İçindekiler:

29 Kasım 2021
Sayı: KB 2021/Özel-42

“Restorasyon” ve sol hareket
Düzenin temsilcileri derman olabilir mi?
Asgari ücret mücadele gündemidir
Kur krizi
Körfez şeyhlerinin ayağına düştüler
CHP ve TÜSİAD’ın “Kürt açılımı”
Asgari ücret için çağrılar
Sokaklarda “istifa” sesleri…
Engels, oportünizm ve devrim - A. Eren
Sinbo direnişinde 25 Kasım
Dardanel işçilerine: “Yaparsa işçiler yapar!”
Kadınlar 25 Kasım’da sokaklarda...
Frankfurt’ta 25 Kasım
Avrupa’da pandemide 4. dalga
Burkina Faso’da Fransa karşıtı eylemler
İsviçre’de halk oylaması
Wuppertal’de coşkulu Engels eylemi
Beyaz Adam’ın “adaleti”
Eğitim hayatımızı mahvedenlere karşı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Asgari ücret sömürü ve baskı düzeniyle mücadele gündemidir

Fikri Tomurcuk

 

2022 yılı asgari ücret tespit görüşmelerinin başladığı şu günlerde, önceki yıllarda pek görmediğimiz bir manzara ile karşı karşıyayız. TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sermaye örgütleri, sendikalardan da önce davranarak, asgari ücrete enflasyonun üstünde zam yapılması gerektiğini söylediler. Bunları daha sonra TİSK ve TOBB da izledi. TİSK asgari ücret miktarının enflasyondan korunacak düzeyde olması gerektiğini, TOBB ise asgari ücrette enflasyonun üzerinde bir artış olması gerektiğini dile getirdi. Hükümet sözcüleri de asgari ücret artışının enflasyondan yüksek olacağını dile getirdiler.

Sermaye örgütlerinin de hükümetin de bunu söylerken sırtlarını yasladığı şey TÜİK’in enflasyon yalanı. Asgari ücrette yüksek oranlı artış derken kıstas aldıkları gösterge, TÜİK’in yüzde 20’lik enflasyon hesabı. Sermaye örgütleri ve hükümet, yüzde 20’nin biraz üzerindeki bir artışı bile asgari ücret enflasyona ezilmedi diye sunabilecekler.

Oysa enflasyon o kadar yakıcı hale geldi ki hiçbir yalan bunu örtmeye yetmiyor. Emekçilerin yaşadığı enflasyon TÜİK’in yalan hesabından kat kat yüksek. Nitekim bilim adamlarından oluşan bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) yaptığı hesaplamaya göre yıllık enflasyon yüzde 50’yi buldu.

Gerçek enflasyonun bu kadar yüksek olmasında gıda fiyatlarındaki artış büyük rol oynuyor. Gıda ürünlerindeki enflasyon yüzde 50’nin çok daha üzerinde. Asgari ücret dolayında bir gelirle geçinen ailelerin harcamasında gıdanın payı haliyle daha yüksek. Bu yüzden asgari ücretle geçinmek durumunda olan emekçilerin maruz kaldığı enflasyon, yüzde 50’nin de üzerinde.

Bu gerçekler ışığında asgari ücrette yüzde 30-40’lık artışı, “asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik” diye sunmak bir yalandan ibaret olacak.

Sermaye örgütleri asgari ücrete enflasyonun üzerinde zam yapılsın derken bir başka “kurnazlık” daha yapmaya kalkıyorlar. Asgari ücret artsın dedikten hemen sonra patronların artan yükünü devletin üstlenmesini istiyorlar. Asgari ücret artışıyla ortaya çıkacak ek maliyeti, istihdam teşviği benzeri adlarla İşsizlik Fonu’nun yağmalanması yoluyla veya doğrudan Hazine’den yapılacak desteklerle üstlerinden atmak istiyorlar.

Sermaye sınıfının sözcüleri Covid-19 salgını koşullarında Erdoğan iktidarının izlediği politikalar sayesinde hayata geçirdikleri vahşi sömürü düzeni ile kârlarını katlamışlardı. Şimdi asgari ücret artışının, tatlı kâr düzeninden küçük bir parça koparmasına bile razı olmak istemiyorlar.

Sermaye sözcülerinin istediği gibi sermayenin maliyetlerinin bir bölümü Hazine’ye havale edilirse, sonunda bu maliyet ÖTV, KDV artışı, zamlar ve başta eğitim ve sağlık olmak üzere temel kamu hizmetlerinin ticarileşmesi ile yine emekçi halkın sırtına yıkılacak. Asgari ücret artışının bir bölümü, emekçinin cebinden vergi ve zam olarak geri alınacak.

Son bir yılda emeğin milli gelirden aldığı pay gerilerken sermayenin kârları patlama yaptı. TÜİK’in hesabına göre ekonomi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 21,7 gibi rekor bir büyüme hızına ulaştı. Büyüme böylesine yüksek bir orana çıkarken emeğin milli gelirden aldığı pay küçüldü. Yılın ikinci çeyreğinde emeğin milli gelirden aldığı pay geçen yılın aynı dönemine göre 3,52 puan azalarak yüzde 29,53’e indi. Emekçiler milli gelirden 10 dilim pay alıyorlarsa, bunun bir dilimi emekçinin sofrasından alınıp sermaye sınıfının kârlarına eklendi.

Ekonomi ve istihdamın ana omurgası olan imalat sanayiinde bu kayıp çok daha yüksek boyutta. İmalat sanayiinde emeğin milli gelirden aldığı pay 8,31 puan birden düşerek yüzde 31,22’ye indi. İmalat sanayiindeki emekçilerin milli gelirden aldıkları 4 dilim payın neredeyse bir dilimine sermaye el koydu.

Sonuç olarak ekonomi rekor hızla büyürken emekçilerin refahı artmak bir yana azaldı, yoksulluk hem genişledi hem derinleşti. Buna karşın sermayenin kârlarında patlama yaşandı. Bunun örneklerini borsaya açık şirketlerin bilançolarında, İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) en büyük 500 büyük sanayi kuruluşu araştırmasında bol bol görüyoruz.

Örneğin en büyük 500 sanayi kuruluşunun ücret ödemeleri 2020 yılında yüzde 14,38 arttı. Buna göre çalışan başına ortalama ücret, TÜİK’in enflasyonu karşısında bile reel olarak düştü. Gerçek enflasyon karşısındaki kayıp ise çok daha yüksek düzeyde. Buna karşın sanayinin dev şirketleri, ortalama kârlarını yüzde 50,13 oranında artırdılar. İkinci 500 büyük sanayi kuruluşunda bu uçurum daha da yüksek boyutta. İkinci 500 büyük sanayi kuruluşunun ücret ödemeleri sadece yüzde 10,64 artışla enflasyonun karşısında ciddi bir reel küçülme yaşarken, kârları yüzde 90,16 artışla adeta roket gibi yükseldi.

Üstelik kârlardaki bu yüksek artış salgın koşullarında ekonomik büyümenin sadece yüzde 1,8 olduğu koşullarda gerçekleşti. 2021’de büyüme oranı bunun kat kat üzerine çıkarken kârlardaki artışın da aynı şekilde hızlanacağı açık. Bunun emeğin payındaki azalma sayesinde olduğu da ortada.

Bu nedenle asgari ücret artışının sadece geçmiş enflasyonun ücretlerde yarattığı kaybı telafi etmekle kalmaması, emeğin milli gelirden aldığı payın hızla azalmasına yol açan vahşi sömürü sisteminin yarattığı kayıpları da kapatacak şekilde hesaplanması gerekiyor.

Özellikle bu yıl sadece bunlar da yetmeyecek. Önümüzdeki süreçte enflasyonun daha da yükseleceğini ve uzun süre yüksek seyredeceğini de hesaba katmak şart. Erdoğan iktidarı enflasyon karşısında teslim bayrağını çekmek bir yana enflasyonu daha da azdıracak politikalar izliyor. Bu politikalar yüzünden 2022 yılı, enflasyonun daha da yukarı tırmanacağı bir yıl olacak.

Bunun birinci kaynağı, üretici fiyatları ile tüketici fiyatlarındaki enflasyon arasındaki büyük farkta yatıyor. TÜİK’in hesabına göre tüketici enflasyonu yüzde 20 düzeyinde ama üretici fiyatlarındaki enflasyon yüzde 46 ile bunun iki katından daha yüksek. Üretici fiyatlarındaki bu yüksek enflasyon kaçınılmaz olarak tüketici fiyatlarına da yansıyacak ve tüketici enflasyonu daha da yukarılara tırmanacak.

