13 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-22

Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım!
Çürüyen düzenin aynasında burjuva siyaset
Din taciri rejimin “fikri iktidar” arayışı
Pervasızlığın dipsiz çukurundalar!
Yandaş medyanın Amerikan seçimleri tutarsızlığı
Eğitimde kaos büyüyor...
Sermaye iktidarı fonlarla emekçileri soyuyor!
Ücretsiz izin saldırısını püskürtmek için direnmeliyiz!
“Önlem” adına esnek çalışma dayatması
Kadınların ödediği fatura büyüyor!
Türkiye Komünist Partisi üzerine konuşma
Canice aptallık - G. Safarov
ABD seçimleri üzerine
Şili halk hareketi, dersler ve güncel görevler
Irkçılık ve “İslamcı terör”
Alaattin yoldaşa…
Devrimci tutsak Elif Alçınkaya’dan…
“Kafala sistemi” ve Kadirova cinayeti
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Eğitimde kaos büyüyor…

Yaşamlarımız tehlikede!

 

Mart ayından bu yana devam eden Covid-19 salgınına karşı alınan göstermelik önlemlerle salgın kontrol altına alınamıyor. Hasta sayısı ve yaşamını yitiren insan sayısı artmaya devam ediyor. Sermaye devletinin dümeni tutanlar, salgını kontrol altına almak değil kapitalizmin çarklarını çevirmek derdindeler. Binlerce işçinin çalıştığı fabrikalarda doğru dürüst önlem alınmaması, yüzeysel önlemlerle yüz yüze eğitime başlayan sınıfların sayılarının arttırılması, sermaye devletinin salgını kontrol almak yerine kâr odaklı düşündüğünü ortaya koyuyor.

Gerekli önlemlerin alınmadığı salgın süreci eğitim alanında tam bir kaosa yol açtı. Mart ayından Haziran sonuna kadar verilen uzaktan eğitimde milyonlarca emekçi çocuğu aksaklıklarla karşılaştı. Bu nedenle milyonlarca öğrenci eğitim hakkından mahrum kaldı. Salgın sürecinin eğitim alanındaki ilk dönemi böyle kapandı.

Yeni eğitim dönemi, “uzaktan eğitim mi yüz yüze eğitim mi” tartışmaları ile açıldı. İlk olarak 31 Ağustos’ta ilkokul, ortaokul ve liseler için uzaktan eğitime başlandı. 21 Eylül’de ise anasınıfı, 1. sınıflar ve 12. sınıflar için yüz yüze eğitim uygulamasına geçildi. Yeterli önlemlerin alınmamış olması nedeniyle onlarca okulda koronavirüs vakası tespit edildi, yüzlerce öğrenci ve eğitim emekçisi karantinaya alındı. Bu süreçte Eba sisteminde yaşanan sorun üzerine eğitim hakkıyla adeta alay eden açıklamalar yapıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, uzaktan eğitim sisteminde yaşanan aksaklıklar için, “Bu bizim sevindirici bir haber, bu yoğunluk bize Eba sistemine olan yoğun talebi gösteriyor” deme arsızlığını gösterebildi. Bu açıklama, AKP-MHP iktidarının, sorumlusu olduğu kaosu çözmek gibi bir derdinin olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Salgın sürecinde eğitim hakkının gasp edildiğine dair veriler MEB’in sunduğu istatistiklere de yansıdı. Buna göre, 21 Eylül ve 30 Ekim tarihleri arasında uzaktan eğitime ulaşabilen öğrenci sayısı 11 milyon 240 bin 167 oldu. Halihazırda Türkiye’de 18 milyon 241 bin 881 öğrenci varken sadece 11 milyon öğrencinin eğitime ulaşabilmesi, 7 milyona yakın öğrencinin eğitim hakkının gasp edildiğinin kanıtı oldu.

Eğitim sorunu artık “ölümler”le birlikte gündem olmaya başladı. Bunun ilk örnekleri, uzaktan eğitim verebilmek için Maraş’ta bir tepeye çıkan Aziz Selin öğretmenin kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmesi ve uzaktan eğitime ulaşabilmek adına komşusunun internetini kendi evine çekmek için çatıya çıkan babasının ardından çatıya çıkan 8 yaşındaki Çınar Mert’in çatıdan düşerek yaşamını yitirmesi oldu.

Okullarda salgın önlemlerinin gereğince alınmaması eğitim emekçilerinin de yaşamlarına mal oluyor. Geçtiğimiz hafta Denizli’nin Çameli ilçesindeki bir ortaokulda öğretmenlik yapan Mustafa Ergenay, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde lisede öğretmenlik yapan Halil Temiz ve Diyarbakır Ergani’de bir öğretmen koronavirüsten dolayı yaşamını yitirdi. Basına yansıyan bu ilk örnekler, sermaye devletinin yüzyüze eğitim sürecini de yönetemediğini bir kez daha gösterdi.

Bu düzenin egemenleri ve onların siyasi temsilcileri her gün kendilerine test yaptırarak, yeterli besin malzemelerine erişerek, özel hastanelerde tedaviler görerek, özel araçlara binerek ve saraylarda yaşayarak koronavirüse karşı kendi önlemlerini almışlardır. Onların derdi emekçilerin yaşamı ve milyonlarca öğrencinin aldığı eğitim değildir. Onlar için önemli olan kendi rejimlerinin “bekası”dır, sömürü düzenlerinin tıkır tıkır işlemeye devam etmesidir. Bu yüzden, milyonlarca öğrencinin eğitim ve yaşam haklarının tehlikeye girmesi, eğitim emekçileri ve bileşenlerinin yaşamını yitirmesi onların umurunda değildir.

Bizler sermayedarların rant, talan, sömürü düzeni devam etsin diye yaşamlarımızdan ve eğitim hakkımızdan vazgeçmek zorunda değiliz. Sağlıklı ve insanca bir yaşam için yan yana gelelim. Eşit, parasız, bilimsel, nitelikli ve ulaşılabilir eğitim için mücadeleyi büyütelim. Eğitim, sağlık ve yaşam hakkımızdan vazgeçmeyelim.

K. Sönmez

 

 

 

 

 

Usulsüz olan YÖK düzeninin kendisidir!

 

YÖK, üniversite sınavlarında ilk bine girenlerden yurt dışındaki üniversitelere kayıt yaptıranlara, pandemi koşulları nedeniyle “Türkiye’deki üniversitelere yatay geçiş olanağı” tanımıştı. Geçtiğimiz günlerde Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, bu uygulamaya dayanılarak bazı yerlerde usulsüz yatay geçişler yapıldığını itiraf etti.

Usulsüz yatay geçişler, HDP Batman Milletvekili Necdet İpekyüz’ün, “Üniversite sınavında 700-800 bininci sırada üniversite kazanıp, yurtdışında tıp fakültesine kayıt yaptıranların daha sonra Türkiye’deki özel üniversitelere yatay geçiş yaptığına” dikkat çekmesinin ardından gündeme geldi. Bunun üzerine YÖK başkanı gayet “rahat” bir şekilde usulsüzlüğü doğruladı ve “Gelenlerle ilgili, mevzuata aykırı olanların kaydının silinmesi ile ilgili üniversitelere yazdık ama şöyle bir şey oluyor: Kayıt olduktan sonra idare mahkemeleri ‘O bir müktesep haktır’ diyor. Maalesef böyle de bir durum var.” dedi.

Gelen tepkilerin ardından YÖK üniversitelere yazı gönderdi. Yazıda belirli bir süreye özgü alınmış bu kararın kapsamı yeniden çizilmek suretiyle, sehven yapılmış kayıtlar varsa işlemlerin iptal edilmesi istendi. Aksi durumların kurumlar nezdinde sorumluluk doğuracağının bilinmesi gerektiği de belirtildi.

Türk Tabipleri Birliği de duruma ilişkin yazılı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, “Etik ve yasal olmayan bu durum hem eğitimde fırsat eşitliğine aykırı olması hem de tıp eğitiminin niteliğine vereceği zarar açısından asla kabul edeceğimiz bir uygulama değildir. Bir an önce yasal olmayan bu uygulamaya son verilmeli ve sorumlular cezalandırılarak, yatay geçiş uygulamaları iptal edilmelidir.” denildi.

Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!

Biliyoruz ki bu tür usulsüz uygulamalar YÖK için ne ilktir ne de son olacaktır. 12 Eylül askeri-faşist darbesinin ardından kurulduğu 6 Kasım 1981’den bugüne 39 yıldır sorunlar yumağına dönüşen YÖK ve YÖK düzeni; özel üniversitelerin çoğalmasına, paralı eğitim uygulamalarının yaygınlaşmasına, dinci-gerici ideoloji ekseninde üniversitelerin şekillendirilmesine hizmet etmiştir. YÖK ile birlikte, üniversitelerin tümüyle sermayenin çıkarları doğrultusunda ticarethane gibi işletilmesinin önü açılmıştır. Üniversiteler ÖGB, polis ve faşist çeteler eliyle her türlü ilerici, devrimci muhalif sesin baskı ve zor yoluyla bastırıldığı koyu bir karanlığa mahkum edilmek istenmiştir.

Kısacası doğruya, adalete, eşitliğe aykırı olan, yani usulsüz olan, YÖK ve YÖK düzeninin ta kendisidir!

Devrimci Gençlik Birliği