Hitler faşizminin yenilgisi, Sovyet Kızıl Ordusunun zaferi, yanısıra bu dönemde yaşanan vahşet, direniş ve ihanetler, bugüne kadar birçok belgesel esere, romana, öyküye sıkça konu edildi. Kazanılan zaferin bedelleri çok ağır oldu. Milyonlarca insan için ölüm, alternatifsiz hale geldi. Ölüm her an yaşanan, hayat ise uzak bir hayal gibiydi. Faşizm, döktüğü kanda boğuldu boğulmasına ama, doğanın doğal seleksiyonuna meydan okurcasına oldu bu. Canlı olmanın, insan olmanın hiçleştiği, tarihsel bir kesitti faşizm ve ikinci paylaşım savaşı dönemi. Kendinden önceki tüm vahşetler, Hitler faşizminin döktüğü kanın yanında, ancak masum kalabilirdi. Ama herşeye rağmen insanlık, bu trajediyi de atlatmayı başardı. Bugün karalama konusu yapılan Sovyetler Birliğinin belirleyici rolü sayesinde oldu bu. Faşizme ve ikinci emperyalist savaş vahşeti halkların ödediği ağır bedellerle atlatıldı ama; kapitalizm yıkılmadıkça, bu türden felaketlerin ve yıkımların kaçınılmaz olarak yeniden yaşandığını ve yaşanacağını da, bilimin ve tarihin ışığında çok iyi biliyoruz.
Hitler faşizminin önünde, toplama kamplarının ayrı bir yeri vardır: Gaz odaları, ölülerin yakıldığı Krematoryumlar, ağır çalışma koşulları... Savaşta katledilenlerin önemli bir kısmı, bu kamplarda öldürülmüştür. Bu toplama kamplarının en büyüklerinden birisi de, Buchenwalddir. Alman Komünist Paritisinin yiğit önderi Ernest Thalman da, bu kampın yanında bulunan Krematoryumun önünde katledilmiştir.
Sözün kısası, Kurtlar Arasında Çıplak kalan tutsakların hikayesi de, bu toplama kampında geçiyor. Bu çıplaklık, acz ve çaresizliktir; bu çıplaklık, ölümün soğuk ve ürperten nefesinde, yokolmanın sıradanlaşmasıdır; yaşamla ölümün ince çizgisinde ip atlamaktır, Buchenwald kampında olmak. Ölümüne ağır ve çetin bir yaşamın insanı donduran katılığında, duygulara vurmaya çalıştığı prangalara, insanı bencilleştirecek tüm koşullarına rağmen, kendi hayatlarını, en insani duygular için riske atmaya hazır olan insanların hikayesidir anlatılan. Her milliyetten ve coğrafyadan elli bin insan vardır Buchenwalde. Telef olan insanlar, sürekli yenileriyle tamamlanır. Kızıl Ordu askerlerinden çeşitli uluslara mensup komünistlere ve Yahudilere kadar tam bir mozaiktir kamp yeri. Birbirlerinin dillerini anlamasalar da, gözleriyle, tebessümleriyle, güdüleriyle anlaşan insanlar topluluğu...
Yazar Bruno Apitz, bir Alman komünisti ve 8 yıl Buchenwald kampında kalıp da kurtulanlardan. Buchenwald Toplama Kampındaki mücadelemiz sırasında geride bırakmak zorunda kaldığımız, yaşamını yitirmiş bütün uluslardan mücadele yoldaşlarımızı selamlıyorum diyerek başlıyor sözüne yazar. Kısa adı UKK olan Uluslararası Kamp Komitesini örgütleyen komünistlerin, tüm zorluklara rağmen bu dev yapıyı nasıl yarattıklarını okuduğunda, insan şaşkınlık geçirmeden edemiyor. Bu örgütlenmeyi yaratan koşullar düşünüldüğünde, gizlilik kuralları, nasıl da büyük bir önem taşıyor. Faşizmin tüm baskılarına rağmen bu komitenin varlığını devam ettirebilmesini ve savaşın son yılı olan 1945teki Buchenwald isyanıyla insanların özgürlüğüne kavuşmasını okumak, hem heyecanlı hem de şaşırtıcı geliyor insana. Ama bu bir gerçek. Kurtlar Arasında Çıplak kalan insanlığın yalın tasviri.
