23 Ekim 2020
Sayı: KB 2020/Özel-19

Kriz ve çöküş girdabında düzen siyaseti…
“Askıdaki yaşam”lar kirli ellerinde!..
AKP’nin “ilksel sermaye birikim süreci”
AYM ve hukuk sisteminde çürüme
Karabağ sorunu ve Ermeni-Azeri çatışması
Haramilerin saltanatını yıkmak için mücadeleye!
Kuzey Kıbrıs seçimleri
‘Sağlık emekçileri tükeniyor’
Tarım işçisi çocuklar kapitalizmin kurbanları
Baskılarınız bizleri yıldıramaz!
Türkiye’de işçi hareketi - Şefik Hüsnü
Komünist hareket ve emekçilerin durumu - Şefik Hüsnü
ABD’den Sudan’a İsrail’i tanıma şantajı
Meriç kıyısında yükselen duvarların sınırları
Körfez’in soğuk rüzgarları ekonomiyi vuruyor!
Sınıf ve Korona anketinden görülenler
Covid-19, halk sağlığı ve “sürü bağışıklığı”
Eğitimin yükü de kadınlara
Pandeminin faturası kadınlara
Üniversitelerde ‘eğitim kaosu’ devam ediyor
Eğitim ve sağlık hakkımız tehlikede!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Üniversitelerde ‘eğitim kaosu’
devam ediyor

 

2020 eğitim-öğretim yılı tüm kademelerde başladı. Mart ayından beri örgün eğitime ara veren eğitim kurumları yeni döneme de ciddi altyapı eksiklikleri ile girdi. İlk ve ortaöğretim düzeyindeki öğrenciler için örgün-online eğitim karma bir şekilde devam ederken, üniversitelerin tamamı bu döneminde online eğitim ile geçiriyor. Salgın öncesinde eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, salgınla birlikte farklı bir boyut kazandı, daha da derinleşti. Eğitime erişim, yeni dönemde başlı başına bir sorun olarak öne çıktı.

Salgın başladığında sermaye için kurtarıcı paketler açıklanırken, eğitim alanına dönük hiç bir önlem alınmadı, ayrı bir bütçe ayrılmadı. Çocuk ve gençlerin eğitimi, işçi ve emekçilerin bütçelerine bırakılarak “paran kadar eğitim” anlayışı fiilen egemen kılındı. Bu tablo yeni dönemde de aynı pervasızlıkla devam ediyor. Paralı eğitim uygulamaları, yoksul işçi ve emekçi çocuklarını eğitim kurumlarından her geçen gün daha da uzaklaştırıyor. Pandemi öncesi Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre yalnızca 2015-2019 yılları arasında üniversite eğitimini bırakanların(kaydını sildiren, donduran) sayısı, 1 milyon 115 bin 538’e ulaştı. 2019 yılına ait bu oran diğer yıllara göre %92 artış gösteriyor. Bu verilerin yalnızca kayıt altına alınan rakamlar olduğunu dikkate alırsak, gerçek tablonun daha ağır olduğunu öngörmemiz zor olmaz. Bu tabloya pandeminin sonuçları ise henüz eklenmiş değil.

Mart ayından bu yana uzaktan eğitim veren üniversitelerde yaşanan sorunlar ise olduğu gibi devam ediyor. Online eğitime geçildiği ilk hafta Yıldız Teknik Üniversitesi, ODTÜ, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi gibi en köklü üniversitelerde dahi ciddi sorunlar yaşanmıştı. Teknoloji üretmekle övünen pek çok köklü teknik üniversite başta olmak üzere bu üniversitelerde online eğitim sistemleri çökmüş, eğitim devam edememişti. Üstelik bu altyapı sorunlarına bir de, yüzbinlerce öğrencinin internet ve teknik ekipman (bilgisayar, tablet vb.) eksiklikleri nedeniyle eğitime erişememesi eklenmişti.

YÖK, altından kalkamadığı bu süreçte üniversitelere gönderdiği genelge ile 2019-2020 yılı bahar dönemi için, isteyen öğrencilerin kaydını dondurabileceğini belirtti. Genelge, sermaye devletinin eğitim hakkının kullanılmasından çok sorumluluğu üzerinden atma derdinde olduğunu gözler önüne serdi. Genelgenin yalnızca bahar dönemini kapsayacağı söylense de, 2020-2021 yılı güz dönemini de kapsadı. Bu durum ise adeta üniversitelerin yönetimi için fırsat haline geldi. Eğitime erişemeyen öğrencilere “isterseniz kaydınızı dondurun” pişkinliği “çözüm” diye dayatılıyor.

Bu durumun bir örneği de, Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden biri olan Ortadoğu Teknik Üniversitesi(ODTÜ) yaşanıyor. Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde bir ders için öğrencilere gönderilen “sınav kuralları rehberinde” öğrencilerin bilgisayar, kamera, yeterli hızda internet bağlantısına sahip olmasının beklendiği, eksikliklerin bölüm başkanlığı tarafından “mümkünse” tamamlanabileceği, mümkün değilse öğrencilerin ‘kayıt dondurma hakkı’ olduğu belirtiliyor. Üniversitenin sorumluluğu kendi üstünden atıp öğrenciye yüklemeye çalıştığı bu uygulamanın ODTÜ ile sınırlı kalmayacağı açık. Önümüzdeki günlerde bu uygulamalara yenileri de eklenecek.

Üniversitelerde online eğitim gibi, belli bir bütçe ile çözülebilecek altyapı sorunları yerli yerinde dururken, sermaye devletinin şefi T. Erdoğan, üniversiteleri örgün eğitime de açmayı düşündüklerini açıkladı. Henüz üniversitelilere internet ve gereken teknik donanım için bir adım atılmazken, 8 milyon üniversitelinin salgın koşullarında hangi önlemler ile örgün eğitime devam edecekleri ise büyük bir tartışma konusu. Sermaye düzeninin her alanda olduğu gibi eğitimde de “yaptım oldu” anlayışı, milyonlarca gencin geleceğini karanlığa mahkum etmek istiyor.

Eğitimin bir meta haline dönüştürüldüğü kapitalist sistem devam ettikçe, eğitim hakkının gaspı da devam edecektir. Kapitalizm, şimdi pandemi krizinde, yarın ise bir başka krizde, hiç bir zaman işçi sınıfının geleceğini düşünmeyecektir. Eğitim hakkını da sermayenin çıkarları doğrultusunda ele alacaktır. Bütün bunlara karşı, geleceğimizi ellerimize almak, birliklerimizi güçlendirerek mücadeleye hazırlanmak zorundayız.

İ. Y. Gün

 

 

 

 

 

DGB’den etkinlik: “Eğitim ve sağlık hakkımızdan vazgeçmiyoruz!”

 

İstanbul Devrimci Gençlik Birliği’nin bir süredir çalışmalarını yürüttüğü “Eğitim hakkımızdan ve sağlık hakkımızdan vazgeçmiyoruz!” şiarlı etkinlik 18 Ekim’de gerçekleştirildi.

Buluşmada ilk olarak pandemi sürecinde eğitim tablosuna dair bir konuşma yapıldı. Pandemi sürecinde eğitim tablosuna dair konuşmanın ardından söz, yetki, karar hakkına dair bir konuşma gerçekleşti. Pandemi sürecinin en başından itibaren gençliğin, yaşadığı sorunlar karşısında sosyal medya üzerinden sesini duyurmaya çalıştığı, sosyal medya aracılığı ile tepki gösterdikleri ifade edildi. Bu ihtiyacın eğitimin temel bileşenlerinin söz, yetki, karar gibi mekanizmalardan uzak tutulmasından kaynaklandığı vurgulandı. Üniversitelerin sermayenin arka bahçeleri haline geldiği üzerine konuşuldu.

Söz, yetki, karar kapsamında gençlik hareketi tarihinden Fikir Kulüpleri Federasyonu deneyiminden örnekler verildi. Üniversitelerdeki Öğrenci Temsilcileri Konseyi’nin (ÖTK) gereğince işletilmediği, devlet tarafından içinin boşaltıldığı belirtildi ve bundan kaynaklı üniversitelerde fiili meclislerin önemi üzerine konuşuldu. Eğitim Sen ve TTB gibi meslek örgütü ve odaların da bu süreçte söz, yetki, karar mekanizmalarında doğrudan olması gerektiği ama iktidarın işine gelmediği her durumda bu meslek odalarını hedef gösterdiği vurgulandı.

Ardından eğitim ve sağlık hakkına dair gerçekleştirilen bir başka konuşmada topluma “ya eğitim ya da sağlık” arasında bir seçim yapmanın dayatıldığı ifade edildi. Ne eğitim hakkından ne de sağlık hakkından vazgeçilebileceği, bu iki hakkın birbirinin yerine tercih edilemeyeceği anlatıldı.

Sorunları tartışmanın yanı sıra önemli olanın bu sorunlara dair neler yapmak gerektiğini belirlemek ve harekete geçmek olduğu üzerinde duruldu. Sağlık alanında yapılabileceklere dair iki deneyim olarak Sovyetler Birliği ve Küba’dan örnekler verildi. Hastalıklara dair ‘önleyici’ sağlık hizmetlerinin hayata geçirildiği, sermayedarların değil, toplumun yararının gözetildiği anlatıldı. Sorunların çözümünde örgütlü hareket edildiği ifade edilerek, örgütlenmenin, birlikte hareket etmenin önemine değinildi. Gençlik olarak geleceğe dair birlikte düşünüp, karar vermek, okullarda, bulunulan her alanda oluşturulan meclislerde bir araya gelmek gerektiğinin altı çizildi.

Katılımcıların söz almasıyla canlı bir sohbet biçiminde devam eden etkinlikte, ‘80 sonrası neoliberal politikalarla birlikte ticari eğitimin önünün açıldığı, bununla birlikte eğitim gibi temel bir ihtiyacın alınıp satılabilen bir meta haline getirildiği ifade edildi. Diğer yandan internete erişmek için Maraş’ta çıktığı tepede kalp krizi geçirip yaşamını yitiren öğretmen, internete ulaşmak için çıktığı çatıdan düşerek yaşamını yitiren Çınar Mert örnekleri verilerek, artık eğitim haberlerinin yanına ölüm haberlerinin de eklendiği ifade edildi.

Ayrıca, eğitimin üretim ilişkilerine bağlı olarak doğrudan sermayenin çıkarlarına göre şekillendiği üzerine konuşuldu. İlkokullarda yüz yüze eğitime başlanmasının, üniversitelerde başlanmamasının nedenlerinden en önemlisinin, ilkokul çağındaki çocukların evde kaldıkları oranda tüm sorumluluklarının ailelerinin üzerine kaldığı, bundan ötürü ebeveylerin çalışmasına engel olduğu üzerine tartışıldı. Salgın tehlikesinin olduğu bir süreçte okulların açılmasıyla ilgili kararın, toplumun sağlığı gözetilmeden, üretimin ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda belirlendiği vurgulandı. Son olarak, tüm tartışmalar ışığında birlikteliğin, mücadelenin ve örgütlenmenin önemi vurgulanarak, bulunulan her alanda meclislerin kurulması ve büyütülmesi gerektiği ifade edildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul