11 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-13

Boğucu kuşatmayı parçalayalım!
AKP-MHP rejiminin Covid-19 fiyaskosu
Sermaye iktidarı ve düzen muhalefeti
Tarikat-iktidar çıkar döngüsü istismarın kaynağıdır!
Tek adam rejimi “saray hukuku” istiyor!
İdam tartışmaları üzerine
Dinci gerici iktidar 12 Eylül’ün özbeöz çocuğudur!
Irkçı saldırılar “münferit” değil, sistematik
Delphi-Aptiv’de pandemi
Tarihsel TKP’nin 100. Yılı...
Pandemi, kapitalizm ve sosyalizmin zorunluluğu
ABD’nin dinmeyen Küba korkusu
Navalni’nin “zehirlenmesi” ve propaganda savaşları
Liberal martavallar ve kapitalist sömürü gerçeği
Dünyadan eylemler
Filistin’in sahte dostları!
Suriye’de yeniden inşanın işareti verildi
Eğitimin durumu ve liselilerin talepleri
Kadınlar şiddet, salgın ve yoksulluk kıskacında...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sermaye iktidarı ve düzen muhalefeti

 

Kuralsız bir diktatörlük rejimi kuran, dışındakilere tahammül etmeyen dinci-faşist iktidar, aynı zamanda boğazına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, suça, eş-dost kayırmacılığına, pisliğe ve kana batmış durumdadır. Bunu da başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere tüm burjuva muhalefet nezdinde ve toplumda adeta kanıksanır hale getirmeyi başarmıştır. AKP-MHP bloku, bu durumu yeni adımlarla güçlendirerek kalıcılaştırmayı amaçlıyor.

Bunu, içerde şoven milliyetçiliği ve dinsel gericiliği kışkırtarak, baskıya, yasaklara ve devlet terörüne dayanarak, dışarda ise fetihçi-işgalci politikaları tırmandırarak, muhalefeti “milli menfaatler” demagojisiyle yedekleyerek yapmaya çalışıyor.

AKP-MHP iktidarı, gelinen yerde meşruiyetini ve seçmen desteğini de önemli ölçüde yitirmiş durumdadır. Türkiye’nin saplandığı bataklığın sorumlusu olarak görülüp suçlanıyor. Yanı sıra diktatörlükle, hırsızlık, yolsuzluk ve ahlaksızlıkla, eş-dost kayırmacılığıyla anılıyor. Dolayısıyla toplumun önemli bir bölümünün öfke ve nefretini üzerine çekiyor.

Biriken yapısal sorunlarla mustarip olan ve kendi içinde de sorun yaşayan iktidar, giderek ağırlaşan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar altında da bunalıyor. Kendisini çevreleyen bölgede ise emperyalizmle açık-gizli suç ortaklığı yoluyla ve elbette ki aynı zamanda kendi gerici-yayılmacı hesaplarıyla giriştiği maceralar sonucu bölge ve Türkiye halklarına acı faturalar yaratmış, boyunu aşan işlere girişerek dış politikada bir hezimetle yüz yüze kalmış bulunuyor.

Türkiye’yi AKP-MHP blokunun sürüklediği bu bataklıktan çekip çıkarmak iddiasındaki tüm düzen muhalefeti, başta da CHP, yaşanan akıbetin ilk elden sorumluluğunu taşımaktadır.

Laikliğin, demokrasinin ve özgürlüklerin şampiyonluğunu yapan CHP, hemen tüm temel konularda faşist iktidarın yedeğinde hareket etmiş, ondan farklı bir politika izleyemeyeceğini göstermiş ve ona açık-gizli destek sunmaktan geri kalmamıştır. Zira onun mevcut düzenle bir sorunu yoktur. Onun sorunu, tek adam rejiminin aşırılıkları ve keyfiliği konusundadır.

Dinci-faşist iktidar yüz yüze kaldığı tıkanmayı aşmak için içerde baskı ve terör, dışarda saldırganlık, yayılmacılık ve işgal girişimi dışında herhangi bir programa da sahip değildir. Akşener’e “eve dön” çağrıları yaparak İYİ Parti’yi kazanmak, İnce’nin “hareketi”ni muhalefeti bölmenin imkanına çevirmek ve yeni kurulan partilerin muhalefet blokuna katılmalarını engellemekten ya da seçim dışında tutmaktan yarar umuyor. Milliyetçilik, şovenizm ve din istismarcılığını etkin bir silah olarak kullanan iktidar bloku, bunu Kürt sorunu ve dış politika üzerinden muhalefete karşı kullanarak Millet İttifakı’nı bölmek istiyor.

