13 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-22

Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım!
Çürüyen düzenin aynasında burjuva siyaset
Din taciri rejimin “fikri iktidar” arayışı
Pervasızlığın dipsiz çukurundalar!
Yandaş medyanın Amerikan seçimleri tutarsızlığı
Eğitimde kaos büyüyor...
Sermaye iktidarı fonlarla emekçileri soyuyor!
Ücretsiz izin saldırısını püskürtmek için direnmeliyiz!
“Önlem” adına esnek çalışma dayatması
Kadınların ödediği fatura büyüyor!
Türkiye Komünist Partisi üzerine konuşma
Canice aptallık - G. Safarov
ABD seçimleri üzerine
Şili halk hareketi, dersler ve güncel görevler
Irkçılık ve “İslamcı terör”
Alaattin yoldaşa…
Devrimci tutsak Elif Alçınkaya’dan…
“Kafala sistemi” ve Kadirova cinayeti
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Çürüyen düzenin aynasında
burjuva siyaset

 

Burjuva düzen siyasetinin yaşadığı çürüme son gelişmelerle iyice belirginleşti. Damat bakan Berat Albayrak’ın istifası ve ardından yaşananlar, işlerin nasıl da çığırından çıktığını gözler önüne serdi. Haberini bile yapamayan bir medya, bakanın istifasına dair sözü olmayan bir hükümet, tek adam rejiminin başının ancak ikinci gün birkaç lafla geçiştirmeye çalışması... İstifa üzerine en uzun açıklamayı yapmak mafya şefi Alaattin Çakıcı’ya düştü ve “görevinden alınma devletin menfaatine ise hayırlı uğurlu olsun” dedi.

Tüm bunlar AKP-MHP rejiminin açmazlarını ve aczini ortaya seriyor ve üstüne kâbus gibi çöktükleri ülkenin halklarına karşı zerre kadar sorumluluk duymadıklarını gösteriyor. Vaazlarına “şahsım” diye başlayan kokuşmuş rejimin başı, yöneticileri, medyadaki beslemeleri bu ülkede yaşayan bir halk yokmuş gibi davranıyorlar. Toplumu “sürü” saydıkları için, ciddi bir açıklama yapma gereği duymuyorlar.

Bütün kanallar ambargo uyguladığı, Twitter hesabı da kapatıldığı için istifasını İnstagram’dan yaptığı açıklama ile duyuran damat Albayrak, bozuk bir Türkçe’yle de olsa dikkate değer mesajlar verdi. Saray rejimi için “at izinin it izine karıştığı”nı, “Hak ve batılı ayırt etmenin zorlaştığı”nı vurgulayan istifa metni, “Cenab-ı Allah… sonumuzu hayreylesin” duasıyla noktalanıyor. Belli ki sonlarının ne olacağı konusunda endişeliler.

AKP-MHP koalisyonunun halka karşı işledikleri suçların önde gelen ortaklarından biri olan eski bakanın yaptığı bu açıklama, kokuşmuş rejimin çivisinin nasıl da çıktığı hakkında fikir veriyor.

Kapitalistlerin hizmetindeki bu rejim ne ekonomik krize, ne işsizliğe, ne yoksulluğa, ne pandemiye çözüm üretebiliyor. Bundan dolayıdır ki, işçi sınıfının haklarına saldırıyor, doğayı talan etmeleri için şirketlerin hazırladığı taslakları yasa haline getiriyor, dini pervasızca istismar ediyor, faşist baskıları günden güne tırmandırıyor, vb…

***

Tepeden-tırnağa çürümüş bu rejim buna rağmen ayakta. Sarsıcı bir toplumsal muhalefet, militan bir işçi sınıfı mücadelesi gelişemediği için, hizmette sınır tanımadıkları kapitalistlerden gerekli desteği almayı sürdürebildikleri için bugüne kadar bunu başarabildiler. Karlarına kar kattıkları için uzun bir süredir sesleri çıkmayan asalak kapitalistler, damadın koltuğuna oturan bakanı ile Merkez Bankası’na yeni atanan başkanı kutlayarak varlıklarını hissettirdiler. TÜSİAD adına yapılan açıklamada, elbette öncelikle, iktidarın “yapısal reformlar” konusundaki kararlılığını sürdürmesi istendi. Her zaman yaptıkları gibi, “laik, demokratik, sosyal-hukuk devleti” vurgusu da eksik etmediler.

“At izinin it izine karıştığı” bir rejim altında geniş emekçi kitleler sürekli yoksullaşırken, işsizlik had safhaya ulaşırken, onlar çürüyen ve kokuşan bu düzenin egemenleri olarak “memnun ve iyimser” içerikli açıklamalar yapmayı sürdürüyorlar.

***

Muhalefet partilerinin durumu da pek parlak değil. AKP-MHP iktidarı düzen muhalefetini de kendisine benzetti. Kural-ilke tanımayan saray rejimi muhalefet partilerine keyfi bir şekilde olmadık sıfatlar yüklüyor. Daha “terbiyeli” bir üslup kullanan düzen muhalefeti de, AKP-MHP iktidarını birçok konuda eleştiriyor. Ama rejimin hassas noktalarına dokunmaktan özenle kaçınıyorlar. Ne fetihçi dış politikaya bir itirazları var, ne şirketlerin doğayı talan etmesine bir şey diyorlar, ne işçi sınıfına köleliğin dayatılmasına karşı bir şey yapıyorlar. Bu tutumları elbette kitlelerin gözünden kaçmıyor, düzen siyasetine güvensizlik günden güne artıyor.

AKP-MHP’nin icraatlarının ağır bedelini emekçiler ödüyor. Bu nedenle dinci-faşist iktidardan uzaklaşma eğilimi yaygınlaşıyor. Buna rağmen muhalefet partileri güç kazanmıyor. Zira temel sorunlara karşı tutum konusunda rejimle aynı safta yer alıyorlar.

Emekçilerin sorunlarına ve istemlerine yanıt verecek vaatlerden uzak duran partilerin iç bütünlükleri sarsılıyor. Olağan koşullarda seçim kazanma şansı olmayan dinci-faşist rejim, muhalif partileri bu zaafları üzerinden zayıflatma imkanı buluyor.

Tek adam rejimi parti içinde de geçerli olduğu için, AKP’den iki parti çıkmış bulunuyor. Faşist parti daha önce parçalanmış, içinden İyi Parti çıkmıştı. Düzen siyasetindeki parçalanma muhalefet partilerine de sirayet ediyor. Oy desteği eriyen saray rejimi İyi Parti’yi “yerli ve milli” ilan edip, “eve dön” çağrısı yaptıktan sonra partide tasfiyeler başladı. Önde gelen isimler birbirine düştü.

Çalkalanma dinci-sağcı cenahla sınırlı kalmadı. Düzen solu CHP’de de benzer bir rüzgar esiyor. Muharrem İnce’nin başını çektiği hareketin partileşeceği söyleniyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı tutumla çapsız bir politikacı olduğunu ispatlayan İnce, şimdiden saray beselemesi medyanın ekranlarında boy göstermeye başladı. Yanı sıra, eski Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de parti kuracağından söz ediliyor.

***

Düzen siyaseti cephesindeki bu perişanlık, kapitalist sistemin içinde debelendiği ekonomik-mali-sosyal krizin siyaset alanına yansımasıdır.

Düzen siyaseti için esas olan kapitalizmin sömürü çarklarının dönmeye devam etmesini sağlamaktır. Krizleri aşmak için değil, yönetmek için çabalıyorlar. Emekçiler isyan edip krizlerin faturasını ödemeyi reddedene kadar onlar için de “işler yolunda” sayılır. Yine de “toplumsal patlama” korkusu yakalarını bırakmıyor.

Kapitalist düzenin işsizlik, sefalet, yıkım, savaş dışında emekçilere sunabileceği bir şey olmadığı gibi, siyasi temsilcileri olan partilerin de vadedebileceği bir şey kalmamıştır. Bundan dolayıdır ki, işçi sınıfı ve emekçilerin öfke ve tepkisi giderek büyüyor. Ancak, düzen siyasetinin kuyruğuna takılmamak, sarayın noteri gibi çalışan parlamentoya umut bağlamamak, düzenden sorunlara çözüm bekleme vehminden kurtulmak büyük bir önem taşıyor. Büyüyen öfkenin bilinçli, örgütlü ve hedefli bir mücadeleye dönüşmesi, emekçiler için siyasi çıkış yolunu da açacaktır. Sorunları çözmenin, insanca-onurlu bir yaşamı kazanmanın tek yolu, “sınıfa karşı sınıf eksenli” örgütlü mücadeleyi geliştirip büyütmektir.