Amerikan başkanlık seçimleri her geçen gün biraz daha içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Bir demokrasi ülkesi olarak sunulan Amerikada 1787den kalma bir seçim sistemiyle sonuçlandırılmaya çalışılan ve artık bir fiyasko ya da komedyaya dönüşen başkanlık seçimleri, 7 Kasımdan bu yana oyların tekrar tekrar sayılmasıyla devam ediyor. Öyle görünüyor ki kesin sonuçlar 17 Kasımdan önce açıklanamayacak.
Seçimlere birçok yerden itirazlar gelirken skandalların da ardı arkası kesilmiyor. Amerikan başkanlık seçim sistemi birçok eyalette farklılık gösteriyor, ancak ortak olan husus, her eyalet için bellirli bir sayı olarak belirlenen seçici delegelerin başkanı seçmesi kuralıdır. Bu delegelerin nasıl seçildiği ise eyaletten eyalete değişiyor. Başkanı bu seçilmiş delegeler seçtiği için, Demokrat Goreun toplam oy sayısı Cumhuriyetçi Bushtan fazla olmasına rağmen Bush başkanlık koltuğuna oturabilir. Bu seçim sistemine itirazlar bir yana Floridadaki oy sayımı defalarca yineleniyor ve her seferinde farklı bir sonuç çıkıyor. Bu sayımlar sırasında Miamide bir otelde bulunan oy sandığı, yollarını şaşırarak(!) Danimarkaya giden oy pusulaları vb. gibi hiç de münferit olmayan olaylarsa, artık seçimlerin ciddiyetini iyice sulandırıyor.
Boyunduruğu altındaki ülkelerdeki seçimlere demokrasi ve adalet katmak için gözlemci gönderen ABDye şimdi tüm dünya gülüyor. Küba seçimleri için ABDye gözlemci göndermeyi önerirken; Azerbaycan devlet başkanı, ''Azerbaycan, ABD demokrasisinin geleceğinden kaygı duyuyor!'' diye açıklama yapabiliyor. Bu arada Amerikan ve dünya basını En iyisi Beyaz Sarayda Clinton kalsın! manşetini atabiliyor. Amerikancı başbakanımız Ecevit ise, biraz erken davranarak Başkan Bushu tebrik edenler arasında yer alıyor. Seçimlerin sonuçlanmadığı kendisine söylenince de, Bizim için hiç farketmez! diyebiliyor! Doğru ya efendi-uşak ilişkisinde değişen bir şey olmayacak, ABD uşakları için giden ağam gelen paşam! Amerikan halkı ise dünya halkları kadar rahat gülemiyor. Birçok eyalette binlerce Amerikalının katıldığı halka güvenin, ne istiyoruz; demokrasi, ne zaman; şimdi! sloganlarının atıldığı eylemler yapılıyor.
Aslında Amerikan emekçi halkının seçimlere karşı olan tutumu, oynayan demokrasi ve hukuk oyununun çok da onları ilgilendirmediğini gösteriyor. Toplam seçmen sayısının %50si bile sandıklara gitmiyor. Çünkü, emekçi halkın gelir durumu, bir önceki seçimlere nazaran daha da kötüleşmiştir. Yıllık geliri 50 bin doların altında olan Amerikalıların oranı 94teki seçimlerde %63 iken, 2000de %47e düşmüştür. Bu toplumda artan servet sefalet kutuplaşmasının bir yansıması oluyor.
Görünen o ki seçimler için ne harcanan 11 Milyar dolar, ne onca televizyon şovu, ne görkemli mitingler, ne de dürüst ve güvenilir tam bir Amerikan ailesi pozları, emekçi halkın seçimlere ilgisini artırabilmiş değil.
Zaten, ABD seçim sistemi tamamen emekçi halkın inisiyatifini yok sayıp, engelleyen bir sistem. ABD seçimlerinde, politikalar değil kişiler ve bu kişilerin üzerine kurulmuş şovlar yarışıyor. Amerikan halkı, televizyonunun başında kendisine sunulmuş bir tüketim nesnesini izler gibi, bu seçimlerden uzak, edilgen ve güdümlü konumdadır
Son gelişmelerden sonra, daha önce ifade edilen Bush ve Gore arasında bir fark olmadığı gerçeğine biraz da kuşkuyla bakılarak birkaç soru yöneltilebilinir. Bu kuşkuları yoketmek açısından bu soruları biz soralım ve yanıtlamaya çalışalım: Madem sermaye için Bush ya da Goreun başkan olması esasa ilişkin bir şeyi değiştirmiyor, aynı sermaye zedelenen ABD demokrasisinin itibarına, yığınla skandala ve spekülatif sermayenin bu istikrarsız tablodan ürküp farklı yatırım bölgelerine kaçabileceği gerçeğine neden göz yumuyor? Neden taraflardan biri uslu uslu bir kenara çekilmiyor da, kaybetmeyi sindiremeyen mızıkçı çocuklar gibi durmadan süreci uzatan çabalara girişiyor?
Her iki tarafı da destekleyen, (destekleyen aslında yanlış seçilmiş bir kelime, doğrusu yönlendiren olmalı) sermaye grupları açısından durum gerçekten can sıkıcı olsa da, her iki taraf da bu seçimi kendi kuklasının kazanmasını istiyor. Ve bu, şimdi oluşan bu tabloda kimsenin kolay kolay pes etmemesini beraberinde getiriyor. Kısa vadedeki çıkarlar bu çarpışmayı bu denli -krizlere yolaçabileceği gerçeği bilinerek- kızıştırabiliyor. Evet başkan kim olursa olsun kaybeden taraf belki de varlığını olduğu gibi sürdürecek. Ama kazanan taraf çok farklı avantajlara ve olanaklara sahip olacak. Paylaşılamayan bu fırsat ve olanaklardır.
Bir diğer soru; bu karmaşa ve nispeten ABDnin siyasi itibarını ve dolayısıyla hegemonyasını bir parça olsun zayıflatacak olan bu durum, ne gibi iktisadi ve siyasi sonuçlar doğurabilir? Bu soruya verilecek yanıt bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşıyor olsa da birkaç şey kısaca ifade edilebilinir.
Çinde yayımlanan bir gazetede ifade edildiği gibi, yeni başkan kim olursa olsun, ABD emperyalizmi artık haritasını tam olarak bilemediği bir denize açılacak. Emperyalist YDD kandırmacası iflas edeli çok oldu. Dünyanın her tarafı, ABDnin arka bahçesi de dahil olmak üzere, toplumsal-sınıfsal çatışmalara, yer yer kitlesel ayaklanmalara sanhe oluyor. Hayalet, komünizmin hayaleti bir kez dehe dünyanın üzerinde hızla dolanmaya başlıyor. Bununla beraber artık dünya arenasında daha çok ekonomik ve daha az fakat yavaş yavaş kuvvetlenerek süren siyasi bir kutuplaşmadan bahsedebiliyoruz. ABD-AB-Japonya -bu liste için belki henüz erken olabilir ama, buna bir Çin ve bir Rusya da eklenebilir- arasında kıyasıya bir ekonomik savaş/rekabet gelişiyor. Oluşan yeni kutuplaşmalara ABD emperyalizminin müdahalesi ise, seçimlerle birlikte kendisini iyice hissettiren sıkışmışlığı gösteriyor ki, artık eskisi gibi olmayacak.
Emperyalist-kapitalist sistem için zaman giderek daralıyor, emekçi halkın öfkesi yıkıntıların ardından yeniden parlıyor. Emperyalist küreselleşmeye devrimci proleteryanın yanıtı devrimci enternasyonalizm, çözümü dünya devrimi ve sosyalizmdir. (...) Engeller ve sorunlar kadar, onların aşılması ve çözümü de uluslararasılaşmıştır. Uluslararası devrimci sınıf mücadelesinin gerektirdiği her düzeyde örgütlenmeler, bugün her zamankinden daha fazla gerekli ve nesnel açıdan olnaklıdır. (TKİP Programı, 1. Bölüm, Madde 26).
ABD'de geçen Salı başlayan seçim komedisi, her geçen gün daha da karmaşıklaşarak bir vodvil halinde devam etmekte. Yaşananlar tamamen faydasız değil. Siyasi olaylara ilgisizliğiyle tanınan Amerikan toplumu, seçimlerin Florida'da kilitlenmesiyle, yıllardır ilk kez kafalarını dizi filmler ve eğlence programlarından kaldırarak, haber kanallarına çevirdiler. Bu seçim keşmekeşi sayesinde Amerikalılar yıllardır ilk defa evlerinde, iş yerlerinde, lokantalarda siyaset konuşuyor.
Siyaset, Monica Lewinsky skandalında olduğu gibi yine televizyon kanallarında yayınlanan tüm komedi programlarının bir numaralı konusu. Ama tabii hiçbir komedi programı, Florida'da yaşanan komediden daha eğlenceli değil. Al Gore ve George W. Bush, tüm danışmanları, avukatları, oy simsarları ve medya uzmanlarını Florida'ya göndererek, bu haftaki son düelloya hazırlanmakta. Yaşananlar demokrasi ya da anayasal hukuk tartışması değil; iki güç odağı arasındaki iktidar mücadelesi. "Baba" filminde, Corleone ailesinin mafya aileleri arasındaki ölüm kalım mücadelesine hazırlanışını hatırlayın. (...) Bu arada Florida ve yaşlıların yaşadığı Palm Beach kasabasında mafya usulü seçim hileleri devam etmekte. (...)
Tabii bu arada Amerikalıların hâlâ tartışmamakta direndiği bu son düelloyu kim kazanırsa kazansın, kesin olan önümüzdeki dört yıl boyunca ABD Başkanı'nın ciddi bir meşruiyet krizi yaşayacağı, ülkenin yarısı tarafından seçimi hileyle kazanmış sayılacağı! ABD'liler dünyanın dört bir yanında demokrasi ve insan hakları dersi verirken, sık sık unuttukları, kendi ülkelerinin ne ölçüde yaralı ve bölünmüş olduğu. (...)