13 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-22

Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım!
Çürüyen düzenin aynasında burjuva siyaset
Din taciri rejimin “fikri iktidar” arayışı
Pervasızlığın dipsiz çukurundalar!
Yandaş medyanın Amerikan seçimleri tutarsızlığı
Eğitimde kaos büyüyor...
Sermaye iktidarı fonlarla emekçileri soyuyor!
Ücretsiz izin saldırısını püskürtmek için direnmeliyiz!
“Önlem” adına esnek çalışma dayatması
Kadınların ödediği fatura büyüyor!
Türkiye Komünist Partisi üzerine konuşma
Canice aptallık - G. Safarov
ABD seçimleri üzerine
Şili halk hareketi, dersler ve güncel görevler
Irkçılık ve “İslamcı terör”
Alaattin yoldaşa…
Devrimci tutsak Elif Alçınkaya’dan…
“Kafala sistemi” ve Kadirova cinayeti
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

ABD seçimleri üzerine

A. Engin Yılmaz

 

Dünyanın büyük ilgi ve merakla izlediği ABD seçimlerini Joe Biden kazandı. Kendisi de bizzat çürüyen Amerikan emperyalist kapitalizminin bir ürünü olan Trump, tüm sorunların nedeni olarak görüldüğü ölçüde, ABD sermaye diktatörlüğü aklanıyor ve dolayısıyla da Trump’ın kaybetmesi “Dünya derin nefes aldı” biçiminde sunuluyor. Oysa hemen her şey, Trump’ın çok büyük ölçüde Amerikan emperyalizminin çürümüş ruhunu temsil ettiğini gösteriyor. Trump gitti ama “Trumpizm kaldı” değerlendirmeleri bunu anlatıyor olmalı.

ABD, yeni bir seçimi “fırtınalı” zamanlarda karşıladı. “Siyahların hayatı önemlidir” isyanı, cinsiyet karşıtı büyük kadın hareketleri, gençliğin iklim karşıtı kitlesel eylemleri, işçi grevleri ve direnişleri, 10 Kasım itibariyle 230 binden fazla ölüme neden olan salgın, ekonomik kriz ve siyasi sistemdeki kaos, 40 milyonu bulan işsizlik, derinleşen eşitsizlik ve yoksulluk, kurumsallaşmış ırkçılık ve polis cinayetleri, emperyalist hegemonya ve dış politika krizi, irtifa kaybı, burjuva demokrasisinde çürüme, tehlikeli boyutlarda toplumsal kutuplaşma, büyüyen eşitlik ve özgürlük arayışı ve tüm bunların toplamı olarak iç savaşa benzer koşulların yaşanacağı kaygısı... Tüm bunlar, ABD başkanlık seçimlerini şekillendiren başlıca dinamikler oldu.

Çok yönlü kriz sarmalına bir de “seçim krizi” eklendi. Trump, seçim süreci boyunca neredeyse gündelik olarak skandal, yalan, iftira, komplo ve dedikodu üretip yaydı. Bu seçimin, “Bir sosyalist programın sevgili kaderimizi yıkmasına izin verip vermeyeceğimizi” belirleyeceğini iddia etti.Biden’ı seçmenlere “Bir Çin kuklası ve sosyalist-solcu bir ‘radikal’” olarak sundu. Onun “Polisi dağıtmak ve sınırları kaldırmak” istediğini, komünizmin ve Çin’in Amerika’yı istila edeceği vb. gibi yalanları seçim süresince tekrarladı. Washington Post, yalanlarıyla da ünlü olan Trump’ın başkanlığı sırasında söylediği 20 bin küsür kadar yalanı deşifre etti. Azgın bir komünizm düşmanlığının yanı sıra aylar boyunca “posta yoluyla oy kullanma seçim hilesine yol açacak, sahtekarlık yapılacak” yalanını tekrarladı. Radikal milislerine oylara sahip çıkmaları için sokaklara dökülme çağrısında bile bulundu.

