İçindekiler:

29 Kasım 2021
Sayı: KB 2021/Özel-42

“Restorasyon” ve sol hareket
Düzenin temsilcileri derman olabilir mi?
Asgari ücret mücadele gündemidir
Kur krizi
Körfez şeyhlerinin ayağına düştüler
CHP ve TÜSİAD’ın “Kürt açılımı”
Asgari ücret için çağrılar
Sokaklarda “istifa” sesleri…
Engels, oportünizm ve devrim - A. Eren
Sinbo direnişinde 25 Kasım
Dardanel işçilerine: “Yaparsa işçiler yapar!”
Kadınlar 25 Kasım’da sokaklarda...
Frankfurt’ta 25 Kasım
Avrupa’da pandemide 4. dalga
Burkina Faso’da Fransa karşıtı eylemler
İsviçre’de halk oylaması
Wuppertal’de coşkulu Engels eylemi
Beyaz Adam’ın “adaleti”
Eğitim hayatımızı mahvedenlere karşı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Savaş ekonomisinin çöküşü: Kur krizi

 

AKP-Erdoğan iktidarının saldırganlık ve savaş politikalarındaki bozgun, dövizdeki rekor artışın ve yüksek enflasyonun ağırlaştırdığı ekonomik krizle tamamlanıyor. Dolar ve euro karşısında yüzde 18 ile tarihteki en büyük günlük düşüşlerinden birini yaşayan TL’nin son sekiz aydaki değer kaybı yüzde 40 oldu. Son günlerde yaşanan olaylar zinciri AKP-MHP rejiminin yalnızca bir ekonomik iflasla yüz yüze olmadığını, bir bütün halinde iflas ederek çökmekte olduğunu gösteriyor. 2018 Ocak-2020 Eylül arasında Türkiye’de 3 milyon yeni insan çalışma hayatına dahil olurken istihdamın 380 bin azalması, ekonomik krizin yarattığı toplumsal krizi gösteriyor. İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşi olanların aldıkları ücretler ay sonunu getirmeye yetmiyor. Emekliler ise tam bir sefalet içerisindeler.

SİHA ve İHA’larla övünenler, militarist politikalarının yarattığı savaş makinasının kurbanı olmaktan kurtulamadılar. Mafya bozuntusu paramiliter faşist çetelerin korunağı olan MHP’nin şefi Bahçeli savaşa iki trilyon dolar harcadıklarıyla övünmüştü. Faşist koltuk değneğinin arsızca “destan” yazmaya devam edeceklerini ilan etmesinin üzerinden daha bir ay geçmedi ki dinci-faşist muktedirler, tapındıkları savaş makinasının, borç batağının girdabında görkemli çöküşünü izlemek zorunda kaldılar. Arsızlıkta sınır tanımayan savaş ağaları “ülke bekası”nın yanına “ekonomik kurtuluş savaşı” demagojisini eklediler. Böylece, TV ekranlarında histerik savaş naraları atıp, “Reis bizi de Afrin’e götür” diyen toplama lümpen takımına yeni bir savaş cephesi açtılar. Bir kez daha toplumu milliyetçi histeriye boğarak, sefahat gemilerini yüzdürme sahtekarlığına yöneldiler.

Bu arada kahve, şeker ve sıvı yağlar bile kotaya bağlandı. Yoksulluk ve sefaletin kucağına atılan insanların, “ekonomik kurtuluş savaşı” sahtekarlığına prim verecek mecalleri kalmadı. AKP-MHP blokundan kimi isimler bu koşullarda bile arsızlığın kitabına yeni sayfalar eklemeyi sürdürüyorlar. Örneğin AKP Elazığ milletvekili, kapı kulu Zülfü Demirbağ, “Ekonomik sıkıntı çekebiliriz. Normal şartlarda bir kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da çok faydalı değil.” şeklinde utanç verici sözler sarf edebildi.

Erdoğan ve aveneleri, kime/kimlere ve nasıl bir ekonomi için savaş açtığını söyleyemiyorlar. Yarattıkları hayali düşmanlara karşı sergiledikleri gölge oyununa, “Gerekirse soğan ekmek yeriz” diyerek toplumu ortak etmeye çabalıyorlar ama nafile. Bir günde TL’yi yüzde 18 devalüe ederek finans-kapital merkezlerine servet akışı yapanların, devalüasyon öncesinde kimlerin ne kadar döviz alarak bir günde yüz milyarlarca lira kâr ettiğini gizleyenlerin, dahası sarayın yakın çevresi dışında kalanları bir günde yüzde 18 daha yoksullaştıranların toplum nezdinde hiçbir ikna ediciliği kalmamıştır.

Sermaye devletinin iki yıllık bütçesi faiz lobilerine aktarıldı

Merkez Bankası’nın resmi sayfasında, devletin bir yıl içerisinde ödemesi gereken kısa vadeli dış borcuyla (KVDB) ilgili şu bilgiler yer alıyor: “Eylül sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku, 2020 yıl sonuna göre %9,4 oranında artışla 124,9 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku %1,2 oranında artarak 58,0 milyar ABD doları olurken, diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku %15,1 oranında artarak 40,9 milyar ABD doları düzeyinde gerçekleşmiştir.” (www.tcmb.gov.tr.)

Her kaybedenin bir kazananı vardır. Merkez Bankasının KVDB stoku hesabına göre, AKP-MHP faşist blokunun spekülatif politikalarına bağlı olarak Türkiye emekçilerinin sırtından uluslararası finans merkezlerine akan servet son 8 ayda yüzde 40 artmış, bu merkezlere 90 milyar dolar fazladan transfer edilmiştir. Türk sermaye devleti ve özel sermaye gruplarının 500 milyar dolar olan dış borcu üzerinden yapılan hesaplamada ise Türk sermaye devletinin iki yıllık bütçesine denk gelen toplumsal zenginliğin, emperyalist finans merkezlerine fazladan transfer edildiğini görüyoruz. Gerçek buyken, faiz lobilerinin adamlarının faiz lobisine karşı attıkları nutukların beş para bir değeri yoktur. Onlar battıkça riyakarlıkta ve yalan propagandada bütün bariyerleri yıkıyorlar.