Romanlarda anlatılan olayların hızını, gerçek yaşamda kestirmek mümkün olmayabilir; hatta algılama, daha yavaştır. Kimi romanlarda olay ya da hikaye çok daha fazla öne çıkar; kurguda olay, daha özel bir yer tutar. Bu durum, roman kahramanlarının daha arka plana atılmasına neden olur. Kişilerin tasviri, olayla kurdukları ya da içinde oynadıkları rolün düzeyine göre değişiklikler gösterir.
Kurtlar Arasında Çıplakta anlatılan olayların hızına yetişemiyor insan; çok hareketli. Ve bu hareketlilik, okurun da ilgisini kamçılıyor. Sanat eserlerindeki beğenide, okurun ya da izleyicinin içeriğe özgü ilgi ve eğilimleri özel bir yer tutar. Ama okumadaki rahatlık ve akıcılık, eserin her zaman edebi gücüne bir işaret değildir. Hatta kimi durumlarda tersi geçerlidir. Kurtlar Arasında Çıplaktaki sürekleyici konu ve dilin sıcaklığı, okuru hep ne olacak, nasıl olacak? sorularıyla, süprizlere itiyor.
İsterseniz şimdi, romanın sayfalarını hızlı hızlı çevirmeye başlayalım.
Buchenwald kampına gizlice sokulan üç yaşındaki Yahudi çocuk herşeyin başlangıcıdır romanda. Herşey karışır birden. Elli bin insanın sorumluluğunu üzerine almış olan UKK, ne yapacağını şaşırır. Ne olacak şimdi? Eğer SSler farkına varırsa hem çocuk ölecek, hem de çocuk üzerinden gizli örgüt açığa çıkacak. Gizli örgütün açığa çıkması, elli bin insanın katliamına neden olabilir. Kampta bulunan komünistler, çocuğun kamtpan gönderilmesiyle (ki bu çocuğun ölümü olacaktır), kampta kalması arasında bocalamaya başlar. Evet, herşey açığa çıkabilir. Tüm insanlar öldürülebilir. Ama ya çocuk?
Bu çocuğu kurtarma çabasına kilitlenir herkes. Ölümle yaşam arasındaki çizginin silikleştiği bu yerde, bu çocuk kendi umutlarıdır tutsakların. Tüm risklerine rağmen çocuğu yaşatma çabaları herşeyin önüne geçer. Küçücük bir yaşam kıvılcımı sıçramıştır onlara. Bu minnacık şeyi yokolmaktan korumaları gerekir.
Kroponski, kaskatı kesilmiş yavruyu bavula yatırdı; birkaç mantodan döşek hazırlarken elleri titriyordu. Çocuğu usulca üzerine yerleştirip, üzerini örttü ve ellerini yavaşça yüzünden çekti. Bunu yaparken, gözleri sıkıca kapalı çocuğun, hafif de olsa gizli direnişini hissediyordu... Adamlar, birbirlerinin üzerinden o küçük şeyi seyrettiler. Bir tırtıl gibi kıvrılmış uyuyordu. Tutsakların yüzüne bir ışıltı yerleşmişti; çok uzun zamandır hiç çocuk görmemişlerdi. Hayret ediyorlardı. Gerçek, küçük bir insan gibi.
Uluslararası Kamp Komitesi, zamanla direnişin merkezi oluyor. Esas olarak Alman komünistleri, çeşitli uluslardan biraraya toplanan binlerce insan arasında bir birlik yaratmak, milliyetler arasında iletişimi kurmak ve en iyilerin yardımıyla, ilk başlarda kesinlikle varolmayan dayanışma ruhunu geliştirmek için azami bir çaba sergilerler.
UKK, yavaş yavaş, hiç kimse böyle bir gizli örgütün varlığından haberdar olmaksızın, tutsakların arasında kök salmaya başladı. UKKden hiçbir yoldaş, kampta dikkat çeken bir konumda değildi ve kendisinden söz ettirmiyordu. Sade ve göze batmadan yaşıyorladı. Bogorski, banyo komandosunda; Kodiczek ve Pribula, gözlük barakasında tekniker; Van Dalen, revirde basit bir hastabakıcı; ağzının tadına düşkün olanların tuttuğu Fransız Riamonda, SS Gazinosunda aşçı ve 38. Blokta kalan Bochov, yazman olarak çalışıyordu.
