, “kardeşi Esad”ın zulmüne karşı mazlumların sözcülüğü rolüne soyunuyordu. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi hala da aynı dili kullanmaya devam ediyorlar. Ancak aradan geçen iki yılı aşkın sürede dillerden düşmeyen mazlumlar, şu an İstanbul’un birçok semtinde, kışa sokaklarda giriyorlar. On binlerce Suriyeli parklarda barınmaya çalışıyor, mevcut ücretlerin katbekat altında ucuz iş gücü olarak kullanılıyor, dileniyor ve fuhuşa sürükleniyor. Demek ki Erdoğan’ın bahsettiği mazlumlar başka insanlar ve başka gruplardan oluşuyor.

Mülteci akını Türkiye topraklarına ilk gelmeye başladığında, Erdoğan ve sözcüleri mültecilere kapılarının açık olduğunu söylediler. Ancak bunun bazı sınırları olduğunu kamuoyu daha sonra öğrenmek zorunda kaldı. Suriyeli tanımı onların mazlum edebiyatına sığmıyordu. Eğer ki gelenler Alevi yahut Kürt Suriyeliler ise farklı muamelelere tabi olacaklardı. Gaziantep’teki mülteci kampına sığınan Alevi kökenli Suriyeliler, kampta ancak bir gün barınabildiler. Devlet ve çete baskıları sonucu herkesten korkar bir halde kamptan ayrılmak zorunda kaldılar. Bir kısmına İstanbul’da Gazi Cemevi sahip çıktı ve sığınmacılar burada dahi devlet destekli tehditlere maruz kaldılar. Başka bir örnek de mülteciler üzerine olmasa da, Suriye sınırlarında bulunan abluka sebebiyle insani ihtiyaçlarını karşılayamayan Rojava halkı ile ilgili verilebilir. İki yıldır, silahlı çeteler Rojava sınırını istedikleri gibi kullanabiliyor. Ancak birçok özveri ile toplanan ve Rojava halkına gönderilen gıda ve tıbbi ürünler sınırda kolluk kuvvetleri tarafından durduruluyor ve geçişlerine izin verilmiyor. Sınır kapıları, ÖSO ve El Nusra çetelerinin ellerinde iken açık, çetelerin hakimiyeti düştükten sonra ise kapatılıyor.

Erdoğan’ın “mazlumlar” olarak ifade ettiği ve bu çerçevede yardım sunduğu gruplar, silahlı çetelerdir. Çünkü devlet sıradan, emekçi Suriyeliler’in sağlık durumları ile ilgilenmiyor. Suriyeli mülteciler, salgın hastalıklar, soğuk hava ve açlık ile boğuşuyor. Ama sıra yaralı bir çete mensubuna geldiğinde ise ambulanslar hızla harekete geçiyor, tüm imkanlar seferber edilebiliyor. Barınma sorunu ya da parasal sıkıntılar da bu çete mensupları için geçerli değil. Silah ve lojistik destek bu “mazlumlara” her daim sunuluyor. Mültecilerin ise büyük çoğunluğu sokaklarda, parklarda aç kalıyorlar.

AKP iktidarı sürecin ilk yılında mülteci sorununu bir çeşit savaş bahanesi olarak kullanmaya çalıştı. Ancak Ankara’daki işbirlikçi takımın tasmaları Washington’da tutulduğu için aylar boyunca tükürdüklerini daha sonra yalamak zorunda kaldılar. Mülteci sayısı 100 bini aşınca tampon bölge kuracaklarını söyleyenler, emperyalist efendilerinden buna yönelik olumsuz işaret alınca bu sayıyı arttırmak zorunda kaldılar. Görüldüğü gibi mülteciler sorununa yaklaşım sürecin en başından beri bir suistimal malzemesi olarak kullanıldı. Amaç elbette ki mültecilerin düştüğü durum değil, bunu bahane ederek, Suriye topraklarına girmeyi meşrulaştırmaya çalışmaktı. Böylece kurulacak tampon bölge ile hem silahlı çetelere güvenli bir bölge yaratılacak ve savaş derinleştirilecek, hem de Rojava halkının özgürlük atılımı boğulmaya çalışılacaktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Esip gürlemelerin içi boş çıktı. Akan gözyaşlarının timsah gözyaşı olduğu tescillenmiş oldu.

Şu anda Türkiye topraklarındaki mülteci sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Resmi bir kaynağın ifadesine göre Türkiye topraklarında 800 bin sığınmacı var ve 600 bini kamplarda değil. Kamplardaki Suriyeli’lerin de birçoğu temel insani ihtiyaçlarını karşılayabilmekten uzaklar. Geçtiğimiz günlerde İHD ve Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Rojava sınırında bir kamp çevresinde gözlem yaptılar. Heyette bulunan Yusuf Alataş, “Kampların içini gezemedik. Kampların dışında, kamplara kabul edilmemiş veya girememiş, kampların kapılarında kalan insanlar var, sınır kapılarındalar. Son derece perişan, her türlü insani koşullardan uzak aileler gördük” diyor. Alataş’ın devam eden açıklaması, Türk devleti ve AKP’nin mülteci sorununa bakışının küçük bir resmini gösteriyor: “Sınırdan geçiş sırasında bazı insanlara kötü muamele yapıldığı, çoğunun dövülerek Suriye tarafına gönderildiği yönünde şikayetler var.” Geçtiğimiz Mart ayında da 500 civarında Suriyeli savaştan kaçarken aç ve bitap bir halde Türk askerleri tarafından şiddete maruz kalıp Türkiye topraklarına sokulmamıştı.

Sokaklarda, parklarda yaşamak zorunda kalanlar ise simsarların eline düşebiliyor. Irkçı, yabancı düşmanı yaklaşımlara maruz kalan Suriyelileri patronlar ucuz işgücü olarak kullandıkları gibi evlerini de fahiş fiyatlara kiralıyorlar. Devlet örtülü ödeneklerden silahlı çetelere para akıtırken, asıl mültecileri görmezden geliyor ve onları ölüme terk ediyor.

AKP daha önce propaganda malzemesi olarak kullandığı Suriyeli mülteciler sorununu şimdilerde pek dillendirmiyor. Aç ve açıkta kalan yüz binlerce insan görmezlikten geliniyor. Zira sermaye iktidarının körüklediği savaşın acı bir sonucu olan mülteciler sorunun başlıca sorumlusu gerici AKP iktidardır.

Gelinen yerde savaştan ve gerici çetelerden kaçmak zorunda kalan Suriyeliler ölüm yerine sıtmaya razı edilmek isteniyor. Mülteci sorununda devlet ve AKP’nin ikiyüzlü politikası her yerde teşhir edilmeli, Suriyeli emekçilere yönelik düşmanca ve ırkçı önyargılara karşı mücadele edilmeli, emekçilerin enternasyonal dayanışması doğrultusunda çalışmalar yapılmalıdır. Suriyeli emekçiler, tüm yaşananların yanında dinci-gerici propagandanın da hedefi haline geliyorlar. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı sıkıntıları bugün Suriyeli emekçiler ve mülteciler en derinden yaşamaktadırlar. Sistemin yarattığı ırkçılık ve her türden milliyetçi önyargılara karşı kararlı bir mücadele halkların kardeşliğinin yolunu açacaktır.

 
§