“Bizde işçilik çok ucuzladı”

Neoliberal politikalara sonuna kadar bağlı olanlar ülkenin kamu kuruluşlarını uluslararası kapitalist tekellere satanlar, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini peşkeş çekenler, elde avuçta satılacak bir şey kalmayınca “En ucuz işçilik bizde” diyerek, işçilerin emek gücünü pazarlamaya başladılar. Sarayın sayısız borazanlarından biri olan TGRT, ana haberlerinde büyük kapitalist tekellere, “Bizde işçilik çok ucuzladı” diyerek, üretimlerini Türkiye’ye kaydırma çağrısında bulundu. AKP şefinin, yüzde 15 faizi, “Nas ortada dururken sana bana ne oluyor?” diyerek, Kur’an’dan referansla kutsallık atfederek savunmasının arkasında ne yattığını çarpıcı şekilde gösteren bir çağrı bu. Ve bu çağrı aynı zamanda AKP’nin “ekonomik kurtuluş savaşı”nın özünü yansıtıyor.

Elde avuçta ne varsa satarak bir mirasyedi hovardalığı sergileyen AKP-Erdoğan çevresi, pandemi sürecinde yaşanan tedarik zincirlerindeki kırılma ve ABD ile Çin arasında yaşanan rekabeti de bir olanağa çevirmek için harekete geçmişti. AKP yetkilileri, uluslararası büyük kapitalist tekellere yatırım kolaylığı, vergi avantajı, arsa ve altyapı hizmetlerinin yanı sıra “Türkiye’de işgücünün daha ucuz ve sendikasız” olduğunu söyleyerek, yatırımlar için yaltaklanmışlardı. Ne ki kapitalist tekeller rüşvet, narkotik ve kara para aklama merkezi olan, “özel mülkiyet” haklarının ihlal edilmesi ve devlet zoruyla gerçekleştirilen servet transferlerinden dolayı saray rejiminin cazibesi yüksek tekliflerine yeterli ilgiyi göstermediler. Kapitalist tekellerden umduğunu bulamayanlar, kapitalist sistemin özüne dokunmadan içe kapanmacı bir rejimi kurumsallaştırmayı öne aldılar. İşgücünü ucuz lira, yüksek kur ve enflasyonist politikalarla daha da ucuzlatarak saraya yeni bir servet kaynağı yaratmaya yöneldiler. Saray ve çevresine üşüşen asalakların dar çıkarlarını temel alan faşist politikalara “millilik” atfederek “ekonomik kurtuluş savaşı” olarak pazarlıyorlar. AKP-Erdoğan iktidarının ucuz lira, yüksek kur ve enflasyonu temel alan politikaları 24 Ocak kararlarının (1980) bir karikatürüdür ve bu politikalar geçmişte olduğu gibi ancak faşist zorbalıkla uygulanabilir.

Ecdat edebiyatından el pençe durmaya

Ne var ki kapitalist ekonominin kendi kuralları işlemeye devam ediyor. AKP şefinin konuşmasından sonra kapitalist ekonominin can damarları tıkandı. Mal sevkiyatları aksayarak, sarayın ekonomik denemelerine sert bir yanıt verdi. Merkez Bankası politika faizini sarayın isteklerine uyarak yüzde on beşe düşürmesinin finans piyasalarında hiçbir karşılığı olmadı. Politika faizi düşmesine karşın, devlet tahvillerinin kısa ve orta vadeli faiz oranları serbest piyasada yüzde 21,89 civarında seyrediyor. BAE emirine “Sen Erdoğan’ı ve ecdadını tanımamışsın” diyerek nara atıp da gelinen noktada BAE emirini ağırlamak için sıraya dizilenlerin yakın zamanda iktidarlarını kurtarmak için emperyalist efendilerinin kapılarında secdeye durması şaşırtıcı olmayacaktır.

Kurtarıcılardan kurtulmak için daha çok örgütlenmeye

Burjuva muhalefet partileri saldırganlık ve yayılmacılık hayallerinin kaçınılmaz olarak getirdiği ekonomik ve toplumsal yıkıntıyı salt bir ekonomik kriz olarak lanse ediyorlar. Bunun üzerinden savaş makinesinin direksiyonunu ele geçirmenin hesaplarını yapıyorlar. “Bu ülke sahipsiz değildir” diyerek emekçi halklara seçimleri beklemelerini ve seçimlerde oy kullanarak kendilerini hükümete getirmelerini salık veriyorlar. Onlar da kapitalist sistemin, yayılmacı emperyalist hayallerin sorgulanmasından, emekçi halkların politika sahnesine bağımsız bir güç olarak çıkmasından Erdoğan kadar korkuyorlar. Emekçilerden, kaderlerine düşen sefalete katlanarak ülkeyi yeni sahiplerine emanet etmelerini istiyorlar. Oysa emekçiler bu tür “kurtarıcılar”dan da kurtuldukları zaman, boyunlarına takılan kölelik zincirlerini kırmayı başarabilir; sefaletlerinin nedeni olan kapitalist sisteme son vererek, özgür ve barış içerisinde yaşayacakları bir dünya kurabilirler. Sınıfın nesne olmaktan özne olmaya geçişinin yolu kendi kurtuluşu için örgütlenerek savaşmasından geçiyor.