18 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/03

Tek çıkış yolu mücadele!
Seçim sandıkları değil fiili-meşru mücadele!
Adaletsiz bir düzende adil seçim olabilir mi?
Sermayenin 2019 yılı için “yüksek beklentisi” ve kaygıları
Hasta tutsaklar katledilmeye çalışılıyor!
AKP iktidarı ‘büyük yalanlar’a muhtaç!
Tekstil işkolunda TİS sürecine giderken…
Hak-İş: Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı
İşsizlikte tırmanış devam ediyor
“Krizde gelir uçurumu büyüdü, maaşlarımız eridi”
Proletarya devriminin manifestosu - Rosa Luxemburg
Emperyalist dünya jandarmasının açmazları derinleşiyor
Kriz ve kitlesel işçi kıyımı
İsviçre’de ikinci büyük kadın grevine doğru
Görmezden gel, önlem alma, işten at!
“Tecavüzcülere af” yasası yeniden gündemde!
Hrant Dink’in ardından…
Paralı eğitim uygulamaları 1,1 milyon öğrenciyi okuldan kopardı!
Sinema sansür tanımaz
Her fabrikaya bir kreş!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hrant Dink’in ardından…

 

Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde Agos gazetesinin Halaskargazi Caddesi’ndeki binasının önünde silahlı saldırıyla katledildi. Yüz binlerce kişinin sahip çıktığı Hrant Dink Agos’un kurucusu ve genel yayın yönetmeni, Ermeni kökenli bir gazeteciydi. “Kendimizi anlatırsak önyargılar kırılır” bakış açısıyla 1996 yılında Agos gazetesinin ilk sayısı basıldı.
Ermeni soykırımı konusunda, insan hakları konusunda ısrarla doğruları yazan Dink, birçok defa yazıları ve söylemleri üzerinden hedef gösterilmiş, tehditler almıştı.

Suikastın işlenme biçimi, 12 yıl boyunca devam eden dava süreci ve ortaya çıkan bilgiler ışığında bu cinayetin sermaye devleti tarafından adım adım planlandığı gün yüzüne çıkmıştır. Hem ülke içinde hem de uluslararası tepkinin büyük olmasından kaynaklı sermaye devleti tetikçilerini açığa çıkartmak zorunda kalmış, milliyetçiliğe bağlamaya çalışmış, en son olarak da dava Gülen cemaatiyle ilişkilendirilmiştir.

Ogün Samast’ın silahı kullanan, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in de azmettiren ve planlayan olarak yer aldığı dosya üzerinden ilerledi dava. Önce ortada “örgüt yok” dendi, olay “Trabzon’daki birkaç genç”e bağlandı. İtiraz ve tepkiler sonucu yıllar içerisinde Emniyet ve Jandarma İstihbarat Teşkilatı ile bağıntılı isimler de davaya dahil edildi.

Meclisin kurduğu Hrant Dink Cinayetini Araştırma Komisyonu bu olayda İstanbul ve Trabzon polis birimlerinin “ihmali” olduğunu açıkladı.

Eylül 2010’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkili başvuru hakkıyla ilgili maddeleri ihlal ettiği yönünde mahkûm ederek, Dink ailesine tazminat ödenmesine karar verdi.

Anayasa Mahkemesi 2014 yılında “etkili soruşturma yapılmadığı” gerekçesiyle Dink ailesinin haklarının ihlal edildiğine karar verdi.

Ekim 2015 yılında hazırlanan iddianame ile dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı, İstihbarat Şube Müdürü vb. isimler davaya dahil edildiler. İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer mahkemedeki savunmasında, cinayetin tetikçi ve çevresi tarafından işlenmediğini, arkalarında “siyasal zemin ve örgütsel bir yapı, en önemlisi de bu siyasal zeminin ve örgütsel yapının devlette de karşılığı” olduğunu öne sürdü ve “kasıt aranıyorsa bu öncelikle İstanbul Emniyeti’nde aranmalıdır” dedi.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Hrant Dink cinayetine “FETÖ’nün ilk kurşunu” diyerek kılıf giydirdi. Dava İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 6’sı tutuklu, 14’ü firari 85 sanığın yargılanmasıyla devam ediyor.

Açığa çıkan gerçekler sonrasında devletin bütün birimlerinin bu suikastın yapılacağından haberi olduğu yazılıyor. Haberlerinin olmasından ziyade asıl planlayıcı olan sermaye devletidir, uygulayıcısı olan da tetikçileridir.

Türkiye’de nice devrimci, demokrat ve yurtsever gazeteci ya ülkeden sürüldü ya da kaçmak zorunda kaldı. Ya zindana atıldı ya da faili meçhul cinayetlerle katledildi. Türkiye’de gerçek gazeteci olmak cesur olmayı ve her türlü bedeli ödemeye hazır olmayı gerektirir. Uğur Mumcu, Musa Anter, Metin Göktepe, Hrant Dink ve birçok isim daha sermaye devletinin düzenli çalışan organize cinayet şebekesinin hedefi doğrultusunda katledildi.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2018 Basın Özgürlüğü yıllık bilançosuna göre, dünya genelinde tutsak 348 gazeteci ve basın mensubu bulunuyor. Bunların yarısından fazlası 5 ülkede: Çin, Mısır, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan. Türkiye tutuklu 33 gazeteci ile üçüncü sırada. Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ) ise 31 Aralık itibariyle hapisteki gazeteci sayısını 171 olarak açıkladı. Basın kuruluşları kapatılıyor, aydın ve gazeteciler cumhurbaşkanı tarafından hedef gösteriliyor, sivil çetelerin tehditleri devam ediyor.

Hrant Dink’in eşi Rakel Dink “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” demişti. Yalnızca tetikçilerin yargılanması ile şimdiye kadarki suikastların hiçbiri aydınlatılamaz. Asıl failler çürümüş, köhnemiş sermaye düzeninin kendisi ve temsilcileridir.

 

 

 

 

Ölene dek iki elimiz yakanızda olacak!”

 

Cumartesi Anneleri 720. haftasına giren eylemlerinde, 1996 yılında şüpheli şekilde ortadan kaybolan temizlik işçisi İsmail Şahin’in akıbetini sordu.

12 Ocak günü polis ablukası altındaki İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde başlayan eylemde ilk olarak, İsmail Şahin’in 4 yıl önce yaşamını yitiren eşi Kiraz Şahin’in sesi dinletildi.

Basın açıklaması şu ifadelerle başladı: “Türkiye’de devlet gücünün zor ve baskı yöntemleri ile kullanılması ağır insan hakları krizine yol açıyor. Devlet, anayasadan ve uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülüklerine uymuyor. Devletin bu antidemokratik işleyişine yönelik eleştirilerde bulunmak suç olarak nitelendiriliyor.”

Açıklamada, İsmail Şahin’in kaybolması şöyle anlatıldı: “36 yaşındaki 2 çocuk babası İsmail Şahin, Beyoğlu Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak çalışıyordu. DİSK Genel-İş Sendikası üyesiydi. 18 Ocak 1996 günü saat 6.30’da iki belediye çalışanı ile birlikte görev yaptığı 34 ATZ 59 plakalı temizlik aracında iş başı yaptı ve bir daha geri dönmedi.”

Şahin’in arkadaşlarının, Mimar Sinan Üniversitesi’ne geldiklerinde elindeki süpürgesiyle birlikte ortadan kaybolduğunu söyledikleri, sürekli ağladıkları, çelişkili bilgiler verdikleri ve konuşmaktan korktukları aktarılan açıklamada “Aynı günlerde İsmail’in dört yaşındaki kızı annesine, babasını televizyonda polislerle gördüğünü söyledi” denildi.

Ailenin, çeşitli başvurular yaptığı, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşme girişimlerinin ise sonuçsuz kaldığı söylendi.

Açıklamanın okunmasının ardından 1995 yılında gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun konuştu. Kiraz Şahin’in mücadelesini sürdürdüklerini vurgulayan Tosun, Şahin’in kanserden değil adaletsizlikten öldüğünü ifade etti. “Ölene kadar iki elimiz yakanızda olacak” diyen Tosun, Galatasaray Meydanı’nın kendileri için bir mezar yeri olduğunu belirterek oradan vazgeçmeyeceklerini kaydetti.