02 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/14

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs yolunda ayrışma ve
birleşme ekseni
TEKEL işçilerinin 1 Nisan eylemi..
Faşist baskı ve terör sökmedi, sökmeyecek!
Anayasa tartışmaları ve emeğin sömürüsünün meşrulaştırılması
TEKEL işçilerinin
1 Nisan buluşması...
BDSP’den yaygın 1 Nisan çağrısı
İşçi ve emekçi hareketinden..
EKK’dan direnişteki TÜBİTAK işçisi
Aynur Çamalan’a..
Adana BDSP’den
TEKEL gündemli toplantı
Sınıf hareketi yeni bir dönemin başında / EKİM
Yolsuzluk düzeni kapitalizme karşı mücadeleye!
Avukatlar sömürüye karşı birleşti
Kusursuz cinayet ve
çıplak gerçekler
Kızıldere şehitleri
katliamın 38. yıldönümünde anıldı
Gençliğin Kızıldere anmalarından...
“Hayatımız sınav” raporunun verilerinin gösterdikleri...
Genç-Sen’den geleceksizlik karşıtı faaliyetler...
Irak halklarının sorunları
birleşik direnişle çözülebilir!
Arap Birliği’nin Sirte Konferansı…
Almanya’da ırkçılık ve faşizm devlet eliyle örgütleniyor
Türkiye’de demokratikleşme
sorunu hakkında kısa notlar…- 6 -
M. Can Yüce
Polis terörüne son!
Hasta tutsaklar için
eylemler sürüyor.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt hareketi ve anayasal hayaller

Son günlerde “Anayasa tartışmaları” siyasal gündemin ön sıralarına yerleşmiş bulunuyor. Bu tartışmaların önemli bir tarafını da Kürt hareketi cephesi oluşturuyor. Bu konuda birçok PKK ve BDP yöneticisi çeşitli açıklamalar yapmış bulunuyor. Bu açıklamaların ortak noktası, AKP hükümetinin öne sürdüğü anayasa taslağının bir “Kürt reformu” için yetersiz bulunması ve bu haliyle desteklenmesinin sözkonusu olmayacağıdır. Fakat mevcut anayasa taslağına yönelik itirazın damgasını vurduğu bu açıklamalar, sorunu anayasal çerçeveyi aşan bir perspektifle ele alındığı anlamına gelmiyor. PKK yöneticisi M. Karayılan’ın “Sorunun çözümü köklü bir anayasa reformu ile mümkündür” ifadesi sadece kişisel görüşünü değil, aslında tüm Kürt hareketinin bakışını da yansıtıyor.

Kürt hareketi, İmralı süreci ile birlikte devrimi ve devrimci çözümü kategorik olarak reddetmesiyle ve dolayısıyla düzen içi çözümü esas almasıyla birlikte doğal olarak anayasalara olduğundan ve olabileceğinden çok daha büyük bir önem atfediyor. Oysa anayasaların ne kadar önemli ve dolayısıyla belirleyici olabileceği, nasıl, hangi koşullarda ve kimler tarafından yapıldıklarıyla belirlenir. Bunları hiç dikkate almadan, düzen güçlerinin sıradan değişikliklerine büyük önemler atfetmek, bunlardan başta Kürt sorunu olmak üzere sorunların çözülebileceği gibi ham hayallere kapılmak, anayasaların tarih içindeki rolünün, işlevinin nasıl şekillendiğinden habersiz olmaktır.

Anayasalar, tek başlarına bir ülkenin Kürt sorunu gibi kapsamlı ve köklü olanları da dahil sorunlarını çözemez, yapısını, sistemin niteliğini değiştiremezler. Çünkü, anayasalar, esas olarak verili güç ilişkilerinin bir yansımasıdırlar. Başka bir ifadeyle; sınıfsal güç dengeleri anayasayla belirlenmez, tersine anayasalar sınıfsal güç dengelerinin ifadesidirler. Yasalar, anayasalar, hiçbir yerde, yeni bir sistem getiremezler. Dolayısıyla, eğer sisteme sömürücü sınıflar egemense, o ülkede yapılacak bir anayasa da sömürücü sınıfların niteliğine ve taleplerine uygun bir anayasa olacaktır. Sermaye egemenliğinin sürdüğü koşullarda işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkı yararına bir anayasa beklemek, ölü gözünden yaş beklemektir.