Çocuğun varlığından belli bir zaman sonra Fürherlerin haberi olur ve ondan sonra hummalı bir arama başlar. Çocuk bulunamaz ama, çocukla doğrudan ilgili olan insanlar işkenceden geçirilir. Birisi öldürülür; UKKli olmayan bir diğeri ihanet eder. Ağır ve ölümüne işkencelere rağmen, UKK açığa çıkarılamaz. Ama herşeye rağmen UKK, işkencede çözülme ihtimaline karşı tedbirler alır ve kendisini yalıtmaya çalışır.
Höfel ve Kroponski işkence görmeye başlar. UKK, tedirgindir. Zincirin herhangi bir yerinde yaşanan kopma ya da çözülme, yapıyı tümden yokedebilir. Kroponski, neyse de Höfel çözüldüğünde arkası çorap söküğü gibi gelebilir, hepsi uçuruma yuvarlanabilir. Mekanizma, ne kadar iyi kamufle edilirse edilsin, sonuçta insanlardan kuruludur. Militanların tümü kararlı, tehlikeler karşısında inatçı insanlar olsalar da, buna rağmen işkencehanelerde, o ıssız hücrelerde başka yasalar geçerlidir. İnsan orda kendisiyle başbaşadır. Ve kim, kendisinin o fiziki ve psikolojik işkenceler karşısında gerçekten demirden bir irade mi göstereceğini, yoksa zavallı bir yaratığa mı dönüşeceğini bilebilir? İşkencelerin sonunda kesin ve acılı bir ölüm korkusunun, irade ve cesarete ağır basmayacağını kim garanti edebilir? İhanet etmektense, ölmeyi tercih edeceklerine dair ant içmiştir UKKli komünistler. Fakat ant içmek ile onun gereğini yerine getirmek arasında, insan doğasının bilinmeyen birçok aşamaları bulunuyordu.
Ağır top gürültüleri kampa yaklaştıkça, faşistler kaçmanın yollarını aramaya başlarlar. Bir kısmı, elli bin tutsağın tümünü öldürerek kaçmak ister. Diğer faşist subaylar ise, kendileri ele geçtiği taktirde öldürülmemeleri için farklı taktikler önerirler. Şimdi de, kamp Führerlerinin yaptığı toplantıdaki konuşmalarına kulak verelim:
Kapana kısıldık, Büyük işler kotarmanın zamanı geçti. Şimdi sorun kendi yakamızı nasıl kurtaracağımız. Eğer buradan çekilir ve ardımızda bir yığın ceset bırakırsak, ölüme kadar sadık kalmış olmanın onurunu taşıyacağız. Ben yakamın gevşek olmasını istiyorum. Savaşı biz kazanmış olsaydık o zaman kampta sadece eğlence olsun diye nefis bir hedef vurma oyunu düzenlerdim.
Evet, en sonunda tutsakların isyanı! Özgürlük tutkusunun, ölüme galip gelişi. Gözyaşlarının, her bir yoldaşı ıslatan sıcaklığı... Duygu seli... Tüm zorluklara ve barbarlıklara rağmen, komünistlerin direnişlerinin zaferi...
Bruno Apitzın romanlaştırdığı İkinci Dünya Savaşının son yılında gerçekleşen Buchenwald isyanı, dünyanın başına musallat olan faşizmin karanlık koşullarında bile insan yeteneklerinin ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu kanıtlayan tarihsel bir anıt gibi çıkıyor karşımıza. İnsanlığın faşizmden çektiği acılar asla unutulmasın diye, direnişçilerin söylediği bu özgürlük türküsüne kulak vermek gerekiyor.
Sözümüzü, Bochowun sözleriyle tamamlıyoruz: Şimdiye kadar tehlikelerden kaçındık. Bu iyiydi, çok iyi. Zeka ve yetenek, şans ve rastlantıyla tehlikelerden kurtulmayı başardık. Bütün bu yıllar boyunca bu yolu izledik. İnsanlığımızı, hayvani bir zekayla koruduk ve savunduk. İçimizdeki insanı, çoğu zaman da derinlerimizde saklamak zorunda kaldık. Öyle değil miydi yoldaşlar? Şimdi, yolumuzun son kısmını yürüyeceğiz; ya özgürlük ya ölüm! Artık kaçınmak olanaksız...