Seçim sonucunu kabul edip etmeyeceği sorusuna, sadece kendisi kazanırsa kabul edeceği yanıtını verdi. Seçim sırasında ise oyların tamamı henüz sayılmadan kendisini ABD başkanlık seçimlerinin galibi ilan etti. Aradan bir hafta geçmiş olmasına rağmen halen bir komplodan, seçim sahtekarlığından ve zaferinin kendisinden çalındığından söz ediyor. Oyların daha fazla sayılmasını durdurmak için mahkemeye gideceğini tekrarlıyor. Burjuva demokratik sistemin temel bir parçası olan seçim işlevini adeta redediyor. O çürüyen ama sahiplerince yüceltilen burjuva demokrasisini bir yana itiyor. Böylece ABD “demokrasisi”ne de ayna tutuyor.

Trump’ın yönetim sisteminin bir parçası olan kutuplaşmayı, gerilim ve çatışmayı seçim vesilesiyle kışkırtması ve seçim sonuçlarını kabul etmemesindeki ısrarı, bir dizi nedenin yanı sıra kendisini kurtarma kaygısına da yorumlanıyor. Zira 26 kez cinsel tacizle suçlanan, ırkçılığı kabul gören ve kendini Neonazilerden ve aşırı sağcılardan uzak tutmadığı aşikar olan Trump hakkında sürmekte olan 30 davanın bulunduğu söyleniyor. Bunlar, cinsel taciz ve tecavüz, vergi kaçırmak, kara para aklamak, dolandırıcılık yapmak, adaleti engellemek, bağışları kötüye kullanmak vb. suçları kapsıyor. Dolayısıyla kaybettiğini kabul etmemesinin gerisinde, başkanlık zırhının korumasını yitirip yargılanma korkusu da var.

Dikkat çekici kimi sonuçlar

ABD seçimlerine 1908’den bu yana tarihin en büyük katılımının sağlandığı iddia edilirken, Demokrat Parti’nin de tarihindeki en yüksek oy sayısına ulaştığı ileri sürülüyor. Bu, Trump’a, onun politikalarına, temsil ettiği “değerlere” karşı halkın duyduğu öfkeyi ifade ediyor ve ondan kurtulma arzusunu ortaya koyuyor. Zira pandeminin tetiklediği çok yönlü sosyal yıkım, büyüyen işsizlik ve yoksullaşmanın, ırkçılığın ve polis cinayetlerini kışkırtmanın vb.nin sorumlusu olarak görüldü Trump. Ancak Biden’ın, beklenenden daha az, Trump’ın ise beklenenden daha çok oy aldığı şaşırtıcı da bir sonuç çıktı ortaya. 18-29 yaş arası genç seçmenlerin seçime katılımında bir artış olmamasına rağmen, Trump 2016 yılına kıyasla bu grup içinde 600 bin oy kaybına uğrarken, Demokratların yaklaşık 2 milyon oy kazanması ise olağan bir sonuç oldu.

Trump’ın kadınlar, Afrika, Asya ve Latin kökenli Amerikalıların özellikle de varlıklı kesimleri arasında desteğini büyük oranda artırmış olduğu iddası dikkat çekicidir. Trump’ın, Afrika kökenli Amerikalı erkekler arasında 2016’da yüzde 13 olan oy oranını 2020’de yüzde 18’e çıkardığı belirtiliyor. Bu, yaklaşık 500 bin oy artışı anlamına geliyor. Demokratların ise siyah erkekler arasında sadece 600 bin dolayında oy artırdığı söyleniyor. Afrika kökenli Amerikalı kadınlar arasında ise Trump, oy oranını ikiye katladı. 2016’da Afrika kökenli Amerikalı kadınların sadece yüzde 4’ünün oyunu aldığı söylenen Trump’ın, 2020’de, bu grubun yüzde 8’ini kazandığı ileri sürülüyor. Dikkat çekici bir başka nokta ise Trump’ın işçi sınıfı içinde de önemli bir desteğe sahip olmasıdır.