Açıktır ki, sistem anayasaya göre değil, anayasalar ortaya çıkmış bulunan sisteme göre şekillenir. Dolayısıyla, hukukun, yasa ve anayasaların kendi başına bağımsız bir tarihleri yoktur. Hiçbir anayasa, sınıflardan bağımsız olmamış, yani bir sınıfın damgasını taşımayan bir anayasa yapılmamıştır. Yasalar, anayasalar, toplumlar tarihinin omurgasını oluşturan sınıflar mücadelesinin gelişim seyri içinde şekillenir ve o seyir içinde belli roller yüklenirler.

Anayasanın yerini, toplumsal şekillenme açısından şöyle belirleyebiliriz. Altyapı tarafından belirlenen hukuk, bir üstyapı kurumudur. Altyapıda kapitalizmin hüküm sürdüğü bir sistemin hukuku da, kapitalizmin damgasını taşır. Hukukun bir parçası olarak yasa ve anayasalar da üst yapı kurumudur ve egemen üretim ve mülkiyet ilişkilerini ifade ederler.

Hukuk, egemen sınıfın yasalaştırılmış iradesidir. Hukuk, egemen sınıf tarafından konulmuş bir kurallar bütünüdür ve belli bir toplumun siyasal düzenini korumak amacını taşır. Bu çerçevede, anayasaların da belli bir toplumun siyasal düzenini korumak amacını taşıyacağı açıktır. AKP’nin anayasası da kendi kesimsel çıkarıyla birlikte düzeni korumak amacını mutlak anlamda içerecektir. Başka türlü düşünmek, başka türlü beklentiler içinde olmak, bilimsel değildir, tarihi gerçeklere uymaz.

Anayasalar esas olarak modern sınıf mücadeleleri tarihinin bir ürünüdürler. Burjuvazinin prekapitalist sınıflara karşı verdiği mücadeleler sonucu ortaya çıkmışlardır. Burjuvazi bu sınıflara karşı verdiği mücadelede ihtiyaç duyduğu halk yığınlarının desteğini alabilmek için kendi öz sınıfsal çıkarlarını ideolojik bir örtüyle evrensel çıkarlar olarak sunmuştur. Sınıflar arası mücadeleler için geçerli olan bu ilke, sınıflar içi kesimsel çıkar mücadeleleri için de geçerlidir. Yeni anayasa bağlamında yapılan tartışmalarda da bu açıkça görülüyor. Bu tartışmada ne AKP sermayenin sözcüsü olarak “ben daha fazla iktidar istiyorum” diyor, ne de ordu merkezli burjuva kamp “ben ayrıcalıklarımın sürmesini istiyorum” diyor. Bunun yerine AKP “egemenlik milletindir”, diğerleri ise “iktidarların denetlenmesi gerekir” diyor. Gerçekte ne egemenlik milletindir ne de asıl denetleyici olması gereken halkın bir denetimi söz konusudur.

Tümüyle sınıflar ve sınıf mücadeleleri gerçeğine bağlı olarak şekillendikleri halde anayasalar baştan aşağı ideolojik metinler olarak sınıf gerçekliğini, sınıf çelişkilerini gizlemeye çalışırlar. Sermaye sınıfı, anayasaları birer “toplum sözleşmesi” olarak sunar. Buna göre, toplumu oluşturan bireyler karmaşık toplumsal yaşantının düzenlenmesi için bir araya gelip anlaşarak bir “toplum sözleşmesi” oluştururlar ve bu çerçevede bazı haklarından feragat ederek bunları devlet denilen organizmaya devrederler. Ama bu tam bir safsatadır. Gerçekte devletler böylesi bir toplumsal karnavalla oluşturulmuş cici bir sözleşmeyle değil, kuvvetle, zorla, güç mücadelesiyle kurulurlar ve yıkılırlar. Devlet yönetimine esas olan kurallar, yani anayasalar da egemenliğe sahip olanların iradesini dayatmasıyla oluşturulur. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olan burjuva sınıf egemendir ve onun istediği olur.

Gerçekte son derece somut mücadelelerin damgasını taşıyan burjuva anayasal esaslar soyut evrensel kurallar gibi sunulduğu için adeta değişmezlik halesine bürünmüşlerdir. Ama gerçekte anayasalar tam da gelişen sınıf mücadeleleri temelinde çok değişiklikler geçirmişlerdir. Burjuva anayasaları kutsal metinler değil, aksine somut sınıf mücadeleleriyle belirlenen metinlerdir. Gerçekte en yüce yasa, sınıf mücadelesi yasasıdır.

Bir hatırlatma yaparsak, anayasalar ve anayasa değişikliklerini yapan siyasal iktidarların “kurucu iktidar” ve “türev iktidar” olmak üzere ikiye ayrıldığı herkesin malumudur. Kurucu iktidar; bir toplumsal alt üst oluş sürecinin ardından iktidarı ele geçirenlerdir. Kurucu iktidar, yeni bir devlet kurar ve onun kimlik belgesi niteliğinde bir anayasa yapar.

Türev iktidar ise, kurulmuş devletin, yapılmış anayasasında, yeni bir hukuk düzeni getirmeyerek, kurucuların anayasada saptadıkları koşullara, verili sınıfsal güç dengelerine uyarak, bazı değişiklikler yapar. Bu işi, kurulmuş siyasal aygıt dışına çıkmadan yapar...

Anlaşılacağı üzere, AKP hükümetinin bu durumda konumu sermaye egemenliğinin bir türevi olmasıdır. O mevcut koşullarda, emperyalizmin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin belirlediği sınırların dışına çıkmadan yapacaktır ne yapacaksa. Gündemdeki anayasa değişikliğinin tarihsel, siyasal sınırları işte budur.

Bu sınırlar sözkonusuyken, bir anayasa değişikliğinin işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkının devasa sorunlarını çözmesi mümkün mü? Bugün de kitlelerin gözünü boyayacak birkaç madde koyabilirler bu değişiklikler paketine. Nitekim böyle birkaç madde de var mevcut anayasa taslağında. Fakat bunlar sorunun özünü değiştirmez.

Anayasaların sınırlarını belirleyen, soyut ideal ilkeler değil, somut sınıf mücadeleleri olmuştur. Emekçi kitleler bastırdığı ölçüde demokrasi ve özgürlüklerin sınırları genişlemiş, aksi hallerde daralmıştır. Bütün mesele bu mücadele ve bu temelde oluşan sınıfsal güç dengeleridir. İşçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkı sadece kendi gücüne güvenmeli, doğabilecek fırsatları da göz ardı etmeden esas olarak kendi mücadele ve örgütlülüğünü yükseltmeye bakmalıdır. Anayasada en ala özgürlükler yazılı olsa bile, esas olan, gerçek güç ilişkileridir. Zira uygulamada bunlar hayata geçirilmeyebilir. Bunun tek güvencesi işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkının örgütlü gücüdür.

Tarihsel deneyimler de gösteriyor ki, yaklaşık iki yüzyıldır zaman zaman siyasal arenada rastlanan “Anayasacı çözümler”, “Anayasacı hareketler”, bu yüzden siyasette hiçbir zaman dişe dokunur ciddi bir sonuç elde edememişlerdir. Buradan da çıkaracağımız sonuç açık olmalıdır: Anayasalar var olan güçler dengesinin ifadesi olduklarına göre, anayasal hayallere dalmak değil, işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkının taleplerini karşılayacak bir anayasa isteyenlerin yapması gereken bu sınıfsal güçler dengesini değiştirmektir. Aynı anlama gelmek üzere, bunun kurulu düzeni aşmayı ve mevcut sömürgeci sermaye egemenliğini alaşağı etmeyi temel alan devrimci bir seçeneği geliştirmek olduğu açıktır.