27 Nisan 2012
Sayı: SYKB 2012/17

 Kızıl Bayrak'tan
Sermaye düzeni ve Truva atlarından hesap sormak için
Barzani’nin Türkiye ziyareti
Halkların kardeşliğini yükseltmek için
1 Mayıs’a!..
BDSP’den 1 Mayıs etkinlikleri
Kamu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri başlıyor
Yağma ve talana dur demek için mücadeleye!
Sağlıkta dönüşümün fotoğrafı
Rexroth’da istifa baskısı
ELTA direnişi aynasında tersaneler
Taşeron İşçileri Kurultayı sonuç bildirgesi
Yerel işçi bültenleri 1 Mayıs’a çağırıyor!
2011 1 Mayısı aynasında
Türkiye’de 1 Mayıs H.Fırat
Savaş kışkırtıcılığının başını Erdoğan’la Katar Emiri çekiyor
Fransa’da sosyal-liberal Hollande dönemine doğru
Volkan Yaraşır
Kapitalizm: Faşizmin ve faşist çetelerin ürediği bataklık
İki Sudan’ın petrol savaşı
Avrupa’da 1 Mayıs çalışmalarından
Bielefeld’de “Birlik, mücadele, dayanışma’’ gecesi
İzmir Öğrenci Kurultayı toplandı
Ekim Gençliği’nin
1 Mayıs çalışmaları
Ekim Gençliği: Baskı ve taciz bizi yıldıramaz!
Tutsak sınıf devrimcisi Burcu Deniz’den mektup
“Yasalar sömürenlerin çıkarına göre şekillenir!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm: Faşizmin ve faşist çetelerin ürediği bataklık

Breivik davası başladı. Breivik Norveçli azılı bir ırkçı-faşist saldırgandır. Hatırlanacağı üzere bu insanlık düşmanı ırkçı, Temmuz 2011’de İşçi Partisi’nin gençlik kampını basarak, silahsız ve savunmasız gençlere yönelik kanlı katliam gerçekleştirmişti. Tam bir gözüdönmüşlük örneği olan kanlı saldırılar sonucunda 72 kişi yaşamını yitirmişti.

Sözkonusu olan dehşet verici bir olaydır. İnsanlığın gözleri önünde, hem de büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilmiş bir büyük insanlık suçu ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla, Breivik canisi yargılanacaksa eğer, buna göre yargılanmalıdır. Breivik büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirdiği katliamın tozu dumanı içinde yaptığı açıklamalarda, yalnız olmadığını, Almanya’da son yıllarda göçmenlere dönük seri cinayetlerle tanınan Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü gibi ülküdaşlarının yardımlarını alarak bu eylemleri gerçekleştirdiğini belirtmişti. Bir deli olmadığını, komünizme sınırsız bir kin duyan idealist bir dava adamı olduğunu, dolayısıyla da her şeyi düşünerek ve planlayarak yaptığını özellikle belirtmişti.

Bilinçli bir katile “deli gömleği” giydirilmeye çalışılıyor

Ne Norveç polisi ne Breivik’in ifadesini alan savcı ve ne de burjuva medya Breivik adlı saldırganın yaptığı bu açıklamalarla ilgilenmedi. Onlar gerçeklerin peşinde değillerdi. Tam tersine onların görevi olayları çarpıtmak, tam bir bilgi kirliliği yaratmak, bu çerçevede gerçekleri gizlemekti. Nitekim bunu yaptılar. Daha ilk andan itibaren Breivik’i akli dengesi yerinde olmayan biri olarak sundular kamuoyuna. Breivik’leri yaratan kaynağı özenle gizlediler. Davaya bakan savcı, mahkeme heyeti ve kirli burjuva medya elbirliği ile, bugün de aynı şeyleri yapıyor.

O kadar ki, daha ilk duruşmadan başlanarak, burjuva medyanın da katkısıyla, cezaevinden kaçırılan ve ardından da Papa’ya yönelik suikast girişiminde kullanılan M. Ali Ağca ve benzeri diğer örneklerde olduğu gibi, bu dava da gerçeklerin özenle gizlendiği, buna karşın Breivik canisinin neredeyse kahraman olarak gösterildiği bir orta oyununa, mahkeme salonu da bu orta oyununun sergilendiği sahneye dönüştürüldü.
Bu orta oyunu esasen daha duruşmaların başlamasından önce sahnelenmeye başlandı. Breivik canisinin akli dengesinin yerinde olup olmadığının tespit edilmesi istendi. Bir psikiyatriste Breivik’e ‘paranoid şizofreni’ teşhisi koydurularak, cezai ehliyetinin olmayabileceği söylendi.

