13 Mayıs 2011
Sayı: SİKB 2011/18

 Kızıl Bayrak'tan
Seçim oyununu bozmak için devrimci seçim kampanyası
Seçimlerin ardından sınıfı kapsamlı
bir saldırı bekliyor...
Kapitalizm felaketini durduralım!
Sömürgeciler işbirlikçileriyle buluştu!
Karşıyaka’da binlerce kişi Denizler’i andı 
Gençlik Denizler’in izinde devrim yolunda!.
BDSP Denizler’i andı
BES’lilere müdür emriyle saldırı
Demiryolu emekçileri yürüyor
Direnişçi işçiler Taksim’deyd
‘Terbiye operasyonu’na
direnişle yanıt verdiler
MAS-DAF işçileri yollarda
Siyasal gelişmeler ve genel seçimle
Mali kriz senkronizasyonu
Portekiz’i vurdu - Volkan Yaraşır
Tunus’ta mücadele
yeniden sertleşiyor
Suriye’de halk hareketi ve
emperyalist hesaplar
İsyanın birleştirici harcı bozulamaz!...
Hamas-El Fetih anlaşması ve etkileri
ABD emperyalizminin
Ladin oyunu
TMMOB tarihinde kara bir leke: Büyük yüz(süz)leşme
Sanal sıkışıyor, sokakları
genişletelim!
Faşizmin işkencehanelerinde
devrim savunması
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AB’nin zayıf halkaları kırılıyor...

Mali kriz senkronizasyonu
Portekiz’i vurdu

Volkan Yaraşır

Kapitalizmin yapısal krizinin senkronizasyon etkisi sürüyor. 2009 itibariyle AB ülkeleri mali kriz dalgası içine girdi. Mali kriz özellikle kıtanın Akdeniz havzasını sardı ve sarstı.

Krizin AB’ye vurmasıyla, AB ülkelerinin bütününde, ticarette ve sanayi üretiminde şiddetli düşüşler görüldü. Başta İzlanda’da yıkıcı sonuçlar yaşandı. Ardından Yunanistan borç krizi sarmalına girdi ve iflasını ilan etti. 2010 yılının sonlarına doğru AB’nin toksik bankacılık merkezi olarak işlev gören İrlanda, mali krizle sarsıldı. 2011 yılının başında ise AB’nin en zayıf halkalarından biri olan Portekiz borç krizi içine düştü. İflasın eşiğine gelen Portekiz, AB merkez bankası ve IMF’den “acil yardım” talep etti. Mali kriz dalgası yayılmaya devam ediyor. Şimdi sırada İspanya, İtalya ve Belçika var. 2011 yılı ve önümüzdeki birkaç yıl içinde büyük mali çöküşlerin yaşanması olasıdır. Bu süreç aynı zamanda dünya finans sistemini çökertecek potansiyelleri içinde taşıyor.

Portekiz borç krizi kapanında

Avrupa’nın Akdeniz havzasında bir halka daha koptu. Portekiz mali krizle sarsılmaya başladı. Portekiz bütçe açığının AB ortalamasının çok üzerine çıkmasıyla dikkat çekiyordu. İktidarda bulunan Sosyalist Parti’nin krizi öteleme çabaları sonuç vermedi. Ülkede işsizlik oranı resmi rakamlara göre % 11’e yükseldi. Portekiz ekonomisi giderek bloke oldu.

Krizin yıkıcı sonuçları işçi sınıfının öfkesini tetikledi. AB’nin Yunanistan’a dayattığı karşı devrim programı yalnızca Yunanistan değil, bütün Avrupa işçi sınıfına yönelik bir saldırıydı. Finans kapitalin topyekün saldırısında Yunanistan, bir ön cephe işlevi gördü. Avrupa işçi sınıfına yönelik sosyal yıkım programı başta Yunanistan, Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya işçi sınıfının ayağa kalkmasına yol açtı. Genel grevler, büyük kitle gösterileri, sokak savaşları, işgaller ve direnişlerle kıta Avrupası sarsıldı.

Portekiz işçi sınıfı finans kapitalin kolektif saldırısına karşı 23 yıl sonra yeniden harekete geçti. Son derece geniş katılımlı bir genel grev gerçekleştirdi.

İktidarda bulunan Sosyalist Parti ve Başbakan Jose Socrates sınıfın yatıştırılması yönünde politikalar izledi. Ne var ki, 2009 yılında ekonomide yaşanan 2,7’lik daralma, 2011 Nisan ayında 4.5 milyar avro Mayıs ayında 5 milyar avroluk borç ödemesinin gündeme gelmesi, bütçe açığının yükselmesi, yaşanan likidite sorunundan dolayı borç çevriminin kırılmasıyla, Portekiz’in iflasın eşiğine geldiğini açıklamak zorunda kaldı. Yunanistan ve İrlanda’dan sonra üçüncü ülke olarak AB’ye kurtarma başvurusunda bulunacağını bildirdi. IMF ve Avrupa Merkez Bankası’ndan acil yardım talebinde bulundu.

Şiddetli likidite ve kaynak sorunu yaşayan Portekiz AB ve IMF’yle 78 milyar avroluk “finansal yardım” anlaşması yaptı. Socrates 3 yıllık periyodda bütçe açığını önce 2011 yılında 6.6, 2012’de 4.7, 2013’te 2.8’e indireceğini iddia etti. Muhalefet partileri dahil her kesimden “sorumluluk” istedi. Toplumsal konsensüs çağrısı yaptı. Fakat parlamentoya sunduğu “acil önlemler paketi” dördüncü kez reddedildi. Bu gelişme üzerine de istifa etti. Böylece Portekiz mali kriz sarmalıyla birlikte, hızla siyasal kriz sürecine girdi. 5 Haziran’da erken genel seçimlerin yapılması kararı alındı.

Karanfil devriminden günümüze (*)

AB’nin I. periperisindeki en geri ülke olarak dikkat çeken Portekiz, uzun yıllar Salazar diktatörlüğü altında yaşadı. Ekim Devrimi’nden sonra Avrupa’yı saran birinci sol dalganın kırılmasıyla finans kapital işçi sınıfına yönelik uluslararası düzeyde şiddetli bir saldırı başlattı. Bir karşı devrim hareketi olarak faşizm birçok ülkede iktidara geldi. 1922 yılında Mussolini Roma Yürüyüşü’yle İtalya’da iktidara el koydu. Bunu 1926 yılında Portekiz’de askeri darbe izledi. Darbe hükümetinde (1928-1932) maliye bakanlığı yapan Salazar, 1932 yılında başbakan oldu. Salazar, faşist karşı devrim dalgasının (1933’te Almaya’da Hitler, iç savaş sonrasında İspanya’da Franco iktidara el koydu) erken döneminde iktidara gelmesine rağmen uzun yıllar (36 yıl) yönetimde kaldı. Salazar’ın pragmatist ve oportünist yönelimleri, Soğuk Savaş koşullarına hızla adapte olması, iktidarını sağlamlaştırıcı faktörler oldu.

Salazar İtalyan faşizminden esinlenerek, bir faşist devlet tipi olan Estado Nova adını verdiği, korporatist devletin inşasına girişti. Yine İtalyan faşist iş yasalarını, iktidarının ilk yıllarında Portekiz’e uyarladı. Kara Gömlekliler benzeri örgütlenmeyi Mavi Gömlekliler adıyla organize etti. Almanya’da SA’nın tasfiyesine benzer bir tasfiyeyi faşist hareket içinde yaptı. Portekiz gizli servisini Gestapo’dan esinlenerek, yeniden şekillendirdi.

Korporatist devlet, sendika, devlet, sermayenin organik birliğine dayandı. Finans kapitalin en çıplak diktatörlüğünü simgeledi.

Sınıfı bir zümreye indirgemeyi ve loncalık bilinciyle hareket etmesini amaçlayan korporatist devlet uygulamaları, faşist iş yasaları ve korporatist sendikalarla pekiştirildi. İşçi sınıfının örgütlenmeleri yoğun şiddet ve baskıyla dağıtıldı. Sınıf hızla atomize oldu.

70’li yıllara doğru korporatizm uygulamaları sermayeye sınırsız serbestlik tanırken, sınıfın maksimum düzeyde sömürülmesine olanak sağladı. Portekiz’de sermayenin hızla yoğunlaşması ve merkezileşmesi yaşandı. 150’ye yakın şirket Portekiz’in ve sömürgelerinin kaderini belirliyordu.

Portekiz Avrupa’nın en yoksul ve geri ülkesi olarak dikkat çekiyordu. Yarı sömürge niteliğindeki Portekiz 5 sömürge ülkeye sahipti. Geç kapitalistleşmenin bütün çarpıklıkları ve çelişkileri Portekiz’de somutlanmıştı. Özellikle Afrika’daki sömürgeleri olan Mozambik, Angola ve Gine-Bissau’da, 1960’ların ortalarında yükselen ulusal kurtuluş savaşları, 1970’lere doğru Portekiz’i sarsmaya başladı. Sömürge savaşları Portekiz bütçesini felç ediyordu. Bütçenin yüzde 40’ı savaşa ayrılıyordu. Ayrıca savaşların uzaması, sömürge halklarının muazzam direnişi ve verilen can kayıpları Portekiz’de toplumsal huzursuzluğu artırdı.

Aynı yıllarda ordu içinde sömürge savaşlarının yıkıcı etkilerine ve diktatörlüğe karşı gizli örgütlenmeler oluştu. Faaliyetlerini illegal olarak yürüten bu yapılar içinde MFA-Silahlı Kuvvetler Hareketi öne çıktı. Genç yüzbaşılardan oluşan bu hareket 25 Nisan 1974’te bir darbeyle iktidara el koydu. Ordu içinde yaşanan klik savaşlarından sonra MFA, bütün denetimi eline aldı.

25 Nisan’da başta işçi sınıfı ve geniş kitleler sokakları yeniden kazandı. Kitleler darbeyi gerçekleştiren askerlerin silahlarına karanfiller koyarak, özgürlük özlemlerini dile getirdi. Bu davranış bu olayın Portekiz Karanfil Devrimi olarak anılmasına neden oldu.

Darbe uzun yıllar sınıf içinde biriken öfkenin patlamasına yol açtı. İşçi sınıfı 1970’lerin başında korporatizme karşı illegal temelde çeşitli işçi örgütlenmeleri yarattı. 25 Nisan’dan sonra bu örgütlenmeler İşçi Komisyonları adında bir özyönetim organı gibi hareket etmeye başladı. Faşizme karşı yarım asırlık öfke yoğun bir kitle mobilizasyonuna neden oldu. İşçi Komisyonları’nın yanında alternatif yaşam örgütlenmeleri olan Mahalle Komisyonları kuruldu.

1974 Karanfil Devrimi bir politik devrim mahiyeti taşıdı. Devrim günlerinde işçi sınıfı, işçi komisyonları aracılığıyla yaygın bir şekilde fabrikalarda yönetime el koydu. Komisyon örgütlenmeleri Portekiz’in sanayi bölgelerinde kurulmaya başlandı. İşçi sınıfı büyük bir moral güç topladı ve muktedir olma duygusuyla hareket etti. Mahalle komisyonlarıyla alternatif toplumsal ilişkiler örülmeye başlandı. Öğrenci gençlik üniversitelerde benzer oluşumlara girdi. Memurlar işyerlerinde denetimi sağlayacak örgütlenmeler yarattı. Salazar döneminin yöneticileri ve faşistler işyerlerinden kovuldu. Bu gelişmeler ve devrimin yarattığı olağanüstü atmosfer MFA’yı radikalleştirdi. Portekiz’de sosyal devrimin bütün olanakları doğdu. Fakat karşı devrim de boş durmuyordu. Faşist güçler ordu aracılığıyla birkaç darbe girişiminde bulundu. Fakat işçi sınıfının ve kitlelerin ayağa kalkması sokaklarda ve alanlarda barikat oluşturmasıyla bu darbeler boşa çıkarıldı.

Uzun yıllar illegal faaliyet yürüten Portekiz Komünist Partisi açık faaliyete başladı. Moskova’dan dönen komünist partisi genel sekreteri Alvaro Cunhal yeni kurulan hükümet içinde görev aldı. Sosyalist parti de legal faaliyete başladı. PKP ve sosyalist parti “normalleştirme” politikaları izlemeye başladı. İşçi sınıfından yükselen sosyalist iktidar talepleri komünist parti tarafından reddedildi ve “gerçek dışı” olarak tanımlandı. II. Paylaşım Savaşı sonrasında Fransa ve İtalya’da FKP ve İKP’nin yaptığına benzer bir politik tutum PKP tarafından da uygulandı. Pro-sovyetik çizgideki bu partiler, Sovyetler Birliği’nin dış politikasına uyumlu bir şekilde sosyal devrimin tüm şartlarına rağmen bu devrimi gerçekleştirmekten öte, devrimi engelleyerek, burjuva liberal bir sistemin kurulmasına öncülük etti. PKP bu rotayı bozacak gelişmelere karşı sert önlemler aldı, grevlere yasak getirdi. Grevci işçilere çeşitli baskılar uyguladı.

Sosyalist Parti, işçi komisyonlarını ve işçilerin çeşitli düzeydeki mücadelelerini “aşırılık” olarak tanımladı. PKP ve Sosyalist Parti ortak bir tavır içerisinde burjuva demokratik düzenlemelere girişti. Bu adımlar sınıf içinde yoğun bir demoralizasyon yarattı. Devrim sönümlenme sürecine girdi.

1975 Nisan ayında yapılan seçimlerde PKP % 12.5 oy aldı ve seçimlerden üçüncü parti olarak çıktı. Ne var ki, PKP’nin çizgisi ve politik hattı, burjuva demokratik açılımlarla sınırlıydı. Bu arada burjuva güçler Sosyalist Parti ve orduyla birlikte ortak hareket ederek Portekiz devriminin yenilgisine neden olacak adımlar attı. MFA ordudan tasfiye edildi, grevler yasaklandı, çeşitli işçi örgütlenmeleri ve işçi komisyonları dağıtıldı.

1976 yılında yeni anayasa onaylandı. Sosyalist Parti, burjuvazinin hegemonyasını inşa edecek politikalar geliştirdi.

1983 seçimlerinden sonra Sosyalist Parti Başkanı Soares AET’ye katılım için Sosyal Demokrat Parti’yle yeni bir hükümet oluşturdu.

Portekiz 1986’da AET’ye üye oldu. Böylece Portekiz’deki geçiş süreci tamamlandı. Burjuva demokratik düzenlemeler gerçekleştirildi.

Portekiz yeniden sömürgeleştiriliyor

Portekiz AET ve daha sonra AB oluşumunda bir periferi ülke olarak yer aldı. Periferinin taşıdığı tüm problemleri üzerinde taşıdı.

Neo-liberal yıkım programları Portekiz’de radikal bir şekilde hayata geçirildi. Portekiz, özellikle İspanya’nın toksik bankacılığının merkezine dönüştü. İspanya’yla entegrasyonu derinleşti. Bundan dolayı Portekiz’i saran bir krizin İspanya’da şiddetli etkiler yaratması kaçınılmaz oldu.

Portekiz, AB’nin I. periferisinde yer alan diğer ülkeler gibi, AB’nin emperyalist çekirdeğini oluşturan Almanya ve Fransa’nın ekonomik ve siyasi nüfuz alanına dönüştü. Sermaye transferleri ve sürekli dış kaynaklarla ekonomisi ayakta kaldı. Yani AB’nin emperyal çekirdeğinin sermaye ve mal fazlasını eriten, emen bir konumlanış içinde oldu. Emperyalizmin sermaye ihracının bir görünümü olan bu durum, AB içi işbölümünün dışavurumuydu ve bir sömürgeleştirme stratejisini ifade ediyordu.

Kapitalizmin yapısal kriz süreci, kamu bütçelerinin bankalara ve tekellere transferi ve likiditede yaşanan sıkıntı, borç çevrimiyle dönen bu ülkelerde hızlı çöküşleri beraberinde getirdi.

Portekiz’de Sosyalist Parti, Yunanistan’da PASOK’un iktidara geldiği dönemde hükümet oldu. İki parti de krizin yıkıcı etkileri karşısında doğabilecek toplumsal patlamayı yatıştırmak, yumuşatmak işleviyle hareket etmeye başladı. Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun bir siyasi aktör olarak hazırlanması da bu paralelde ele alınabilir. İspanya’da Zapatero iktidarıyla Sosyalist Parti 2008 sonrası krizin etkilerine karşı doğan toplumsal reaksiyonları bastırma politikası izledi. Bu pratikler sosyal demokrasinin yeni dönemdeki işlevini ortaya koyuyor: Neo-liberal sosyal yıkım programlarına istisnasız devam etmek, kitlelerin tepkilerini farklı yöntem ve araçlarla nötrleştirmeye çalışmak, “acı reçeteleri” yaratılan halüsinasyonlarla katlanılır kılmak ve finans kapitalin ihtiyaçlarını büyük bir titizlikle yerine getirmek.

Socrates, Mart ayında yapılan Sosyalist Parti genel başkanlık seçimlerini % 93’lük bir oyla kazandı. Böylesi bir prestijle hareket eden Socrates, isteklerinin parlamentodan geçmemesi üzerine başbakanlıktan istifa etti ve 5 Haziran’a yıpranmamış bir vizyonla ve çeşitli atraksiyonlarla hazırlanıyor. AB Merkez Bankası başkanının Socrates’in tedbir politikasını son derece olumlu olarak değerlendirmesi ve Socrates’i taltif etmesi AB’nin Sosyalist Parti’ye vizesi olarak ele alınabilir.

Socrates açıkça 78 milyar avroluk yardımın karşılığının son derece ağır olacağını açıkladı. Bu paralelde kamu harcamalarının yüzde 50 oranında azaltılacağı vurgulandı. Bunun anlamı sağlıkta, ulaşımda, eğitimde devlet sübvansiyonlarının kalkması ve bu sektörlerin hızla özelleştirilmesidir. Yine saldırı paketi içerisinde işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının gaspı bulunuyor. En başta emeklilik yaşının yükseltilmesi ve ücretlerin düşürülmesi geliyor.

Portekiz’de 5 Haziran’da yapılacak genel seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, finans kapital işçi sınıfına topyekun bir saldırıya hazırlanmaktadır. Portekiz’i sınıf mücadelesi açısından “sıcak bir yaz” bekliyor. 23 yıl sonra genel grev pratiğiyle toplumsal maddi bir güç olduğunu ortaya koyan işçi sınıfının bu saldırılara karşı yanıtı da sert olacaktır. Portekiz’i işçi sınıfının mücadelesi açısından, Avrupa’nın Akdeniz havzasındaki yeni odağına dönüştürecektir.

Almanya AB içinde hegemonyasını yaygınlaştırıyor

Portekiz’deki mali kriz süreci AB içinde Almanya’nın yeniden tartışılmasına neden oldu. Eski Başbakan Suarez, Merkel’in tavrını “Avrupa’nın Almanlaştırılması” olarak değerlendirdi.

Kapitalizmin yapısal krizi emperyalist özneler arasında hegemonya krizine ve “savaşlarına” yol açtı. Almanya, AB’nin I. periferisini saran mali krizi AB’nin yeniden yapılanması ve kendi hegemonyasını pekiştirme aracına çeviriyor. Almanya bu amaçla AB’yi daha da homojenleştirmek istiyor. Ayrıca I. periferide bulunan, şiddetli borç krizi içine düşmüş ülkeleri, başta Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve sırada İspanya olmak üzere, yeniden sömürgeleştirmeyi hedefliyor.

Alman kapitalizmi aşırı sermaye birikimini, kriz koşullarından da faydalanarak, AB’nin periferisine aktarıyor. Almanya’nın avro bölgesinde 1999-2008 arasındaki dönemde alacaklarının dört kat artması bunu gösteriyor. Bu alacakların büyük bir kısmını bugün mali kriz yaşayan ülkeler oluşturuyor.

Avro bölgesini saracak mali krize karşı Avrupa Finansal İstikrar Fonu, bu yönde atılan önemli bir adım oldu. Fonun 250 milyar avroluk bütçesi, 400 milyar avroya çıkarıldı. Ayrıca Avrupa İstikrar Mekanizması adı verilen organizasyonla 2013 yılında bütçe 700 milyar avroya yükseltilecek. IMF’de benzer düzenlemelere girişti. “Kurtarma operasyonları” için 580 milyar dolar ayırdı.

Bugün mali kriz yaşayan Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’de ABD bankalarının 133 milyar, Alman bankalarının 500 milyar, Fransız bankalarının 400 milyar dolar alacağı bulunuyor.

Almanya’nın AB içinde hegemonyasını yayma ve derinleştirme stratejisi, diğer emperyalist özne Fransa’yı sıkıştırıyor, hamlelerini daraltıyor.

Fransa’nın, Libya’ya yönelik emperyalist müdahalede öncü güç olması ve agresyon politikaları izlemesi bu sürecin reaksiyonel bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Bütün bu faktörlerin yanında gözden kaçan şey, mali kriz senkronizasyonunun derinleşerek, başta İspanya’yı, daha sonra İtalya’yı ve Belçika’yı anaforu içine çekmesidir. Böylesine bir dalga en başta ayrılmış fonları yutacak boyuttadır. İspanya’da olası mali krizin mahiyeti bugün açısından 1,1 trilyon avrodur. İspanya’nın yaratacağı yıkım, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’in yaratacağı toplam yıkıma eşittir. Ardından olası İtalya ve Belçika’da yaşanacak mali kriz dalgası sistemin bütün kontrol mekanizmalarını kırabilir. Avrupa finans sistemi çökebilir. Bu bir anlamda dünya finans sisteminin çökmesi demektir.

Daha da önemlisi Avrupa işçi sınıfının, sınıfsal antagonizmanın derinleşmesine paralel olarak ayağa kalkışıdır. 2009 ve 2010 yıllarında Avrupa işçi sınıfının gerçekleştirdiği pratikler muazzam bir potansiyel yaratmıştır. Avrupa’nın Akdeniz havzasındaki olası yeni işçi dalgasının Fransa kadar Almanya’yı da etkilemesi kaçınılmazdır. Alman işçi sınıfı bütün ataletine, atomizasyonuna ve demoralizasyonuna karşı Avrupa’nın Akdeniz havzasından kendisini kuşatan sosyal ayaklanmalarla harekete geçebilir.

AB’nin II. periferisinde bulunan Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar ve ihtilalci ruh, AB’nin birinci periferisinde 2009 ve 2010’da gerçekleşen büyük kitle grevleri, sokak savaşlarıyla bütünleşmiş neo-liberalizmin çeyrek asırdan beri yarattığı sinik ve pesimist havayı dağıtmıştır. ABD’de Wisconsin eyaletindeki işçilerin Mısır ve Tunus işçilerini örnek alması boşuna değildir. Yeni oluşan küresel ve kolektif ruh halinin göstergesidir. Bu süreç başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelere özgüven aşılamış, muktedir olma duygusu yaratmıştır. Zamanın ruhu değişmektedir. Bugün Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’yu, Avrupa’nın Akdeniz havzasından merkez ülkeleri saran sosyal mücadele dalgası yeni bir tarihsel momentumun göstergeleridir.

(*) Portekiz’de Salazar diktatörlüğü, Portekiz İşçi Sınıfı Tarihi, Karanfil Devrimi, İşçi ve Mahalle Komisyonları ve Portekiz’deki geçiş süreci hakkında daha geniş bilgi için bkz., Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi Hareketleri; Tümzamanlar Yay., 2004