Bu sonuca yol açan faktörlerden biri, Biden’ın kitlelerin değişim isteğine yanıt verememesi, ekonomik ve sosyal sorunlara yönelik çözüm önerileri ortaya koyamamasıdır. Öyle ki o, işçi sınıfına ve toplumun öteki ezilen ve horlanan katmanlarına bir reform vaadinde bile bulunma gücü gösteremedi.Kampanyasının son haftalarında ise, polis finansmanını asla kesmeyeceğini ve ırkçı polis cinayetlerini önlemek için şüphelilerin “bacağından” vurulması gerektiğini savundu. Amerikan toplumunun en geri ve muhafazakar fikirlerine sahip kesimleri arasında Trump’ın “yasa ve düzen” söyleminin de işe yaradığı anlaşılıyor. Özellikle de yaşlı seçmen üzerinde bunun büyük etki sağladığı söyleniyor. Ticarette korumacılığı yücelten ve göçmen düşmanlığını döne döne işleyerek duvarlar yükselteceğini tekrarlayıp duran Trump’ın işini kaybetme korkusu yaşayan işçilere işlerini kaybetmeyecekleri duygusunu kazandırarak onların “çıkarlarına” hitap etmesi faktörlerden bir başkasıdır.

Toplumun ezilen, sömürülen, horlanıp aşağılan, yokluk ve yoksunluğa mahkum edilen kesimleri çeşitli vesilelerle değişim isteklerini ve taleplerini ortaya koyuyorlardı. Fakat Biden (Demokrat Parti), ABD burjuvazisinin bir temsilcisi olarak kitlelerin bu değişim isteğini yanıtlayamaz, taleplerine sahip çıkamazdı. Sanders’ta ifadesini bulan ve özellikle de gençlik arasında büyüyen sol dalganın seçim süreci üzerinden Biden lehine etkide bulunduğu ortadadır. Ama buna rağmen Biden ve partisi sola ve ilerici olan her şeye düşmandır. Demokratların New York Milletvekili Alexandria Ocasio-Cortez’in, New York Times’a verdiği bir söyleşide, “Dışarıdan, bir ton destek var, ama içeriden, ilerici kokan her şeye karşı son derece düşmanca davranıyor” isyanında bulunarak, istifa etmeyi düşünmesi boşuna değil. Dolayısıyla ırkçı, cinsiyetçi, saldırgan ve faşizan söylem ve icraatlarına rağmen Trump’ın, beklenenden çok daha fazla oy almayı başarmış olması aslında pek de şaşırtıcı değil.

Trump’ın 4 Kasım’da medyaya yaptığı açıklamada, “Demokratlar büyük bağışçıların, büyük medyanın, büyük teknolojinin partisi gibi görünüyor. Ve Cumhuriyetçiler Amerikan İşçi Partisi oldu ve tam olarak böyle oldu.” demesi dikkat çekicidir. Elbette böyle bir iddiayı ciddiye almak için bir neden yok. Ama söylenenin iki partinin birbirine ne kadar çok benzediklerini göstermesi bakımından anlamlıdır. Demokrat Parti ve Biden’ın kısmi sosyal ve demokratik reformlar ileri süren Sanders’in adaylığına karşı verdikleri mücadele ve onun kaybetmesini sağlama tutumu da buna işaret etmektedir.