İşte böylesi koşullarda, yani kitlelerin iktidardan ve mevcut muhalefetten umudunu önemli oranda kestiği, nefes alamadığı, değişim istediği, adalet ve eşitlik arayışına yöneldiği, düzene karşı hoşnutsuzluğun büyüdüğü, mücadele dinamiklerinin mayalandığı koşullarda Babacanlar, Davutoğlular ve Muharrem İnceler “umut ve çözüm” adına siyaset sahnesine çıkıyorlar.

“Memleket hareketi” ve Kuva-yi Milliye’nin şehri

CHP kurultayının ardından Muharrem İnce, 13 Ağustos’ta Ankara’da bir basın toplantısı düzenlemiş ve “Bin Günde Memleket Hareketi”ini 4 Eylül’de Sivas’ta başlatacağını duyurmuştu. “Türkiye’nin hem iktidar hem de muhalefet sorunu vardır” diyen İnce, parti içi demokrasinin Kılıçdaroğlu döneminde yok edildiğini, her şeyin liderin iki dudağı arasında olduğunu iddia etmişti. Yanı sıra CHP’nin “iktidarı amaçlayan ve sosyal demokrasiyi temsil eden bir parti olmaktan çıkmış” olduğunun da altını çizmişti.

Ama tüm bunlara rağmen CHP’den ayrılmayacağını da belirtmişti. Artık neredeyse adet haline geldiği gibi, siyaset sahnesine yeni bir adım atan hemen herkes (örneğin Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan) gibi Muharrem İnce de Kürtleri hatırlayarak, CHP’nin seçimden sonra Kürtlere yüreğini açarak teşekkür etmediğini söylemeyi de ihmal etmedi.

“Memleket Hareketi Türkiye için bir fırsattır, bir çıkış yolu, bir seçenektir” gibi büyük iddialarla yola çıkan İnce, açılışı Sivas’ta yapmasını şöyle gerekçelendirdi: “Sivas, Kuva-yi Milliye’nin şehri. 4 Eylül 1919’da, 101 sene önce Mustafa Kemal Paşa vardı. Yanında 18 yaşında, mandaya karşı çıkan delege tıbbiyeli Hikmet vardı. Cumhuriyetin temelleri bu şehirde atıldı. Ankara’dan önce Kuva-yi Milliye’nin 108 günlük karargahı Sivas’tı. Biz meşaleyi yakan kutlu şehirdeyiz.” İşgal edilmiş bir ülkede kurtuluş savaşı verdiği inancıyla coşup konuşuyordu İnce.

“Birisi iktidar, gitmekten korkuyor. Muhalefet, ‘Millet ne der, yandaş ne der?’ diyerek muhalefet yapmaktan korkuyor” açıklaması yapan İnce, “Böylesi bir ortamda biz, Anadolu’dan, Sivas’tan yola çıkıyoruz” diye devam etti. “Dokunsan yıkılacak bir iktidar var ama maalesef muhalefetin oyu artmıyor. ‘Sokağa çıkmayalım, terörist demesinler, FETÖ’cü demesinler, vatan haini demesinler’ diyen ürkek bir muhalefet var… Onun için dokunsan yıkılacak bir iktidarla ürkek bir muhalefet arasına sıkışmış bir Türkiye bize yakışmıyor” eleştirisini yaptı. “Derdimiz gelecektir, çocuklarımıza güzel hayaller kurdurmaktır” diyen İnce, kendisi ve ekibini “Biz demokrasi ve özgürlük neferleriyiz” diye sundu. Cumhuriyet’in değerleriyle oynanamayacağını da ifade eden İnce, “Atatürk’ü kabul etmeyenleri hareketimizde istemiyoruz” diye konuştu.

İhraç edilmekten korkmadığını da belirten İnce, “Ama bir kaygım ve korkum var. Gelecekte amca, ağabey, dede, Muharrem Bey, ‘Ya memleket yanarken, memleket kuşatılmışken sesini çıkarmadın, bir kırmızı plakaya, bir grup başkanvekilliğine, bir milletvekilliğine razı oldun, kenara çekildin’ demesinler. Çocuklar gelecekte benden hesap sormasınlar yeter. Gerisi önemli değil.” deme rahatlığını gösterebildi. Uzun süre partisinde milletvekilliği, grup başkanvekilliği yapmış, genel başkan adayı ve cumhurbaşkanı adayı olmuş İnce, sanki“memleket yanarken, memleket kuşatılmışken” kendini paralamış ve işgale karşı direnmiş bir savaşçı edasıyla konuşabiliyor.

İktidar ve düzen muhalefetinin kriz tablosu

Sadece sermaye iktidarının değil, CHP başta olmak üzere düzen muhalefetinin bugünkü tablosu da tam bir kriz tablosudur. Bir yanda miadını doldurmuş, önemli ölçüde yıpranmış, geniş kitleler nezdinde meşruiyetini yitirmiş ve kontrolden çıkarak dengesini kaybetmiş, gözü dönmüş bir iktidar, öte yanda onun karşısına hiçbir inandırıcı söylem, icraat ve programla çıkamayan, çıkmak bir yana arkasında saf tutan ve kendisi de kriz içinde bulunan bir düzen muhalefeti gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Dolayısıyla iktidar ve muhalefet umudunu karşılıklı olarak birbirini yıpratmaya, birbirinde çatlak ve bölünme yaratmaya adamış bulunuyorlar. Yeni parti kuranlar veya “hareket yaratmaya” çıkanların da mevcutlardan farklı olarak söyledikleri yeni bir şey yoktur.

CHP’de genel başkanlığı kazanamayan ve cumhurbaşkanlığı seçiminde de sırra kadem basan İnce’nin, kişisel siyasikariyerini ve siyasette “liderlik” konumunu sürdürebilmesi, onu bu çıkışa yönelten esas etken olmuş gibi görünüyor. Dolayısıyla İnce’nin derdi gerçekten de iddia ettiğinin tersidir. O, kişisel kariyeri ve siyasal çıkarları dışında,hoşnutsuzluğu ve öfkesi giderek büyüyen, sorunlarına çözüm arayan, değişim isteyen, eşitlik, adalet ve insanca bir yaşam özlemi büyüyen emekçi kitleleri sahte vaatler ve çözümlerle aldatmanın derdindedir. İnce gibi sermayenin yeminli hizmetçileri olanların derdi, sınıf ve emekçilerin, kendi bağımsız kimlik ve güçleriyle siyaset sahnesine çıkmasını engellemek, parlamento dışı mücadelenin önünü kesmek, emekçilerin özlem ve mücadelelerini seçim sandıklarında boğmaktır. Bu aynı şey öteki “yeni parti”leriçin de geçerlidir.

Çıkış, devrimci sınıf programıdır

Keyfi tek adam diktatörlüğü, dinci, ırkçı, faşist iktidar bloku koşulları altında, işçi sınıfı başta olmak üzere ezilen ve sömürülen tüm katmanlar, Kürtler, kadınlar ve ezilen mezhepler, ilerici-devrimci güçler, çok yönlü ağır saldırı altındadırlar. Büyük acılar çekmekte ve ağır bedeller ödemektedirler. Ağırlaşan sömürü ve yaşam koşullarına, büyüyen işsizlik kabusuna, derinleşen toplumsal eşitsizliğe, büyüyen yokluk ve yoksulluğa, ekonomik krizin faturalarına, siyasal hak ve özgürlüklerin gaspına, baskı ve teröre, kadın düşmanlığı ve cinayetlerine, hayat pahalılığına, pandeminin gözler önüne serdiği çürüme ve yıkıma vb.ne karşı toplumda memnuniyetsizlik ve arayış büyümektedir.

Sermaye iktidarının ve düzen muhalefetinin çürümüşlüğü ve çıkışsızlığı, sorunların katlanarak büyüdüğü bugünün Türkiye’sinde dipten dibe geleceğin büyük patlamalarını mayalamaktadır. Bugün Türkiye’nin işçi ve emekçi kitleleri tam anlamıyla burnundan solumakta, öfkesini akıtacak kanal aramaktadırlar. Fakat birçok nedenin birleşik etkisi altında, henüz öfkelerini pratik olarak ortaya koyamıyor, sınıf mücadelesi olarak somutlayamıyorlar. Ama bu öfke birikiminin ve çıkış arayışının, insanca yaşama özleminin kendisini kitlesel patlamalar halinde dışa vuracağı günler kesin olarak gelecektir. Sorun bunun ne zaman geleceği değil, geleceğine emin olarak buna her bakımdan hazırlanmaktır.

Bu denli çürümüş, bu denli kokuşmuş, bu denli pisliğe, yolsuzluğa, suça ve hırsızlığa batmış, bu denli zıvanadan çıkmış tek adam diktatörlüğüne dayalı bir iktidarın varlığını uzun süre sürdürebilmesi beklenemez. Kaldı ki dinci-faşist AKP iktidarı, bunu mümkün kılabilecek politik moral güçten, toplumsal-siyasal meşruiyetten ve çıkış programından yoksundur. Dolayısıyla Türkiye’nin biriken sorunlarıyla birlikte tüm bu olgular devrimci harekete büyük bir mücadele alanı açmaktadır. Sorun, burjuva düzen muhalefetinin yedeğine düşmeden, başarıyı seçim sandıklarında aramadan, arayış içindeki kitlelere parlamenter demokrasiyi çözüm olarak göstermeden işçi sınıfı ve emekçilerin birliğini, örgütlenmesini ve eylemli mücadelesini net bir anti-kapitalist ve sosyalist devrim perspektifiyle büyütmektir..

 

 

 

 

 

Sivas Katliamı’nın faillerini korumakta suç ortaklığı

 

Sivas Katliamı’nın üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. Ne var ki o katliama imza atmış bazı kimselere “yargı”nın eli ulaşamıyor. Şimdiye kadar karanlık birtakım eller buna engel oldu ve olmaya devam ediyorlar.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın üç firari sanığından biri olan Murat Sonkur’un Adalet Bakanlığı’nca iadesi talebi Alman muhatapları tarafından kabul edilmedi. İlgili makamlara Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezası olduğu bahanesiyle iadenin söz konusu olamayacağı bildirildi. Türkiye Adalet Bakanlığı’nın “Anayasal düzeni zorla bozma ve terör suçu” kapsamındaki iade talebinin reddedilmesi, henüz çok kesin bir karar gibi görünmese de Alman devletince gerçek bir niyet beyanıdır.

Sivas Katliamı Davası’nın bir sonraki duruşması, yarın [10 Eylül] Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek ve sanıklar Murak Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş yakalanmadıkları için dava tekrardan ertelenecektir. Müşteki avukatların davanın düşmemesi konusundaki ısrarları gerçekten karşılık bulacak mıdır, yoksa zamanaşımından 2023 yılında davanın düşeceği hesapları mı yapılmaktadır, göreceğiz.

Katliamın gerçekleştiği gün bütün duyu organlarından mahrum edilmiş gerici-dinci güruhlar ile devletin kolluk kuvvetleri ahenk içinde hareket etmekte bir beis görmemişlerdi. Bugün Berlin’de ve Ankara’da aynı ortaoyununun bir başka boyutuna tanıklık ediyoruz. Lakin çok iyi biliyoruz ki ne iade talebinde bulunanlar ne de hukuki gerekçelerle reddedenler zerre kadar samimidirler. Katliamda başrol oynamış sanıklar başta olmak üzere, onların avukatları ve daha bir dizi devlet bürokratı, gerici Türk devleti tarafından ödüllendirilmiştir. Bunların kimisi belediye başkanı, kimisi milletvekili olmuş, kimisi de bakanlık koltuğuna oturmuştur. Kimileri ise gerici Alman sermaye devleti tarafından koruma altına alınmıştır.

Alman emperyalizmi dün olduğu gibi bugün de Türk devletiyle her türden karanlık ilişkilerin içindedir ve en ileri düzede bilgi sahibidir. Ermeni katliamından tutalım da Dersim katliamına kadar bizzat olayların içindedir. Günümüzde mazlum Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın da ortağıdır. Türkiye’ye ilişkin insan hakları ve demokrasi ihlalleri konusundaki tutumu tam bir ikiyüzlülükten ibarettir. Sivas’ta aydınların ve Alevilerin katledilmiş olması, Alman devletinin kendi çıkarları için kullanılabilecek bir malzeme olmadığından, daha en başından itibaren tutumu Türk devletiyle aynı frekansta olmuştur.

Oysa bugün o aynı Alman devletinin, “muhalif” Aleksey Navalni için Rusya ile kirli çıkarları adına savaşın eşiğine gelebildiğine tanıklık ediyoruz. Beyaz Rusya’da bir anda diktatörlüğün keşfine çıkarak, kitlelerin mobilizasyonuna nasıl da canhıraş katıldığını ve destek sunduğunu görüyoruz. 

İşte bu aynı Alman sermaye devleti, faşist Türk devletinin Alevilere karşı uyguladığı katliamları, baskı ve asimilasyonunu bile bile Sivas Katliamı’nın sanıklarını saklamakta bir sakınca görmemiştir. Bu tutumuyla suça ortak olmuş, kendisini sorumlu kılmıştır. Alevilere karşı uygulanan her türden anti-demokratik uygulamada her zaman olduğu gibi yine tarafını kendisine yakışır bir şekilde gerici Türk devletinden yana yapmıştır. Masum insanları yakmak konusunda oldukça deneyim sahibi olan aynı Alman gericiliğinden başka da bir şey beklenemezdi. Lakin bu aynı gericiliğe hizmette kusur etmeyen kimi Alevi kurumları ve “ulu önderleri” de en az sahipleri kadar bu suçun ortağıdırlar.

Sivas Katliamı başta olmak üzere Anadolu coğrafyasında işlenen daha nice suçun hesabı, ancak ve ancak işçi ve emekçilerin birliği, halkların kardeşliği mücadelesiyle sorulabilir.