Gerçekleri gizleme çabasının başını çekenlerden biri de Breivik davasına bakan savcıdır. Bu göstermelik yargılamanın iddianamesini hazırlayan savcı, diğer meslektaşları gibi ilk önce, faşist çetelerin ve ırkçı-faşist saldırganlığın ürediği kaynağı gizlemekle işe başlıyor. Bilinçli bir biçimde, Breivik canisi ile kanlı icraatlarının, bugünün dünyası ve bugünün sözde uygar Avrupası’nda büyük bir tehlike haline gelen ırkçılığın ve faşizmin, somut olarak da neo-nazi türü faşist çetelerin ürediği bataklık olan kapitalizmle bağını koparıyor. Öyle ya, savcının görevi kutsal özel mülkiyeti ve bir özel mülkiyet düzeni olan kapitalizmi korumaktır. Haliyle o da diğer meslektaşları gibi bunu yapıyor. Her şeyi, dönüp dolaşıp bir deli olduğunu ileri sürdüğü Breivik canisi ile açıklamaya çalışıyor. Bunu, sözde “tarafsız burjuva mahkemesi”nin aynı amaçlı çabası tamamlıyor. Breivik davasına bakan bu göstermelik mahkeme, haber alma özgürlüğü yalanının arkasına saklanarak, duruşmaların kapalı yapılmasını kabul etmedi. Bu arada meslekten yargıç olmayan jüri üyesi yargıçlardan Thomas Indrebö’yü taraflı olduğu gerekçesiyle davadan azletti. Azledilmesinin gerekçesi olarak ise, Indrebö’nün, jüriye seçilmeden önce bir internet forumunda Breivik’in hakkının idam cezası olduğu yönünde bir açıklama yapmış olmasını gösterdi. Şüphesiz ki, mahkemenin bu gerekçesinin hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır. Esasen bir mantığı da yoktur. Yoktur, zira Norveç’te idam cezası zaten yoktur.

Breivik’e gelince, bu acımasız katil burjuva medyanın haber alma özgürlüğü adına kendisine sunduğu imkanları da kullanarak adeta şov yaptı. Alaycı ve küstahtı. İlk fırsatta salondakilere Hitler selamı verdi. Tam bir soğukkanlılıkla cinayetleri üstlendi, meşru olduğunu savundu. Bir kez daha bir deli olmayıp tam tersine bilinçli bir idealist olduğunu dile getirdi. Deyim uygunsa, mahkeme salonunu karşı-devrimci propagandanın platformuna çevirdi. Tüm veriler, Breivik’in, burjuvazinin kirli medyasının da etkin yardımları ile mahkeme salonunu, her firsatta kin kustuğu komünizme karşı bir saldırı imkanı olarak değerlendireceğini göstermektedir.

Yabancı düşmanlığı ve arkasındaki gerçek

Türkiye’deki faşist çetelerin başbuğu Türkeş, 12 Eylül mahkemelerinde yargılanırken “biz içerde fikirlerimiz ise iktidardadır” demişti. Bu söylemle, “Alman sosyal sistemine yönelik ve göçe karşı kendimizi savunacağız” diyen Almanya’nın Bayern Eyaleti başbakanı ve federal hükümetin koalisyon ortağı CSU’nun Genel Başkanı Horst Seehofer’in ve silahlı saldırı sonucunda 72 kişiyi katleden katilin, “Norveç’i ve Avrupa’yı Müslümanlar’ın istilasından korumak için bu eylemi düzenledim” söylemleri arasında büyük bir paralellik var. Burjuva medya bu çarpıcı benzerliği görmezden geliyor. Kaldi ki, Norveç’te İşçi Partisi’nin gençlik kampında katledilenler, yalnızca göçmen veya müslümanlar değildi. Burjuva medya bu çıplak gerçeği de görmezden geldi. Ve dahası da, ‘müslüman’ vurgusunu özellikle öne çıkardı. Her zaman olduğu gibi buradaki temel amaç, ulusal ve dinsel ayrılıkların arkasına saklanılarak temel gerçeğin, yani faşizmin iğrenç yüzünü gizlemektir. Onu, akli dengesi yerinde olmayan kimi hastalıklı kişilerin ya da marjinal küçük bazı grupların sokak şiddetiyle sınırlı bir olay olarak göstermektedir. Bu gerici çabalar bununla da kalmıyor. Breivik canisinin vıcık vıcık ırkçılık kokan “öldürülenler masum insanlar değil, siyasi aktivistlerdi” söylemi eşliğinde, bu cinayetlere bir haklılık ve meşruiyet zırhı da giydiriliyor. Faşist Türkeş’in fikirlerini uygulayan 12 Eylül cuntası, kapitalist sistemin ve işçi-emekçi düşmanı aç gözlü tekellerin çıkarlarını savunuyordu, onların açık ve aktif desteğiyle iktidara gelmişti. Faşist Türkeş’le aynı cephedeydi, kapitalist sistemin bekası için geçici de olsa onu içeri tıktılar. “Alman sosyal sistemine yönelik ve göçe karşı kendimizi savunacağız” diyen Seehofer gibileri eyalet başbakanlığıyla onurlandırılırken, Breivik gibi tetikçiler ise, geçici de olsa içerde tutuluyorlar. İdris Naim Şahin gibi kafatasçılar içişleri bakanlığı koltuğunda otururken, tüm yaşamı ondan daha bilinçli ve militan biçimde sisteme ve sermaye devletine hizmet etmek olan eski içişleri bakanı M. Ağar ise tutuklandı.

Hiç kuşkusuz, bu uygulamaların şaşılacak hiçbir yanı yoktur.
22 Temmuz 2011’de Norveç’te bir yaz kampında katlettiği gençleri “bunlar masum çocuklar değil, siyasi aktivistlerdi” diyen Breivik canisi ile “resim yaparak, tuvale yansıtarak, teröre destek veriyorlar” diyen Türk devletinin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, Roboski’deki toplu katliamın arkasındaki gerçek suçluları gizleyen, kan parasıyla bu katliamı aklamaya çalışan Erdoğan ve hükümeti ile Almanya’da faşist katillerin katlettiği göçmenlerin katillerini ve arkasındaki gerçeği gizleyen, üstüne üstlük büyük bir utanmazlıkla yakınlarını ‘kan’ parasıyla susturmaya kalkan, demokrasi ve özgürlükler yalanı ile ırkçı-faşist partileri kapatmaya yanaşmayan Merkel hükümeti ve Breivik’i cezalandırmamak için bin dereden su getiren Norveç devletinin amacı birdir. Hepsi de üreyip beslendikleri sistemlerinin, yani kapitalizmin bekası için çırpınmaktadır. Tüm çabaları, ırkçı-faşist düşünce ve eylemlerin gerçek kaynağını gizlemekten ibarettir. Fakat boşuna!
En iğrencinden bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, günümüz Avrupa’sının en önemli gerçeklerinden biridir. Daha düne kadar temel hak ve özgürlüklerin kalesi olarak sunulan Avrupa, günümüzde, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının kol gezdiği bir kıta haline gelmiştir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı öyle söylendiği gibi marjinal çevrelerle sınırlı bir olgu olmayıp, bir devlet politikasıdır. Krizin de tetiklemesi ile Avrupa’da, bir insanlık suçu olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gitgide tehlikeli boyutlar kazanmaktadır; Almanya ve Fransa da dahil olmak üzere, sözde uygar Avrupa’nın her yerinde ırkçı-faşist partiler her geçen gün daha da güçlenmektedir. Fransa’daki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ırkçı parti temsilcisi Le Pen %18 oranında oy almıştır. Irkçı partiler kimi yerlerde, örneğin Hollanda’da hükümet ortağı konumundadır. İsviçre gibi sözde demokrasi modeli ülkede bile gündemi belirlemektedirler. Hepsinin arkasında da uluslararası sermaye ve aç gözlü Avrupalı tekeller vardır. Tümü de onlar tarafından finanse edilmektedir. Gelişip güçlenmelerini tekellere borçludurlar. Her biri birer polis devletine dönüşen devletlerce ve onun emrindeki polisce korunmakta ve kollanmaktadır.

Sonuç olarak, ırkçılığın da, faşizmin de kaynağı kapitalizmdir. Hitler faşizmi bizzat aç gözlü kapitalist tekellerin çocuğuydu. Burjuvazinin Ekim Devrimi’ne verdiği cevaptı. Naziler bizzat Alman kapitalizmi denen bataklıkta üredi. Günümüzdeki neo-nazi, Pro-Köln, Pro-NRV vb. ırkçı-faşist çeteler de bu aynı bataklığın eseridir. Breivik canisi de bu aynı bataklıkta doğdu ve büyüdü. Gerçek tam olarak budur. Hiçbir şey ve hiçbir güç bu gerçeği karartmaya muktedir değildir...