14 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/39

 Kızıl Bayrak'tan
Kongre Hareketi ve tasfiyeci hayaller…
Emperyalistlerle suç ortaklığı
dosyası kabarıyor…
8 Ekim mitingi üzerine
Sosyal ve siyasal saldırılara karşı onbinler Ankara’da buluştu
Kürtlere yasak, faşistlere serbest
Grevli sendika hakkı için fiili-militan mücadele!
Oda çalışanları kazandı
Sağlıkta parmak
hesabı olmaz!
BEDAŞ’ta direniş
çadırı kuruldu
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı
“İmpo’ya sendika girene
kadar buradayız!”
Burjuva demokrasi ve proleter demokrasi
Temo suikasti ve
Suriye’de olası gelişmeler
Mısır’da kanlı provokasyon
Grevler dalga dalga
Steve Jobs’un ardından Apple ve bilgisayar sektörü tarihine kısa
bir bakış
Açlık ordusu büyüyor
Silikozise 48. kurban, sırada yüzlerce işçi var
Ferhat ve Berna serbest
Zorunlu bağış protestosu
Medyanın suç ortaklığı,
hükümetin sahte çözüm arayışları.
Parti, dava ve
“küçük-burjuva yiğidi!”..-Hikmet Kıvılcımlı
Tecride kalite ödülü
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’larda kaleme aldığı kapsamlı “Yol” incelemesinin Sunuş bölümünden aldığımız bir parçayı, kendi koyduğumuz başlık altında okurlarımıza sunuyoruz

Parti, dava ve “küçük-burjuva yiğidi!”

(...)

Çete savaşı bilinir. Biraz gönüllü savaşmasıdır. Gönüllü demek, hani ya, canı istemiş de gelmiş demek gibi bir şeydir. Öyleyse, canı istedi mi, geldiği gibi gider de.

Gönüllüler içinde savaşın sapılmaz hedefine yaşamsal bir zorunlulukla candan itilmeyenler, herhangi bir ikinci derece hoşnutsuzluktan kopup takılmışlardır. Ya da Lenin’in Almanca’dan aktardığı sözcükle mitlaufer (birlikte yürüyüş ve yol arkadaşı): Bizimle ancak bir konağa kadar gidebilecek ve ondan sonra bizden kendi yolunca ayrılacak yolcular sanıldığından daha çoktur...

Bu gibileri uzun ve acı tatlı deneyimlerle anladığımıza göre, onlar yola çıkarken bizden ve herkesten daha kıyak nara atarlar ve hedefe bir iki gün içinde varılıverirse, bu gibiler yaygaralarının önüne geçilemeyen kişiler oluverirler.

Kimden sözettiğimiz anlaşılıyor: küçük-burjuvaziden!

Bir zamanlar işçi sınıfına, hele onun keşif koluna adım uydurmuş olan küçük-burjuvazinin ünlü becerisini kanıksamayan bilinçli işçi bilmem kalmış mıdır?

Beceri şudur: Bir küçük-burjuva -sınıfça ya da asılca küçük-burjuvazi kafası- parlak bir gönüllü çeteci olabilir. Ancak yaylımı geniş bir meydan savaşında kesin sonuca kadar siperini bırakmamaya gelmez. Hele siperini bırakmamaya “zorunlu” edildiğini görmeye hiç dayanamaz. Onun için savaşçı ordu disiplini altına sokulacağını sezmek ölümdür.

Küçük-burjuva yukarıdan gelen bir emirle ve aşağıdan vuran bir zorla değil, aklınca “canı istediği” için işçilerle yan yana gidiyordur. O mübarek canı istemedi mi, dilediği gibi hareketine hiçbir şey engel çıkarmamalıdır.

Çete savaşı gelişti de gönüllüler keşif kolu düzeninde bir hizaya getirilmeye başlandı mı, çıngar kopar. Türkçe’deki tiryaki sözüyle: “zor oyunu bozar”. Ancak oyunu bozan aktör, küçük-burjuvadır.

Küçük-burjuvanın kendine göre muazzam bir “namus”u, müthiş bir “özsaygısı” vardır. O hiçbir zaman açıkça ve mertçe “ben şahımı bu kadar severim!” deyip çekilemez. Buraya kadar birlikteydik, artık ben gidemeyeceğim tarzında bir allahaısmarladıkla ayrılamaz.

Öyle açık görünüş ve açık yürek onun mistik ve esrarengiz ideolojisine ve psikolojisine karşıt olduğu kadar namusuna ve özsaygısına da pek dokunur.

Öyleyse?.. Öyleyse, bütün parti tarihlerinde görülen şu iki kategorik eğilim fışkırır:

1- Kaçma eğilimi: Parti içinde kırılacak putlar bulunduğunu, ayrıcalıklı otorite zorbalığına karşı koymak gerektiğini, “denetim, eleştiri” vb. özgürlüklerinin kalmadığını söyler durur küçük-burjuva. Bulanmak için fırsat kollayan, karışmaya elverişli düşünceleri büsbütün bulandırmak ve karıştırmak... Lenin’in sık sık kullandığı deyimle “konfüzyonizm” (karmakarışıkçılık) olayının iş ve disiplin alanına dökülmesi alır yürür. Bu durum, daha ünlü adı ve sanıyla anarşidir...

2- Kaçamak eğilimleri: Küçük-burjuva yiğitinin kendine göre bir yoğurt yiyişi vardır. Onun öyle derin “kendi kanıları”, öyle değeri ağır “kendi bakışları”, o kadar özgün “kendi düşünceleri” vardır ki, mutlaka dikkatli bir gözle ele alınmalıdırlar. Yoksa parti tehlikededir. Yangın var! Bu hal konfüzyonizmin söz ve teori alanına sokulması olur. Bu, daha ünlü adı ve sanıyla oportünizmdir!

Proletaryanın çetin sınıf savaşına dayanamayıp tabanı yağlayanlar sanıldığı kadar tehlikeli değillerdir. O içten karaktersizlere ve korkaklara hatta şöyle bir teşekkür etsek, pek de hesapsız bir iş yapmış sayılmayız.

Büyük tehlike, bu mücadele kaçaklığını bir sürü kaçamakla karmakarışıklaştırmaktır. Kendi bozgununu parti bozgunu gibi görmeye ve göstermeye gitmektir. Asıl tehlike bu kaçamak ve bozgun yapmaya kalkışmış pratik ve teorik sapıklardadır. Yani oportünistlerde ve anarşistlerdedir. Bu sapıklar -bütün onurlu küçük-burjuva sapıklar gibi- biz sapıttık diyemezler. Sapıttık demek için doğru yola, devrim yoluna girmeyi göze alabilmek gerekir. Oysa “çeteci” küçük-burjuva unsurunun sonuna dek gitmeye ne gücü, ne de niyeti kalmamıştır. Kalmadığı içindir ki, bu sapıtma ortaya çıkmıştır.

O zaman her sapıtma kendi kendisine haklı bir düşünce ya a doğru bir görüş süsü vermeye kalkar. Sözüm yabana düşünce ayrılıkları baş gösterir. Mezhep özentileri, tarikat görüntüleri alır yürür. Örgüt deyimiyle hizipler türer, fraksiyonlar ürer.

Buraya dek açıklamamızın gelişen anlamı bir cümleyle şudur: Çete mücadelesinden parti savaşına geçen örgüt içinde, yeni doğrultumuzdan ve hızımızdan ürken küçük-burjuva unsurları fraksiyonlaşır...

(...)

(Yol/1, Bibliotek Yayınları, s.14-16)


 

Kıvılcımlı’nın ölümünün 40. yıldönümü

Davasına ömrü boyunca bağlı kalan ve bu uğurda büyük fedakarlıklara katlanan Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün üzerinden 40 yıl geçti. 11 Ekim 1971’de 69 yaşında Belgrad’da hayata gözlerini kapatan Kıvılcımlı, geriye örnek bir direnişçi hayat ile onlarca eser bıraktı.

1902 yılında Priştine’de doğan Kıvılcımlı İstanbul Tıp Fakültesi’nde okurken sosyalist düşüncelerle tanıştı 1920’lerde TKP üyesi oldu. 1925 yılında TKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. Aynı yıl partiye ait Aydınlık gazetesinde yazıları yayınlanmaya başladı.

Bu yıllardan başlayarak sürekli olarak kovuşturmalara, işkencelere maruz kaldı ve toplam 22,5 yıl hapis yattı. 1925 yılında yaşanan Kürt ayaklanmasının ardından İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak 10 yıl kürek cezası aldı. 1 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. 1927 yılında bir ihbar sonucu başlatılan TKP operasyonunda birçok parti üyesiyle birlikte gözaltına alındı, 3 ay tutuklu kaldı. 1938 yılında Nazım Hikmet’le birlikte yargılandığı Donanma Davası’nda 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı, 12 yıl yattı.

1954 yılında yasal Vatan Partisi’ni kurdu. Daha sonraki yıllarda ardından birçok kitap yazdı, Marksist klasikleri çevirdi.

1971 yılında ağır hasta olduğu halde yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ve 11 Ekim 1971 tarihinde Belgrad’da yaşamını yitirdi.

Bu büyük dava adamını ölümünün 40. yılında saygıyla anıyoruz.


 

 

 

Mehmed Uzun anıldı

Yazar Mehmed Uzun ölümünün 4. yılında anıldı.

Diyarbakır’daki Mardin Kapı Mezarlığı’nda bulunan mezarı başında yapılan anma programına Diyarbakır’daki belediyelerden temsilciler, Mehmed Uzun’un ailesi ve okurları katıldı. Mezar başında yapılan konuşmalarda Uzun’un hayatı, eserleri ve mücadelesi anlatıldı.

Mehmet Uzun ölümünden kısa bir süre önce uzun yıllar sürgün hayatı yaşadığı İsveç’ten Diyarbakır’a gelmiş ve 7 Ekim günü hayatını kaybetmişti.

1953 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğan Mehmed Uzun, hakkında Türkiye’de çok sayıda dava açıldı. 1977-1992 yılları arasında İsveç’te yaşayan Uzun’un Kürtçe ve Türkçe yazdığı kitapları, 20’ye yakın dilde yayınlandı.

1981 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılan Uzun, 1992 yılına kadar Türkiye’ye gelemedi. İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği’nin de üyesi olan Uzun, ‘Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık’ romanı ve ‘Nar Çiçekleri’ adlı deneme kitabı ile ilgili olarak 2001 yılında yargılandı. Uzun, 11 Ekim 2007’de tedavi gördüğü Diyarbakır’da yakalandığı mide kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi.