29 Mart 2013
Sayı: KB 2013/13

 Kızıl Bayrak'tan
Obama emretti: AKP-İsrail kucaklaştı
Çetelere silah sevkiyatının merkezi Esenboğa Havaalanı
Roboski raporu onaylandı, sermaye devleti kendini akladı
Öcalan’ın mesajının anlamı
Sol hareketten ilk değerlendirmeler
İzmir KHK sözcüsü ile konuştuk
Birlik ve kardeşlik çağrısı yükseliyor!
Özelleştirmeye karşı topyekun mücadeleye!
DİSK olağanüstü kongreye giderken
Bosch’ta sudan sebeplerle işten atılan öncülerden Akan Yılmaz anlatıyor
Taşeron yasası, “taşerona çözüm” ambalajıyla meclise gidiyor
Sınıf hareketinden

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar / 3 Ulusal sorunda reform ya da devrim - H. Fırat

Avrupa’da yeni ve yıkıcı kriz dalgası - Volkan Yaraşır
Barack Obama’nın Ortadoğu ziyareti
Arap Birliği’nin 24. zirvesi
Dünyanın dört bir yanında şalterler indi
Kadın istihdamının artırılmasına dönük politikalarla ne amaçlanıyor?
Kamuya tasfiye, emekçiye sürgün!
Ankara’da faşist saldırı ve provokasyonlar
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Av. Gülizar Tuncer ile konuştuk
Kaybedilen bedenler, kaybedilmeyen savaşlar... - T. Kor
Ya kömür tutuşursa!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Av. Gülizar Tuncer ile konuştuk...

Hasta mahpuslar sorunlar yumağının bir parçası, en önemli yanı”

 

Geçtiğimiz haftasonu hasta tutsaklardan Haci Nasır hayatını kaybetti. Hasta tutsakların tedavi sorununun süreklileştiği bir dönemdeyiz. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Gülizar Tuncer: Haci Nasır, cezaevinde olup serbest bırakılması gerekirken ölüme terk edilen hasta mahpuslardan biri. Bugüne kadar yüzlerce mahpus onun yaşadıklarını yaşadı. Onlarcası cezaevinde ölmek durumunda kaldı. Hala yüzlerce mahpus hasta olmasına rağmen ve bu hastalıkları cezaevi koşullarında yaşamalarına engel teşkil etmesine rağmen içerde tutulmaya devam ediliyorlar. Bu konuda aslında yasal mevzuat tartışmasına girmeden önce insani açıdan bakmak gerekiyor. Çünkü, yasal mevzuattaki düzenlemelere baktığımızda sadece hükümlüler açısından belli düzenlemeler yapılmış görünüyor. Bunu yargılaması devam eden tutuklular açısından uygulamamak mahkemenin takdirine daha doğrusu keyfine kalmış bir durum. Ve mahkemeler de malesef bu takdir haklarını olumsuz yönde kullanıyorlar.

Geçenlerde Adalet Bakanı bir açıklama yaptı. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısını kıyaslayarak tutuklu sayısının eskiye oranla daha az olduğunu, hükümlülerin daha fazla olduğunu söyledi. Hızlandırılmış bir yargılama sürecine girdik çünkü. Bu anlamda tutuklu ve hükümlü sayısındaki artış veya azalma çok önemli değil. Esas sorun, AKP’nin iktidar olduğu son 10 yıl içerisinde cezaevlerinde mahpus sayısının 59 binden 138 bine çıkmış olmasıdır. Yani toplum nüfusunda iki-üç kat bir artış yokken cezaevlerinde kalan insan sayısı artmıştır.

Cezaevlerinde sorunlar sistematik olarak artırılıyor”

Cezaevlerinde yaşanan sorunları 10 yıl öncesiyle kıyasladığımızda eskiye oranla çok daha boyutlu, çok daha sistematik. Ve işkence ve kötü muamelenin de arttığını görüyoruz. Hasta mahpuslar bu sorunlar yumağının bir parçası, en önemli yanı. Çünkü hastalar ölüme terk edilmiş durumda. Özellikle ağır hasta olanlar İHD verilerinde aktarılıyor; kanser, beyin tümörü, kalp rahatsızlıkları ve benzeri hastalıkları olan ölümcül nitelikte hastalıkları bulunup cezaevi koşullarında kalması uygun olmayan yüzlerce mahpus var. Bir kanser hastası açısından düşündüğünüzde sadece tedavi olanakları açısından, dışarıda daha iyi sağlanabileceği açısından değil moral açıdan da o insanların ailelerinin yanında olması, doğayla başbaşa olması gerekir. Çünkü sadece fiziksel anlamda bir iyileşme sağlanmıyor. Dışarısı ruhen de manevi açıdan da onlara daha iyi gelen bir ortam. Tek kişilik veya 3 kişilik hücredeler. Ayda birkaç kez aileleri ve avukatlarını görebiliyorlar. Böylesine sınırlı bir diyalog olanağına sahipler.

Burada Ceza İnfaz Kanunu 16. Madde’de hayati tehlike şartı aranıyordu. Şimdi yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Ve artık hayati tehlike şartı aranmıyor. Ama şöyle bir şey var ki eskisinden daha kötü, devlet açısından baktığımızda olumsuz bir yönelim var. Sakatlığı olan ve cezaevi koşullarında tek başıba yaşamını sürdüremeyecekler açısından serbest bırakılma olanağı getiriyor. Ama aradığı şartlar yine hayati tehlike şartlarına yakın şartlardır. Sakat olmak, tek başına yaşamını sürdüremeyecek olmak hayati tehlike taşıyan hastalık yani ağır hastalık durumunu işaret ediyor. Bu açıdan farklılık yok aslında. Esas sorun şu “Toplum için tehlikeli olmama” şartının getirilmiş olması.

Hasta mahpusların bırakılmasının önündeki engel, Adli Tıp Kurumu

Şimdi Adli Tıp Kurumu’nu hepimiz biliyoruz. Adli tıp tarafsız ve bağımsız bir kurum değil. Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum. Dolayısıyla doğrudan iktidar odaklarının talimatlarına göre hareket ediyorlar. Hatta bunu belirtmekten hiçbir şekilde çekinmiyorlar. Güler Zere olayında Adli Tıp Kurumu Başkanı çok açık bir şekilde itirafta bulunmuştu. Demişti ki; ‘biz, bize gelen insanların hangi suçu işlediklerini veya başkalarını mağdur etmiş mi buna da bakarız, dosyasına bakarız’. Böyle bir şey olamaz! Bir sağlıkçı, bir hekim ya da bir bilirkişi önüne gelen insanın hangi suçu işlediği, hangi siyasal görüşe sahip olduğu üzerinden bir değerlendirme yapamaz. Ama bunlar hem bu şekilde bir değerlendirme yapıyorlar hem de bunu açık bir şekilde itiraf ediyorlar. Yani biz tarafız, devletten yana tarafız diyorlar. ‘Muhaliflerin dosyaları önümüze geldiğinde, özellikle radikal sol ve Kürtlerin dosyalarında ona göre davranırız’ bunu çok açık bir şekilde ifade ediyorlar. Hiç tartışmasız adli tıp bağımsız değildir.

Biz Adli Tıp Kurumu yerine cezaevlerinin bağlı olduğu üniversite hastanelerinden sağlık kurulu raporları alınabilineceğini söylüyoruz. Bunun yeterli şart olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü sağlık kurulu raporları da çok detaylı. Bunu istiyoruz çünkü üniversite hastanelerinde doktorlar ‘seçilmiş’ değil. Ama Adli Tıp Kurumu’nda hepsi özel olarak seçilmiş. Mesela 3. İhtisas Dairesi’nin başına Nur Bilgen’i getirdiler! İşkenceyle ilgili rapor veren ihtisas kurumunun başına işkenceyi gizlemekten ceza alan ama cezası hiçbir zaman uygulanmayan, uygulatılmayan tam tersine ödüllendirilen bir hekim getirildi. Böyle bir kurum var karşımızda. Ve böyle bir kurumun vereceği raporlarla insanlar serbest bırakılacak. Birincisi, bu kurumun verdiği raporlara güvenmiyoruz. İkincisi, Adli Tıp şartını kabul etmiyoruz. Ama bizim için en önemlisi ve hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz toplum için tehlikeli olmama şartı.

Toplum için tehlikeli olan devletin bakış açısı”

Cezaevinde bir insan düşünün, ağır hasta, sakatlık durumu var. Ve cezaevinde tek başına yaşamını sürdüremeyecek durumda. Bu durumdaki bir insan için devlet diyor ki ‘bu insan toplum için tehlikeli olabilir’. Fiziksel olarak bir şey yapamayacak bu insanın neyinden korkuyorlar; düşüncesinden, onun ideallerinden, yaşama bakışından, dünya görüşünden. Ve onları hasta dahi olsalar, yerlerinden kımıldayamayacak durumda da olsalar toplum için tehlikeli görüyorlar. Esas tehlikeli olan bu. Toplum için tehlikeli olan devletin, devleti yönetenlerin, egemenlerin bu bakış açısı. Asıl toplum için tehlikeli olanlar, cezaevlerini yönetenler, infaz erteleme kararı veren savcılar. Çünkü hep güvenlik kaygısı insani yaklaşımın önünde tutuluyor. Bu bizim açımızdan asla kabul edilebilecek bir şey değil.

Yasa çıktığı zaman basında ‘yüzlerce hasta serbest bırakılacak’ diye haberler yapıldı. Fakat biz kimseyi göremedik. Bir tek Hediye Aksoy serbest bırakıldı. O da çok gündeme getirilmişti. Hediye Aksoy’un bırakılması tabi ki olumlu ve önemli. Ama diğer mahpuslar açısından söz konusu olamıyorsa ve halen Haci Nasır gibi insanlar o haldeyken bırakılmıyorsa yetkililer utanç duymalılar.

Onu serbest bırakmayan savcılar yada serbest bırakılması yönünde rapor vermeyen doktorlar utanç duymalılar.

Ali Haydar Yıldız örneği var. Felçli bir mahpus. Biz gidip Tekirdağ’da gördüğümüzde çarşafı kanlar içindeydi. Ve hala serbest bırakılmış değil. Belden aşağısı felç, yürüyemeyecek durumda, tek başına yaşamını sürdüremiyor ama devlet onu cezaevinde tutmaya devam ediyor. Ve onun gibi birçok hasta mahpus var.

İHD Cezaevi Komisyonu F oturmalarında hasta mahpusların durumunu ele alıp, yetkililere çağrıda bulunuyor. Bir an önce gerekli raporlar alınıp serbest bırakılsınlar diye ama malesef yasa çıktığından beri Hediye Aksoy dışında serbest bırakılan olmadı.