Biden’ın devraldığı miras ve oynayacağı misyon

Trump’ın manifestosu, Amerika’nın yeniden harika olması gerektiği idi. Hemen tüm göstergeler başarısız olduğunu gösteriyor. Zira ekonomik, toplumsal, sosyal ve siyasal sorunlar katlanarak büyüdü. Büyüyen yokluk ve yoksulluğa, kurumlaşan ırkçılığa, olağanlaşan polis cinayetlerine, salgınla büyüyen sosyal felaketlere, ücretsiz eğitim ve sağlığa erişim talebine, gelecek kaygısı büyüyen ve radikalleşen gençliğe, özgürlük ve eşitlik arayışı büyüyen kadınlara, işçi sınıfı ve emekçilere, dahası pandemiyle birlikte yıkıma uğrayan orta sınıfın önemli bir bölümüne bile vereceği bir yanıtı yoktur Biden’ın.

Trump’tan devralınan sorunların Biden ile birlikte hafiflemesi bir yana, derinleşmeye devam edeceği açıktır. Zira söz konusu sorunlar yığını, Trump’ın kişiliğinden bağımsız olarak, bizzat Amerika kapitalizminin neden olduğu sorunlardır. Çok boyutlu sorunlar ve bunların tetiklediği bir rejim ve sistem krizi vb. Biden’ın devraldığı sorunlardır. Seçim süreci ve seçim sonucunun kendisi de ABD’nin adeta ikiye bölündüğünü açıkça gösterdi. Bu, öteki temel sorunların yanı sıra Biden’ın, Amerikan toplumunun bölünmüşlüğünü, öfke ve nefret politikasını da miras alacağı anlamına gelmektedir. ABD emperyalizminin Trump ile başlamayan ancak onunla büyüyen sorunları karşısında Biden-Harris yönetiminin hiçbir sorununu çözmeyeceği açıktır.

İçte ve dışta biriken ve çözümü sistem içinde mümkün olmayan devasa sorunları devralan Biden, başkanlık koltuğuna oturduğunda işçi ve emekçilere karşı Trump’tan eksik kalmayacağını gösterecektir. Zira Biden-Harris ikilisinin misyonu, işçi sınıfına karşı sermayenin yumruğu olmak, sosyal yıkım programını uygulamak ve tabii ki ABD emperyalizminin dünya hegemonyasını kalıcı kılmaktır. Bu misyon çerçevesinde onun görevi, içte ABD’nin kapitalist sistemi ve düzenini sorgulayan, “başka bir dünya” arayış ve isteği büyüyen, giderek daha radikal bir şekilde mücadele sahnesinde yer alan-alacak olan kitlelerin mücadelesini bin bir yolla dizginleyip yatıştırmak, olmazsa terörle ezmektir. Zira Amerika’da gençlik başta olmak üzere ezilenler ve sömürülenler arasında sola ve sosyalizme belirgin bir yönelişin yaşandığı, Trump’ın icraatlarının ise buna ek bir ivme kazandırdığı, dolayısıyla mevcut olan sol-sosyalist ve anti-faşist akımların kitle desteğinin büyüdüğü biliniyor.

Biden yönetiminin dıştaki görevi ise, çözülen ABD hegemonyasını durduracak, onun dünya jandarması konumunu koruyacak adımlar atmaktır. Bunun için de sömürgeci-işgalci ve savaşçı icraatlardan geri kalmayacaktır. Boyun eğdiremediği ülkelere darbeler tezgahlamaya, yaptırımlar uygulamaya, halklara kölelik dayatmaya devam edecektir. Nitekim onun on yılları bulan siyasal kariyeri, milyarderler sınıfının çıkarlarını korumak ve onlara hizmet etmekle geçmiştir. Bu hizmeti sürdürmeye de devam edecektir. Bu ise, emekçi kitleleri Demokrat Parti liderliğine ve genel olarak ana akım siyasete karşı bir alternatif aramaya yönlendirecek, sınıf mücadelesi sertleşecektir.

 

 

 

 

 

Bolivya’da MAS hükümeti göreve başladı

 

Bolivya’da 18 Ekim seçimlerini kazanan Sosyalizm Hareket’inin (MAS) adayı Luis Arce hükümeti Pazar günü yemin ederek göreve başladı. Bolivya resmi haber ajansı ABI’nin bildirdiğine göre, 16 bakandan oluşan Arce kabinesi daha çok toplumsal hareketlerin taleplerine uygun olarak MAS’ın “yeni yüzlerinden” oluşturuldu.

Bakanlarını tanıtan Arce, hükümetin sadece darbeciler tarafından tahrip edilen ekonomiyi ıslah etmekle uğraşmayacağını, yıkıma uğrattıkları eğitim ve sağlık hizmetlerinde de büyük sorunlarla karşı karşıya olduklarını söyledi. Cumhurbaşkanı Arce, uluslararası ilişkileri yeniden yönlendireceğini ve Haziran ayında kaldırılan Kültür Bakanlığı’nı açacağını açıkladı.

MAS hükümetinin ilk eylemlerinden biri, yerli halkların geleneksel sembolü olan “Wiphala”nın ulusal bayrakla eşitliğini yeniden sağlamak oldu. Evo Morales döneminde renkli bayrak, eşit devlet sembolü olarak anayasada yer almıştı. Ancak askeri darbeyle yönetime getirilen Jeanine Enez’in, “Benim bölgemde, ‘Wiphala’ gibi bir bayrak istemiyoruz” açıklamasını ‘çağrı’ sayan faşist çeteler, darbecilerin de desteklediği gösteriler eşliğinde ülkenin çeşitli yerlerinde yerli halkın sembollerini yakmışlardı.

Venezuela elçiliği işgalden kurtarıldı

Bolivya’yı ziyaret eden Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza, Pazartesi günü başkent La Paz’daki büyükelçiliğe Güney Amerika bağımsızlık savaşının sembol liderlerinden Simon Bolvar’ın resmini yeniden astı. Darbeden sonra Venezuela elçilik binasını işgal eden resmi/sivil çeteler, Donald Trump’ın lütfuyla kendisini Venezuela’nın “geçici başkanı” ilan eden Juan Guaido’nun fotoğrafını asmışlardı. Arreaza, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, “Venezuela halkına ait olanı kurtardık.” dedi. Cumhurbaşkanı Nicole Maduro da yaptığı açıklamada, “Kurtarıcı Simon Bolivar, Bolivya büyükelçiliğimize geri döndü.” İfadelerini kullandı.

Venezuela elçiliği baş katibi, Guaido ile yandaşlarını elçilik binasını yağmalamakla, televizyonları, kitapları, bilgisayarları, mobilyaları söküp çalmak ve “barbarlık” yapmakla suçladı.

Morales ülkesine geri döndü

Arjantin’de sürgünde bulunan eski yerli cumhurbaşkanı Evo Morales, Çarşamba günü MAS’ın kalelerinden biri olan Chimore kentine geldi. Burası Morales’in Koka çiftçilerinin sendika lideri olarak siyasi kariyerine başladığı yerdir aynı zamanda. 12 Kasım 2019’da darbecilerin sürgüne gönderdikleri Morales darbeden bir yıl sonra sendika lideri olarak siyasi kariyerine başladığı kente yeniden döndü.

Prensa Latina ajansının bildirdiğine göre Morales, düzenlediği basın toplantısında, darbecilerin sekiz akrabasına kendisini Washington’a iade etmeleri karşılığında 50 bin dolar teklif ettiklerini ancak yakınlarının bunu reddettiğini açıkladı. Morales, “Darbe sadece Bolivyalı sağ tarafından değil, aynı zamanda ABD tarafından, kapitalizm tarafından da yapıldı. Darbe bizim ekonomik modelimiz ve  lityumla ilgiliydi.” dedi.

Kendilerine ‘barbarlar’ denildiğini hatırlatan Morales, şu sözlerle sağcılara bir tür meydan okudu: “Bolivya’daki ve dünyanın genelindeki sağcılar şunu bilmeli, barbarlar hükümete geri döndü. İktidardayız.”