Daha önemli ve yakıcı faktör ise döviz kurlarında yaşanan krizdir. Merkez Bankası’nın faiz indirimleriyle ateşlenen döviz kurları, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ateşe benzin döken konuşmalarıyla tam bir yangına dönüştü. Döviz kurları, bir gün içinde tarihte görülmemiş ölçüde sıçramalar kaydetti. Bu tırmanışla dolar 13,5 liraya, euro 15 liraya dayandı. Ardından piyasalarda ani ve yüksek oranlı iniş çıkışların bir türlü bitmediği aşırı oynak, istikrarsız bir süreç başladı.

Erdoğan iktidarının izlediği politikalar, hem kurlardaki istikrarsızlığın, oynaklığın sürmesine, hem de yüksek seyrine devam etmesine yol açacak. Kurlardaki bu istikrarsızlık yüzünden ticaret hayatı sekteye uğradı, bazı ürünlerin satışı durdu, marketler bir dizi ürünün satışında kota uygulamaya başladı. Bu gelişmelerin hepsinin halka yeni zamlar olarak döneceği çok açık. Tek başına akaryakıta yapılan yüksek zamlar bile iğneden ipliğe her ürünün fiyatını artıracak.

Çeşitli akademik çalışmalar ve bizzat Merkez Bankası’nın yaptığı araştırmalar döviz kurlarındaki artışın, artık eskisine göre çok daha hızlı ve daha yüksek oranda fiyatlara yansıdığını ortaya koyuyor. Kurlardaki son hızlı yükselişin önümüzdeki aylarda enflasyonu iyice tırmandıracağı ortada.

Bu koşullar altında asgari ücretin sadece önceki yılın refah düzeyini yakalayabilmesi için bile birinci olarak mevcut enflasyon düzeyinin yarattığı kayıpların, ikinci olarak gelecek aylardaki yüksek enflasyonun yaratacağı tahribatın ve üçüncü olarak da emeğin milli gelirden aldığı paydaki düşüşün yarattığı kayıpları telafi edecek şekilde hesaplanması gerekiyor.

Ancak bu kadarı sadece eskiye göre daha fazla yoksullaşmayı frenleyebilir ve mevcut yoksulluk düzeyinin aynen devam etmesini sağlar. Asgari ücretin, bir işçi ailesinin insanca yaşayabileceği refahı garanti eden bir düzeye çıkması da gerek.

Geldiğimiz noktada Türkiye dünyada asgari ücreti Çin’den bile düşük ülkeler arasına girdi. Türkiye’deki asgari ücret Avrupa’nın en yoksul ülkesi Arnavutluk’taki asgari ücrete denk düzeye indi.

Gerici faşist Erdoğan iktidarı Türkiye bir ucuz emek cenneti haline getirmeye dayalı bir ekonomi politikası izliyor. Sömürü ve yoksulluğu derinleştiren ekonomi politikalarına emekçilerin örgütlenme, sendikalaşma, hak arama, toplu sözleşme ve grev haklarını fiilen ortadan kaldırmayı hedefleyen baskı politikaları eşlik ediyor.

Bunun için asgari ücret tartışmasını, enflasyon kayıplarını giderme dar çerçevesinin dışına çıkartmak, sömürü ve baskı düzeniyle mücadelenin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Dolayısıyla sorun, çoğunluğu siyasi iktidar ve sermaye temsilcilerinden oluşan 12 Eylül artığı bir komisyonun kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarına teslim edilecek bir sorun değil.

Emekçilerin taleplerini ortaya koyup ısrarcı olmak yerine “Hükümetten makul bir artış gelirse kabul ederiz” edilgenliği ve pısırıklığı ile masaya oturan teslimiyetçi sendika başkanlarının liderliğine bırakılacak bir konu da değil.

Asgari ücret tartışmasını enflasyon tahribatını telafi dar çerçevesine teslim olmaktan çıkartıp baskı ve sömürü düzeniyle mücadelenin parçası haline getirerek işçi sınıfına gerçek kazanımlar yaratacak olan güç, işçi sınıfının örgütlü ve birleşik mücadelesi olacaktır.

 

 

 

 

 

Temel ihtiyaç maddeleri sınırlı,
emek sömürüsü sınırsız!

 

Geçtiğimiz günlerde dolar rekor bir seviyeye ulaşarak, 13 TL’nin üzerine çıktı. AKP şefi ve soytarıları yine de bir koro halinde ekonomi alanında Türkiye’nin “şahlanıyor” olduğuyla övünmeyi sürdürdüler. Oysa döviz kurunun rekor kırması ve hayat pahalılığı anlamına gelen enflasyonun rekor seviyede yükselmesi, bu şahlanışın yalnızca sermayedarlara yaradığını göstermektedir. Temel tüketim maddelerine günaşırı zamlar yapılmakta, bu ise işçi ve emekçiler için yaşam koşullarının giderek daha fazla kötüleşmesi anlamına gelmektedir. Şeker, yağ vb. gibi temel ihtiyaçlara ulaşmak bugün dünden daha fazla zorlaşmıştır. Gerçek anlamda “dünden” bahsetmekteyiz. Zira gün aşırı olarak TL’nin dolar karşısında değer kaybı yaşamasıyla derinleşen ekonomik krizden dolayı dün alınan bir gıda, bugün daha pahalı olmaktadır.

Dinci-faşist iktidar, gelinen yerde bu krizin faturasını işçi ve emekçilere kesme işinde gemi iyice azıya almış durumdadır. Öyle ki, geçtiğimiz günlerde şeker ve ayçiçek yağı gibi temel besin ihtiyaçlarının satışına “sınır” getirildi. Ancak darbe ve savaş dönemlerinde görülebilen bir tür “karne” uygulaması başlatıldı. İşçi ve emekçilerin artan fiyatlar karşısında stok yapmasının önüne geçme amacıyla devreye sokulan bu uygulamanın hedefi, her eklenen zam ile işçi ve emekçilerin ceplerinin daha fazla boşaltılmasıdır.

İşçi ve emekçiler için bıçak kemiğe dayanmış durumdadır. Dinci-faşist iktidar özellikle pandemi döneminde derinleşen çok yönlü krizin faturasını işçi ve emekçilerin omuzlarına yükledi. Bu dönemde işçi ve emekçilere ya işyerlerinde ölüm ile burun buruna çalışma ya da evde açlıktan ölme ikilemi dayatıldı. Enflasyonun tırmanışta olduğu, işsizliğin ve gelecek kaygısının had safhaya ulaştığı bir dönemde işçi ve emekçiler kendilerine dayatılan koşullarda çalışmak zorunda kaldılar. Bu koşullara karşı ses çıkaranlar ise sermayedarlara bir lütuf olarak armağan edilen “ücretsiz izin” veya “Kod 29” gibi saldırılarla işten atıldı.

Gelinen yerde emekçiler en temel ihtiyaçlara dahi ulaşamaz durumdalar. İktidarı yalnızca baskı ve zorbalıkla ayakta tutabilen dinci-faşist AKP-MHP ittifakı, oy potansiyeli olarak gördüğü kitlenin önemli bir kesiminin desteğini de kaybetmiş bulunuyor. Uzun bir zamandır kendilerinin de farkında olduğu bu duruma karşı içeride ırkçı-şoven histeriyi, dışarıda savaş ve saldırganlığı tırmandırma politikalarının da gelinen yerde artık istedikleri etkiyi yaratmadığı ortadadır. Üzerine bir de her geçen gün yeni zamların gelmesiyle birlikte hayat pahalılığının artması eklenince, işçi ve emekçilerin bu gidişata dur diyerek ayaklanacağı günler yaklaşmaktadır.

Bugünler aynı zamanda 2022 yılı asgari ücretini belirleme tartışmalarının da sürdüğü zamanlardır. İşçi ve emekçilerin “ölmeyecekleri, yaşayabilecekleri bir sınırda” ücret belirleme de diyebiliriz yapılana. Türk-İş’in 2021 Ekim ayına dair açıkladığı verilere göre Türkiye’de yoksulluk sınırı ilk kez 10 bin TL seviyesinin üzerine çıktı. Araştırmanın sonucuna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 3.093,20 TL oldu. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 10.075,58 TL’yi buluyor. Evli olmayan bir çalışanın “yaşama ücreti” ise aylık 3.771,96 TL oldu.

Bugün milyonlarca işçi ve emekçi “açlık sınırının altında” bir ücretle yaşam mücadelesi vermektedir. Ancak milyonlarca işçi ve emekçiye reva görülen sefalet koşullarındaki bu yaşam kader değildir!

Bir avuç sermayedarın kârlarına kâr katılsın diye sömürü düzeninin çarkları işçi ve emekçilerin kanı ile sulanmaktadır. Temel ihtiyaçların alımına getirilen “sınır” ile adeta milyonlarca işçi ve emekçinin ömrü sınırlanmak istenmektedir. Bıçağın artık kemiği de kesmemesi için bu gidişata, bu vahşi sömürü düzenine dur demenin vakti gelmiştir. Yaşamlarımızı sınırlayanların iktidarını ise ancak işçi ve emekçilerin yükseltecekleri örgütlü mücadele yerle bir edebilir.

P. Sevra