Liberal işçi politikacılığının temel bir karakteristiği, kaba bir işçiciliğin altına saklı sınıfa güvensizlikle işçi sınıfı ile burjuvazi arasında yalpalamaktır. Türkiyede bu çizginin en önemli temsilcisi EMEPtir. EMEP çizgisinin politik platformu, burjuva demokratizmidir. Liberal işçi politikacılığı bu platformun sınıf cephesindeki yansımasıdır.
İşçi sınıfı ile burjuvazi arasında yalpalayan EMEP, sendikal cephede alt kademe sendikacıların davranış ve eğilimlerini temsil etmektedir. Tüm mücadeleci söylemlerine karşın, sınıfa yönelik güvensizlikle beraber sendika ağalarına karşı duyulan ham hayaller ve sınıf içerisinde bu hainlerin rolünü bulanıklaştıran tutumları, bu çizginin sınıf hareketi içerisinde ve karşısında oynadığı olumsuz rolün bazı göstergeleridir.
Liberal işçi politikacılığı, böylelikle işçi sınıfının sermaye lehine silahsızlandırılmasına katkı sunmaktadır. Bu platformun oynadığı rolün yalın örneklerinden birini burada göstererek, kendisini kaba bir işçicilikle maskeleyen EMEPin uğursuz rolünü bir kez daha açığa vurmaya çalışacağız.
Örneğimiz, İ. Sabri Durmazın, 27 Ekim tarihli Evrensel gazetesindeki Gerçek adlı köşesinde (Gerçek köşesinde genellikle gerçeklerin üzeri kapatılıyor, bunu birazdan somut olarak göreceğiz) yayınlanan, Ne zaman bir araya gelecekler? başlıklı yazısıdır. TİS süreci içerisinde bulunan metal ve tekstil işkollarındaki sendikaları sermayeye karşı bir araya gelmeye çağıran İ. Sabri Durmaz, tam bir çöpçatan havası içerisinde sözkonusu sendikaların bir araya gelmelerinin gerekçelerini kendince ortaya koyuyor. Yazı bu anlamıyla sendika ağalarına açık bir mektup özelliği taşıyor.
Yazı, tekstil ve metal işkollarında sermayenin dayatmalarını sıralamakla başlıyor. Tekstil sektöründe Daha sözleşmeler başlamadan; Bizde verecek bir şey yok, işçilerde varsa bize versinler diye geleneksel tutumunu takınan Tekstil İşverenleri Sendikası Genel Başkanı Halit Narinin ücret konusunu, Hükümet bize verirse biz de size veririz formülüne bağla dığını ifade eden yazar, hemen bir parantez açarak lafı gelmek istediği yere bağlıyor: Ne yazık ki, bu formüle TEKSİF yöneticileri de inanmış görünüyor....
TEKSİF bürokratlarının sınıfa düşman ihanetçi konumlarını gözardı ederek, sermayeye uşaklıklarını saflıklarına bağlayan yazar, buradan kendisine bir görev çıkarıyor. Tekstil patronlarına kanmış bulunan sendika ağalarını bu kandırmacadan kurtarıp bilinçlerini açmak. Sınıfa ihaneti bir kimlik düzeyine çıkaran sendika ağalarını saflıklarından dolayı kanmış göstermek, ya gerçeklerden habersiz bir saflığı-ki bugün geri bir işçi için dahi sendika bürokrasisinin ihaneti açık bir gerçektir- ya da sınıfın bilincini bulandırmaya soyunmuş bir uğursuz misyonu gösterir. Bu misyon kişiyi sendika ağalarının ihanetine ortak eder.
Yazarımız, ne cahildir, ne de saf. O, EMEP çizgisinin sınıf içerisinde tuttuğu yalpalayan küçük-burjuva kimliğinin gereklerine uygun bir biçimde davranıyor. Sahte mücadeleci söylemlerin altına gizleyerek sınıfa taşıdıkları bozucu etkiyi apaçık bir biçimde gösteriyor. Bu anlamıyla yazar, gerçekte hiç olmadığı kadar açık ve samimi davranıyor.
Yazar, tam bir öğretmen edasıyla, sendika ağalarına sermaye karşısında birlikteliğin gerekliliğinden dem vuruyor. Patronların birlikte hareket ettiklerini, bu nedenle işçi sınıfı karşısında güçlü olduklarını, ancak sendikaların böyle bir süreçte birlikte davranmamaları nedeniyle sınıfı sermaye karşısında güçsüz bıraktıklarını anlatıyor. Yazar sendika ağalarını o kadar saf görmektedir ki, en geri işçi için bile basit doğru olan sıradan gerçekleri sendika ağalarına anlatarak güya onları aydınlatıp uyarıyor. Ona göre sendika ağaları ikna olup birleştiler mi, TİS süreci de işçiden yana işleyecek demektir.
Yazar sendika ağalarını birliğe ikna etmek için dil dökmeye devam ediyor. Tüm basit gerçekleri bir bir deviriyor. Sendika ağalarının sermaye uşaklıklarını ve sınıfa karşı yabancılıklarını yok sayıp, onları işçilerin çıkarlarının temsilcisi ilan ediyor. ...aralarında sanki temsil ettikleri işçilerden gelen gerçek çelişme varmış gibi, patronlara karşı işçiyi birleştirmek amaçlı olarak düzenledikleri toplantılarda bile, patronlardan çok işkolundaki diğer sendikalarla polemik yapmayı tercih etmektedirler.
Elbetteki bu ağaların, işçi sınıfına ihanet etme yarışında aralarında bir çelişki bulunmuyor. Hatta, yazarımızın bu ağaları bir araya getirme çabaları bu anlamıyla bir gerçeği de gizliyor. Çünkü, sendika ağaları zaman zaman bir araya geldiler, birlik mesajları verdiler. Sonra da beraberce ihanetin altına imza attılar. Son yıllarda ayrı ayrı, birbirleriyle kavgalı olarak TİS süreçlerine giriyorlar. Ama perde önünde sahnelenen bu oyunun gerisinde, danışıklı bir biçimde ihanet sözleşmeleri peşpeşe imzalanıyor. Her biri diğerinin ihanet sözleşmesini bahane ederek kendi ihanetini meşrulaştırıyor. Eğer bu ağalar arasında bir çelişkiden sözedilecekse, bu çelişki ancak sermayeden kapacakları rant üzerine olabilir.
Ama Evrensel yazarı tüm iplerinden kopmuş biçimde bu gerçeklerin üzerini kapatıyor. Sendika ağalarının ihanet geleneklerini bir çırpıda yokediyor, onları aklayıp paklıyor. Ciddi ciddi onların işçiyi birleştirmek amaçlı olarak toplantı yaptıklarını söylüyor. Ancak, gerçek yaşam Evrensel yazarının tam tersini söylüyor. Çünkü, yazarın bahsettiği toplantılar, Türk Metalin TİS boyunca yaptığı bölge toplantılarıydı. Türk Metalin mafyacı yönetimi bu toplantılarda bol bol grevden, mücadeleden bahsediyorlardı. Nedeni de, 98de Türk Metalin saklamaksızın yaptığı ihanete sınıfın gösterdiği militan yanıt karşısında, yeni ihaneti bu türden mücadeleci söylemlerle perdelemekti. Sonuçta da böyle oldu; yapılan bölge toplantılarının ardından Türk Metal ağaları ihanet sözleşmesine imza attılar. Dahası Evrensel yazarının ikna çabaları sonuç vermiş olacak ki(!), diğer iki sendika bürokratı da anlaşmışcasına aynı ihanet sözleşmesinin altına imza attı.
İ. Sabri Durmaz yazısının devamında; Her şey bir yana, her iki işkolunda da, şimdi zaten suni olan bahaneleri abartarak patronlar karşısına ortak çıkmayan bu sendikaların birbirinden farklı TİS maddelerine imza atmaları da söz konusu değildir. Tersine, bugün söyledikleri ne olursa olsun, sonuçta bu sendikalar, birinin imza attığı metne öteki de, belki biraz daha gönülsüz ve el mahkûm imza atıyormuş görüntüsü vererek, imza atmaktadırlar. Bu dönemde de bu durumun farklı olması için bir neden gözükmemektedir. diyerek, lafı dolaştırıp ihanetçi dememek için bin dereden su getirerek de olsa, sendika ağalarının ihanetçi pratiklerini ifade etmek zorunda kalıyor.
O zaman Evrensel yazarına sormak gerekiyor: Eğer böyleyse neden bu ağaları birleştirmek için bu kadar didiniyorsun? Yazar da bu soruya cevap veriyor; Elbette burada, bu sendikalar şimdiye kadar aralarında geçenleri unutup birleşsinler (tabii birleşseler daha iyi olur) denmek istenmiyor.
Eee, öyleyse ne demek istiyorsun? Yazar bu soruyu ise geçiştiriyor. Yeniden sendika ağalarına nasihata devam ediyor: Ama şu da bir gerçek ki, sendikaların metal ve tekstil patronları karşısında ayrı ayrı görüşme yapmalarını gerektiren bir durum yoktur. Tam tersine; gerek esnek çalışma gerekse ücretlere mümkün olduğu kadar yüksek bir zam yapılması bütün sendikaların ortak noktasıdır.
Yazar böylelikle her sıradan işçinin soracağı bu soruyu geçiştirdikten sonra, çöpçatanca; Ayrıntıya ilişkin şeyler de bir biçimde çözümlenebilecek şeylerdir. diyerek, liberal işçi politikacılığının sınıf partisi iddiasının tüm hamlığını gözler önüne seriyor.
Yazar, sendika ağalarının tüm nasihatlarına karşın aynı şekilde davranmaları halinde bunun işçi tavrı olamayacağını söylüyor. Böylelikle, liberal işçi politikacılığının sınıf hareketi karşısında oynadığı uğursuz rolün çarpıcı bir örneğini sunuyor. Liberal işçi politikacılığı tüm mücadeleci söylemlerine karşın, sendika ağalarının ihanetine ortak oluyor. Böylelikle sınıfın sermayeye karşı savunmasız bir biçimde teslim alınmasının yolunu düzlüyor. Liberal işçiciler nasıl ki, tüm işçiciliklerinin altında kendi küçük-burjuva kimliklerini saklıyorlarsa, sendika ağalarına da işçi sıfatı yakıştırıp onların ihanetçi ve sermaye uşaklığı kimliğini saklıyorlar.
İ. Sabri Durmaz, mücadeleci söylemlerin arkasındaki gerçeki gösteriyor. Bu gerçek EMEPin sınıf içerisinde üstlendiği uğursuz roldür. Bir gerçek de şudur ki; işçi sınıfının sermayeye karşı en küçük bir hak kazanması dahi, mücadeleden geçiyor. Ancak bu mücadelenin başarıya ulaşması, sermayenin sınıf içerisindeki işçi postuna bürünmüş uşaklarının kararlı bir mücadele ile etkisizleştirilmesine bağlıdır.