26 Ağustos 2011
Sayı: SİKB 2011/33

 Kızıl Bayrak'tan
Dinci-gerici partinin saldırganlığının gerisinde ABD emperyalizmi var...
Saldırganlık dizginlerinden boşalıyor
Kürt halkının özgürlük, eşitlik,
gönüllü birlik!.
Kirli savaşın faturasını emekçiler ödüyor!
Kürt anneleri ‘canlı kalkan’ oldular
Sendikal bürokrasi işçi sınıfının tahammül sınırlarını aşıyor...
Sendikalar Yasası üzerine kapalı kapılar ardında pazarlıklar...
İşçi sınıfına topyekün saldırı stratejisi 
İşçiler kıdem tazminatı hakkı için
sokağa çıktı...
Tekstil İşçileri Bülteni’nden seminer
Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül ile konuştuk...
Ontex/Canbebe direnişçileri: Direniş bayrağı elden ele yükselecektir!
Gerçek barış için
sınıfsız-sömürüsüz bir dünya!
Libya’da Kaddafi devrildi…
Siyonist saldırganlığı ancak halkların birleşik direnişi önleyebilir…
Şili’de 1 milyon kişi yürüdü
“İki, üç daha fazla Vietnam!"
Somali yalanları ve gerçekler
Somalili kadınlar ve
burjuva ikiyüzlülük...
Balcalı taşeron işçilerine
gözaltı terörü…
Katliamda ihmaller zinciri
Direnişçi Savranoğlu işçileriyle konuştuk...
Direnişteki Form Mukavva işçileriyle konuştuk...
Mihri Belli ‘Enternasyonal’le
sonsuzluğa uğurlandı....
Hacıbektaş Şenlikleri ve bazı gözlemler
“Savaş politikalarında ısrar etmeyin”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci-gerici partinin saldırganlığının gerisinde ABD emperyalizmi var...

Gerici savaş ve saldırganlık cephesine karşı mücadeleyi yükseltelim!

Düzen içi iktidar mücadelesinde ezici bir üstünlük kazanarak yeni dönemine giren dinci-gerici partinin ilk işi Kürt halkına karşı savaş açmak oldu. Bir yandan Kandil ve çevresi vurulurken, diğer yandan içeride baskı ve saldırganlık tırmandırılıyor. Dinci-gerici partinin şefleri iddialı açıklamalarla, bu savaşı sonuna kadar götürmekte ve PKK’yi kökünden kazımakta kararlı olduklarını söylüyorlar. Bu iddialarına kanıt olarak da başka sorunları çözmekteki başarılarını gösteriyorlar. Medyadaki bazı kalemşörler de Kürt halkına açılan bu savaşın “Erdoğan’ın son büyük savaşı” olduğunu iddia ediyor. Fakat bu savaşın nasıl sonuçlanacağı konusunda kimse kesin bir şey söyleyemiyor. Çünkü sözkonusu olan, onyıllar boyunca inkar ve imha politikası başta olmak üzere her türlü yöntemle çözülmeye çalışılan ancak her defasında acz içerisinde kalınan Kürt sorunudur ki, dinci-gerici partinin bugün yaptığı, çaresizlik içerisinde geleneksel yöntemlerde karar kılmaktan başka bir şey değildir.

Dinci-gerici parti kuşkusuz savaş ve saldırganlıkta geçmişteki düzeyi aşabilecek olanaklara sahiptir. Bu bakımdan en önemli üstünlük alanı olarak ordu ve polisi bir arada kullanabilme olanağı gösterilmektedir. Ordunun profesyonelleştirilmesi, polisin daha etkin bir biçimde kullanılması, bu askeri gücün yeni teknolojinin ürünü silahlarla donatılması vb. gibi, devletin zorbalığını her bakımdan uç noktalara taşıyacak adımlar atılmaktadır. Ancak şiddetin düzeyi ne olursa olsun, Kürt sorununu yeni bir imha savaşıyla çözmeleri mümkün değildir. Zaten dinci-gerici partinin önünde hizaya girmiş olan medyadaki kalemşör takımı da bir biçimde bu gerçeği kabullenmektedir. Bir kısmı yoğunlaştırılmış ve şiddeti arttırılmış bir savaşın Kürt sorununu daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç vermeyeceği gerçeğini kabul etmektedir.

Kuşkusuz dinci-gerici parti de bu gerçeğin bilincindedir. Ancak Kürt sorununda başka türlü bir çözüm yeteneğinden yoksun olunduğu ölçüde başka bir çıkış yolu da bulamamaktadır. Bugün yapmak istediği de sorunu çözmek değil, bir biçimde kurulu inkar düzenini sürdürmektir. Bu da kesintisiz bir baskı ve zorbalıkla Kürt hareketinin iradesini kırmak yoluyla onu kurulu düzeni aşan arayışlar içerisine girebilecek bir kapasite ve güçten yoksun bırakabilmek, bu yöndeki yönelimlerin önünü baştan kesmekten başka bir şey değildir.

Bugün savaş ve saldırganlık politikalarına malzeme yapılan PKK’nin askeri eylemleri gerçekte devletin bilinçli olarak yoğunlaştırdığı saldırganlığa karşı gerçekleşmiştir. Düzen güçlerinin saptırmasının aksine “Demokratik Özerklik” ilanıyla aynı güne denk gelen Silvan olayı özellikle önem taşımaktadır. Silvan’daki çatışma, “Demokratik Özerklik” çıkışına karşı devletin zorbalığının ürünü olmuştur. Dinci-gerici parti “Özerklik” ilanını cumhuriyete karşı bir isyan girişimi olarak değerlendirerek bir bastırma operasyonuna girişmiştir. Silvan’daki asker ölümlerinin ardından da savaş ve saldırganlık politikaları hızla uygulamaya sokulmuştur.

Diğer taraftan, Kürt halkına yönelik başlatılan savaş politikasının gerisinde ABD emperyalizminin açık desteği bulunmaktadır. ABD emperyalizmine Ortadoğu’daki hizmetler karşılığında Kürt hareketinin askeri tasfiyesi doğrultusunda yapılan anlaşmanın ürünüdür. Dinci-gerici partinin bugün Kürt hareketine yönelik başlattığı savaş stratejisi konusunda gösterdiği özgüvenin gerisinde de bu anlaşmayla güvencelenen ABD desteği bulunmaktadır. 12 Haziran genel seçimleri öncesinde ABD ile yürütülen diplomasi trafiği sırasında bu tür bir tasfiyenin kararı alınmıştır. TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’in Mayıs 2011 tarihli sayısının “Siyasal gelişmeler ve genel seçimler” başlıklı başyazısı, Ortadoğu’ya yönelik kirli planlar, özellikle Suriye’ye yönelik müdahale planları içerisinde Türk devletine biçilen rolün karşılığı olarak Kürt hareketinin tasfiyesi konusunda ABD ile varılan mutabakata o günden işaret etmektedir:

Bu konuda (Ortadoğu’daki üstlenilecek rol karşılığında Kürt hareketinin tasfiyesi-KB) ABD ile yeni gizli antlaşmalar yapıldığı, CIA başkanının Türkiye’ye yaptığı beş günlük gizli ziyarette bunun da kotarıldığı, verilecek hizmet karşılığında silahlı Kürt hareketinin tasfiye edilmesinde ABD desteğinin yeni bir düzeyde sağlandığı üzerine tartışmalar ve bu doğrultuda çoğalan işaretler var. ABD’de PKK yöneticileri hakkında alınan yeni kararlar, başbakanın Türkiye’de bir Kürt sorunu olmadığına ilişkin beklenmedik açıklamaları, yeniden hız kazanan KCK tutuklamaları ve PKK’ye yönelik askeri operasyonlar, nihayet Abdullah Öcalan’ın ‘görüşme adı altında bir oyalama politikası’ izlediğine ilişkin kaygı dolu son açıklamaları, bu işaretler arasında. Uygulamadaki sözde ‘Kürt açılımı’ ABD’nin Kürt politikasının bir ürünü ve gereği idi. Dolayısıyla tüm gelişmelerin ABD’nin onayı ve desteği olmaksızın yaşanması mümkün değildir. Tayyip Erdoğan’ın Obama’yla her telefon görüşmesinin hemen ardından Suriye ya da Libya hakkında ABD ağzıyla açıklamalar yapması da ulaşılan yeni uğursuz mutabakatın açık bir doğrulanmasıdır.”

Bugün işte bu mutabakatın gerekleri yerine getirilmektedir. Kürt hareketine yönelik savaş ile birlikte Suriye’ye yönelik saldırı tehditleri birlikte tırmandırılmaktadır. Dışarıda bugün hedefte Suriye bulunmaktadır. Dinci-gerici partinin yönetimindeki Türk devleti ABD emperyalizminin genel olarak Ortadoğu egemenliği bağlamında etkin bir biçimde taşeronluk rolünü üstlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla içeride-dışarıda saldırganlık siyasetinin gerisindeki mutabakat Suriye’ye bağlı geçici bir durum değil, stratejiktir. Çünkü Türk devleti son bir yıl içerisinde Füze Kalkanı projesinde ve NATO’nun Ortadoğu’ya müdahalelerinde ileri roller üstlenerek, emperyalizmin Ortadoğu politikalarında ileri üssü-karakolu konumunu pekiştirmiştir. ABD ile yapılan mutabakatın gerisinde de temelde bu tür bir stratejik işbirliği vardır.

Dinci-gerici partinin tırmandırdığı savaş ve saldırganlığa karşı mücadelenin acil bir görev haline geldiği bugünkü koşullarda, bir yandan Kürt halkının yanında olunmalı, diğer yandan da emperyalizmle kurulan kölelik ilişkileri hedeflenmelidir. Bu süreç Türkiye’nin işçi sınıfı ve ezilen Kürt emekçi halkıyla Ortadoğu’nun ezilen emekçi halklarının kaderini sıkı sıkıya birbirine bağlamıştır.