02 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/14

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs yolunda ayrışma ve
birleşme ekseni
TEKEL işçilerinin 1 Nisan eylemi..
Faşist baskı ve terör sökmedi, sökmeyecek!
Anayasa tartışmaları ve emeğin sömürüsünün meşrulaştırılması
TEKEL işçilerinin
1 Nisan buluşması...
BDSP’den yaygın 1 Nisan çağrısı
İşçi ve emekçi hareketinden..
EKK’dan direnişteki TÜBİTAK işçisi
Aynur Çamalan’a..
Adana BDSP’den
TEKEL gündemli toplantı
Sınıf hareketi yeni bir dönemin başında / EKİM
Yolsuzluk düzeni kapitalizme karşı mücadeleye!
Avukatlar sömürüye karşı birleşti
Kusursuz cinayet ve
çıplak gerçekler
Kızıldere şehitleri
katliamın 38. yıldönümünde anıldı
Gençliğin Kızıldere anmalarından...
“Hayatımız sınav” raporunun verilerinin gösterdikleri...
Genç-Sen’den geleceksizlik karşıtı faaliyetler...
Irak halklarının sorunları
birleşik direnişle çözülebilir!
Arap Birliği’nin Sirte Konferansı…
Almanya’da ırkçılık ve faşizm devlet eliyle örgütleniyor
Türkiye’de demokratikleşme
sorunu hakkında kısa notlar…- 6 -
M. Can Yüce
Polis terörüne son!
Hasta tutsaklar için
eylemler sürüyor.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anayasa tartışmaları ve
emeğin sömürüsünün meşrulaştırılması

12 Eylül Anayasası’nda bir kısım tadilat çalışmaları AKP tarafından bir süredir yeniden gündemleştirildi. AKP’nin kendi elini güçlendirmek için yapmayı amaçladığı tadilat, yandaş-uşak medya aracılığıyla kamuoyuna, “12 Eylül Anayasa’sı değişiyor” diye reklam edildi. Burjuva “fikir” dünyasının okur-yazar takımının da, her konuda olduğu gibi, Anayasa tartışması etrafındaki bölünmesi de, bağlı oldukları güce göre şekillendi. AKP yanlıları tadilatın “demokratik” değişiklikleri içerdiğini propaganda ederken, karşıtları ise itirazlarını yükseltiyorlar. Ancak her iki kesim de ortak bir eksende buluşarak, demokratik anayasaların, hayatı yaratanların verdikleri devrimci mücadelenin başarısına göre şekilleneceği gerçeğinin üzerinin örtülmesine özen gösteriyorlar. Egemen sınıfın bu görevlileri, anayasa yapmayı kendi tekellerinde bir uğraş alanı olarak görüyorlar.

Burjuva anayasalar, mevcut toplumsal düzenin temelleri üzerinde, mevcut ekonomik-toplumsal yapıyı koruma, toplumun ekonomik ve sosyal bölünmesini koruyup derinleştirme, özel mülkiyeti anayasal bir güvenceye kavuşturma çabasından başka şey değildir. Kitleselleşen açlık, sağlıksız ve güvencesiz bir yaşamın, sermayenin yararına hukuksal onaylanmasından başka bir anlamı yoktur. Burjuva anayasaların giriş amentüsü olan “herkes yasalar karşısında eşittir” savı koca bir yalandır. Bunun büyük bir yalan olduğunu bir emekçi, günlük yaşamında onlarca kez yaşayarak öğrenmektedir. Bütün bunlara karşın burjuvazi, egemenliği altında tuttuğu, sömürdüğü işçi sınıfı ve emekçilere de bu durumun “yasal” dolayısıyla da “meşru” olduğu yanılgısını yaratarak, onlara boyun eğmenin/köleliğin inceltilmiş modern halini sağlamak için anayasaya ihtiyaç duymaktadır. Onların anayasaları, halk deyimiyle, yağma ve soygun düzenini “kitabına uydurmak”tan başka birşey değildir.

Bugün dünyadaki zenginliklerin yarısını dünya nüfusunun yüzde ikisi elinde tutmakta ve ona hükmetmektedir. Buna karşılık bir milyarın üzerinde insan ise açlık çekmektedir. Bütün bu barbarlık ve vahşet hiç de yasadışı olarak gerçekleşmiyor. Dünyadaki zenginliklerin yarısının nüfusun sadece yüzde ikilik bir asalak kesimin elinde toplanması ve açlık, anayasa ve uluslararası burjuva hukukuna uygun olarak gerçekleşiyor. Asalak burjuvazinin yaptığı da “yasal” hırsızlıkdan başka bir şey değildir.

“12 Eylül Anayasası değişiyor” diye topluma pazarlanmaya çalışılan, AKP’nin anayasadaki tadilat çalışmasının özü ve aslı budur. 12 Eylül generallerinin hazırlattığı 1982 Anayasası, şimdiye kadar 16 defa değişikliğe uğradı. Burjuva partileri, istisnasız hemen bütün hükümetleri döneminde, şimdiye kadar 12 Eylül Anayasası’nın 83 maddesini değiştirdiler. Bütün bu olup bitene rağmen, uşak takımı “12 Eylül Anayasası’nde en kapsamlı değişiklik” (Taraf, 23 Mart 2010) diyerek, herkesi kendi yalanlarına ortak etmeye çalışıyor. Diğer burjuva partilerin hükümetleri nasıl ki kendileri için uygun olan değişiklikleri yaptıysa, AKP de kendisine engel olarak gördüğü maddeleri değiştirmek istiyor. Yayılan bunca yalan ve demagojinin altında yatan yalın gerçek budur.

Burjuva anayasaların ortak özelliği:
Emeğe düşmanlık ve şoven-milliyetçiliktir!

Burjuva anayasaların ortak özelliği, işçi sınıfı ve emekçi halklara düşmanlığı ve şoven milliyetçiliği kendisine temel almasıdır. Bu durum, Türkiye gibi nispeten gelişmiş kapitalist ülkeler için olduğu kadar, dünyanın en gelişkin kapitalist-emperyalist devletlerinin anayasaları için de değişmez bir gerçektir. Burjuvazinin okur-yazar diplomalı hizmetlileri gözlerimizin içine bakarak, uşaklıkta kusur etmeden yapılacak değişikliklerle, “AB standartlarına ulaşacağımızı” müjdeliyorlar. Sahibine göre kişneyen bu zavallıların, kişnerken nefeslerinden yayılan pis kokulara, sabrımızı zorlayarak biraz yakından bakalım.

Almanya kapitalist-emperyalist dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahiptir. Bu uşaklar “AB standartları” dedikleri zaman, AB’nin bu patronunu da işaret ediyorlar. Alman anayasasında tekellerin sömürü ve vurgunlarına bir sınırlama yoktur. Kitabına uydurmak kaydıyla vergi kaçakçılığı, rüşvet, şantaj vb. durumlar için de bir sınırlama yoktur. Anayasadaki yasak ve sınırlamalar işçi sınıfı ve çalışanlar, onların politik örgütlülüğü olan komünist partisi içindir. Patronların grevlere karşı dayanışmaya girmelerinin önünde yasal bir engel yoktur. Ancak, işçilerin dayanışma grevi ve genel grev yapma hakkı yoktur, anayasaya göre suçtur. Komünistlerin memur olarak çalışması yasaktır. Çalışan bir memurun komünist partiye üye olduğu açığa çıkarsa, işten atılmasına yasal bir engel yoktur. Bu memur işten atıldığı gibi, kazanılmış emeklilik hakkı da yakılmaktadır. Almanya’da MLPD’ye üye olduğu gerekçesiyle onlarca öğretmen bu türden uygulamaların hedefi oldu. Komünistler sendikalara üye olamazlar. Yine MLPD’ye üye oldukları için sayısız işçi ve sendikacı, bu anayasal yasaklardan dolayı sendikalardan atıldılar. Almanya’nın iç “hukuku”nda bu duruma engel olacak yasal bir zemin yoktur. MLPD’nin “yasal” bir parti olması, Alman ve AB emperyalistlerinin “demokratik” görünümle ayıplarını kapatmaya çalışmalarını ifade etmektedir. Bu anayasal gerçekler, Baskın Oran’dan Ufuk Uras’a, emperyalizmin “cesur” sözcüsü Taraf  gazetesi tayfasından bilumum AB dalkavuklarına, Kürt libarellerine kadar uzanan uşak ruhlu okur-yazar takımının “demokrasi” adına neyi övdüklerini açıklamaya yeterlidir. Bu tabloya 80 milyonluk Alman nüfusunun %10’ununu meydana getiren göçmen işçilerin ve onların ailelerinin, örgütlenme, seçme ve seçilme hakının olmadığını da eklersek, bu dalkavukların durumu daha iyi anlaşılır.

Bu aynı çevreler, “AB normlarına ulaşacak bir anayasa değişikliği” diyerek, topluma bunları pazarlamaya çalışıyorlar. Kendi ülkelerindeki göçmen sorununu çözemeyen, İrlanda, Bask ulusal sorunlarına karşı üç maymunları oynayan, dünyanın her köşesinde işgalci askeri birlik bulunduran ve gerici savaşlarda yer alan, AB içerisinde mal ve servet dolaşımını özgür kılan, ancak işçilerin veya muhalif kesimlerin AB düzeyinde ortak gösteri ve grev yapma haklarını zorla engelleyen bu polis devletlerinin anayasalarının neresi demokratik?

İşçi sınıfı ve emekçi halklarımızın demokratik bir anayasaya ihtiyacı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak demokratik bir anayasa burjuva parlamentolarından elde edilebilinecek bir şey değildir. Bu ihtiyacı karşılayacak tek seçenek, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimci mücadelesinin başarısı olacaktır. Günümüzde bir anayasanın demokratik sıfatını hak edebilmesi için, bu anayasa öncelikle özel mülkiyetin tasfiyesi ve zorla el konan zenginliklerin gerçek sahiplerine, işçi sınıfı ve emekçi halklara iadesini sağlamalıdır. Böyle bir anayasa, yasal hırsızlıktan başka birşey olmayan sömürünün tasfiyesini sağlayan sosyalist devrimin zaferinin ürünü olarak elde edilecektir.

Hakların kazanılıp pratikte kullanılması da yine bu devrimci mücadelelerin ürünleri olarak mümkün olabilecektir. Bugün Kürt halkının anayasal ve yasal engellere rağmen yaptığı budur. Alevi emekçilerinin kullandığı haklar da, anayasa ve yasalara rağmen kendi mücadelelerinin ürünü olarak kullanılmaktadır. Yine 25 Kasım grevi ve TEKEL Direnişi de yasalara rağmen gerçekleşmiş ve başarıya giden yolu göstermiştir. Bu devrimci seçeneklerin dışındaki her yol, işçi sınıfı ve emekçilerin bilincini karartmaktan ve onları aldatmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir.