18 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/03

Tek çıkış yolu mücadele!
Seçim sandıkları değil fiili-meşru mücadele!
Adaletsiz bir düzende adil seçim olabilir mi?
Sermayenin 2019 yılı için “yüksek beklentisi” ve kaygıları
Hasta tutsaklar katledilmeye çalışılıyor!
AKP iktidarı ‘büyük yalanlar’a muhtaç!
Tekstil işkolunda TİS sürecine giderken…
Hak-İş: Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı
İşsizlikte tırmanış devam ediyor
“Krizde gelir uçurumu büyüdü, maaşlarımız eridi”
Proletarya devriminin manifestosu - Rosa Luxemburg
Emperyalist dünya jandarmasının açmazları derinleşiyor
Kriz ve kitlesel işçi kıyımı
İsviçre’de ikinci büyük kadın grevine doğru
Görmezden gel, önlem alma, işten at!
“Tecavüzcülere af” yasası yeniden gündemde!
Hrant Dink’in ardından…
Paralı eğitim uygulamaları 1,1 milyon öğrenciyi okuldan kopardı!
Sinema sansür tanımaz
Her fabrikaya bir kreş!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tek çıkış yolu mücadele!

 

31 Mart yerel seçimlerine yaklaşık iki buçuk ay kaldı ve seçimlerin meşruluğu bugünden tartışılmaya başlandı. Bu tartışmanın eksenini, kimi yasal düzenlemeler ile keyfi ve kuralsız uygulamalar oluşturuyor. “Hırsızlık-hile-tehdit” üzerinden süren bu tartışmanın önümüzdeki haftalarda daha da alevleneceği anlaşılıyor. Zira seçmen kütüklerinin askıya çıkarıldığı bugünlerde “hayali seçmen”, “sahte seçmen”, “seçmen kaydırma” vb. skandallar ortaya serilmiş durumda.

İşin ilginç yanı, hem gerici-faşist iktidar blokunun hem de burjuva düzen muhalefetinin bu tartışmaların tarafı olmaları. Gerici-faşist blokun taraf olması bir bakıma zorunlu. Zira, hukuksuzluklarını ve kural tanımaz keyfiliklerini işçi ve emekçiler nezdinde meşrulaştırmaları gerekiyor.

Seçimlerin meşruiyeti uzun bir dönemdir, hile, sahtekarlık ve oy hırsızlığı nedeniyle geniş kitleler nezdinde tartışmalıydı. Ancak bu kez durum daha da vahim. Bir taraftan mevcut anayasa ve yasalar çiğnenirken, öte taraftan bu durumun olağanlaştırılması için her yol mübah görülüyor. Bugünün Türkiye’sinde artık “özgür”, “serbest” ve meşru bir seçim zemini bulunmuyor.

Bu apaçık gerçeğe rağmen burjuva muhalefetin olağan bir seçim süreci işliyor gibi davranması, işçi ve emekçiler nezdinde AKP iktidarının uygulamalarının meşrulaştırılmasına hizmet ediyor. Öte yandan, bu koşullar altında gerçekleşecek bir yerel seçimle “AKP’yi geriletme” politikasının işçi ve emekçiler için bir çıkış yolu olarak sunulması, bir başka çıkmaza işaret ediyor. Bu politikanın tamamlayıcısı ise liberal solun “halkçı belediyecilik”e dayalı anlayışıdır. Liberal sol hayaller yayılarak, işçi ve emekçilerin dikkatleri seçimler yoluyla asıl hedeften saptırılıyor. Böylece liberal sol da kendi cephesinden tabloyu tamamlıyor.

7 Haziran seçimlerinin ardından dinci-gerici iktidar toplumu kutuplaştırma siyasetini bir çizgi haline getirdi. Ancak bu kutuplaştırıcı siyasetin etkisi gelinen yerde giderek zayıflıyor. Ekonomik krizin derinleşmesi, çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşması olgusunun üstü eskisi kadar kolay örtülemiyor. İşçi ve emekçiler AKP iktidarının aldatıcı söylem ve propagandasından düne göre daha az etkileniyorlar. Bugün işçi ve emekçilerin gündemini daha çok kriz merkezli gelişmeler, düşük ücretler, işsizlik, hayat pahalılığı, vergiler, yoksulluk, geleceğe dair iyimser beklentilerin kaybolması vb. oluşturuyor.

AKP iktidarı 2018 yılı boyunca ekonomik kriz olmadığı konusunda işçi ve emekçileri ikna etmeye çalışsa da, krizin sonuçları günlük yaşamda ağır bir biçimde hissedildi. İşsizlik ve yoksulluk arttı, çalışma ve yaşam koşulları ağırlaştı. 2018 yılında eylem ve direnişlerde yaşanan nispi artışın gerisinde bu var. Seçimler sonrası gündemleşecek yeni saldırılarla ödenecek faturanın daha da ağırlaşması, daha yaygın direniş ve eylemleri tetikleyecektir.

Gerek sermaye temsilcileri gerekse uzmanlar, 2019 yılının her bakımdan zor bir yıl olacağını ifade ediyorlar. Sermaye hükümetinin seçimlere kadar işçi ve emekçileri oyalamak ve aldatmak dışında bir çıkış yolu bulunmuyor. Seçimlerin ardından “IMF’li ya da IMF’siz” ağır bir sosyal yıkım programının devreye sokulacağı artık tartışmasız bir gerçek. Ancak, böyle bir yıkım programının kolayından hayata geçirilmesinin imkanları giderek tükeniyor. Geriye faşist baskı ve terörü tırmandırmak dışında bir araç kalmıyor. Bu silah bugün için etkili olsa da, bunun ne kadar süreceği tartışmalıdır. Bunun içindir ki, toplum tam bir cendereye sokulmuş ve adeta nefessiz bırakılmış olduğu halde, sermaye ve iktidarı geleceğini güvende hissetmiyor.

İşçi ve emekçilere işsizlik, yoksulluk ve sefalet dışında bir gelecek veremeyecek olanları en çok korkutan işçilerin mücadele yolunu tutmasıdır ve bu korku temelsiz değildir. Sanayi üretimindeki sert düşüş, işsizlik rakamlarının tırmanması, enflasyondaki yükseliş, vergi ve cezaların katlanarak artması, kredi borçlarının çığ gibi büyümesi, dış borç batağının içinden çıkılamaz bir hal alması vb., tüm bu veriler ekonomik krizin daha da ağırlaşacağını göstermektedir. Bu da birikmekte olan tepki ve hoşnutsuzluğu daha da boyutlandırarak mücadele eğilimini güçlendirecektir.

İşçi ve emekçi hareketinin mevcut geriliği ve örgütsüzlüğü yanıltıcı olmamalıdır. Bugün için gelişmelerin seyrinde keskin bir yön değişimi beklenmese de, önümüzdeki dönem sınıf ve kitle hareketinin canlanacağına dair belirtiler çoğalmaktadır. Baskı ve terör yoluyla bunun önünü almak kolay olmayacaktır.

Sınıf devrimcileri bu koşullarda girilen seçim sürecini sınıf ve kitle çalışmasını güçlendirmenin bir imkânı olarak değerlendirecekler, sınıfın devrimci programını, devrimci şiar ve talepleri öne çıkaran bir çalışma yürüteceklerdir. Burjuva düzen muhalefetinin seçimler yoluyla “AKP’yi geriletme” politikalarına ve liberal solun yaydığı hayallere karşı emekçileri uyaracaklar; sermayeye ve onun iktidarına karşı birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltmeden saldırıların püskürtülemeyeceği bilincini çok yönlü bir faaliyetle işçi ve emekçilere taşıyacaklardır.