8 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/47

Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetin kaynağı kapitalizmdir!
Büyük resmin gösterdiği mesele “milli” değil, sınıfsaldır!
Reza Zarrab’dan rüşvet itirafları
“Avukatların dayanışma ve direniş hattı bu saldırıyı boşa çıkaracaktır!”
Kasım ayı enflasyonuyla yeni rekor
“OHAL’le hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir sürece girildi”
Çürümüş anlayışların tükettiği KESK
Metalde süreç hareketleniyor
HT Solar Enerji’de işten atma saldırısı ve işgal
“Yeni Ekimler için ileri!”
İstanbul’da ‘Gelecek mutlak sosyalizm’ etkinliği
Petrol-İş Aliağa Şubesi Genel Kurulu’nun ardından
“İş güvenliği önlemleri alınmalı, taşeron işçilerinin koşullarına özen gösterilmelidir!”
İş cinayetlerinin sorumlusu sermayedarlardır!
Cehennem koşullarında çalışmak kaderimiz değildir!
Mesleki Eğitim Kurultayı toplanıyor!
Birinci Filistin İntifadası’nın 30. yılı
“Oslo Barışı”ndan günümüze, Filistin davası
Suriye’de çözüm mü, çözümsüzlük mü?
Erdal Eren mücadelemizde yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cehennem koşullarında çalışmak kaderimiz değildir!

 

Ben emekliyim. Emekli maaşım yetmediği için bundan yedi ay önce Turkuaz Seramik fabrikasında çalışmaya başladım. Kayseri Organize Sanayi Bölgesi ve Kayseri İncesu Sanayi Bölgesi’nde bulunan iki Turkuaz fabrikasında seramik sağlık gereçleri üretilmektedir.

Birinci Turkuaz fabrikası 1993 yılında Kayseri’de OSB’de kuruldu. İkinci fabrika ise Kayseri serbest bölgede 2004 yılında kuruldu. İki fabrikada çalışan işçi sayısı 4 bini aştı. Aslında mevcut iş yoğunluğu göz önüne alınırsa işçi sayısı 6 bini de geçer. Zira iki vardiya ve 12 saat çalışmamıza rağmen siparişleri yetiştiremiyoruz.

Patron üçüncü vardiyaya yanaşmıyor. Çünkü bu durumda işçilik masrafı, patrona göre gereksiz yük daha da artacak. Patron bizi kâr kapısı olarak görüyor. İki bin işçi daha çalıştırmayı gereksiz masraf sayıyor. Bunun için üç vardiyaya geçişi iki fabrikada da engelliyor.

İşimiz o kadar ağır ki, çamurun içinde çalışıyoruz. Sürekli toz yutuyoruz. Çalıştığımız ortamda nem oranı bazen yüzde 80’e çıkıyor. Günde 12 saat çalışan biz işçilere havalandırma bile çok görülüyor. Sigara içmek ve dinlenmek için ara dinlenme süresi güya var ama uygulanmıyor. Sigara içme sahası göstermeyen Turkuaz yönetimi sigara içtiği için onlarca işçi arkadaşa 101 TL sigara içme cezası kesiyor. Burada senelik iznin adı var, kendi yok. Üç dört yıldır senelik izni kullandırılmayan yüzlerce arkadaş tanıyorum.

Turkuaz’da işçilere yönelik küfür ve hakaretler her gün yaşanıyor. Ağır çalışma koşullarından dolayı canı çıkan bizlere psikolojik işkence yapılıyor. Birçok arkadaşımızın ciğerinde sorun var. Çünkü sürekli toz yutuyoruz.

Turkuaz yönetimi kan tahlili yaptırıyordu. Biz işçiler önce bizim sağlığımız için yaptıklarını düşünüyorduk. Meğerse kan tahlilini ciğerinde sorunları olan arkadaşlarımızı tespit edip işten atmak için yapıyorlarmış. Şimdi kan tahlilinin adını duymak istemiyoruz. Çünkü işimizden olacağız diye korkuyoruz.

Turkuaz yönetimi hafta tatilini kendi istedikleri zaman kullandırıyorlar. Aramızda ayrılık yaratmak için yedi farklı ücret skalası üzerinden maaşlarımızı ödüyorlar. Asgari ücret sınırında ücretleri bizlere reva görürken bile işçiler arasında rekabeti körüklüyorlar.

Daha beteri, Turkuaz’ın iki fabrikasında da sendika var. Hak-İş’e bağlı Öz Toprak-İş Sendikası’nı patron kendi eliyle iş yerine getirmiş. Niye mi? Zira Avrupa Birliği ülkelerine ihracat 2009’da başlayınca kağıt üzerinde de olsa sendikanın iş yerinde bulunması gerekiyormuş. Bir de, ola ki biz işçiler birleşir sendikayı getirirsek cehennem koşullarında çalışmaya izin vermeyiz diye düşünmüşler.

Şimdi cehennem koşullarında çalışmaya karşı oluşan tepkinin karşısına önce sendika ağaları dikiliyor. İşten atılmaları bu ağalar normal sayıyor. 12 saat çalışmayı “ne olmuş 12 saat çalışın. İş bulmuşsunuz daha ne istiyorsunuz” diyecek kadar patronla etle tırnak olmuşlar.

Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanı Mahmut Aslan geçtiğimiz aylarda iş yerini ziyaret etti. Bizim ikramiye ikiden bire düşmüş en yüksek maaş 1550 TL imiş. Yüzlerce arkadaşımız işçi sağlığı ve güvenliğini hiçe sayan çalışma koşullarından dolayı hasta olmuş. Yetmemiş hasta oldukları için işten atılmışlar. İki vardiya sistemi nedeniyle iki fabrikada da canımız çıkıyormuş. Süleyman Aslan tüm bunlarla ilgili dut yemiş bülbül misali tek kelime söylemedi. Bir günlük kazancımızı elimizden alan, bana göre adını “Haksız-İş” olarak değiştirmesi gereken konfederasyonun başkanı fabrikayı övdü. Patronu övdü. Turkuaz grubunu ziyaret etmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Bu tesislerde bulunmak, sizlerle tanışmak bizim için gerçekten büyük bir ayrıcalık. Ben hem ülkem için, hem Kayseri için, gurur duydum. Bu tesisleri özellikle ekonomimize, ülkemizin üretimine, ihracatına katkılarınız gerçekten çok önemli. Bunun için Turkuaz grubu Türkiye’nin de yüz akı bir firmamız” dedi.

Onlarca işçi ciğerini kaybetmiş, ücretler açlık sınırının altındaymış. Günde 12 saat çalışma varmış. Sendika ağasının gündemi bunlar değil. Bizim sorunlarımızı sözde de olsa dile getirme gereği dahi duymuyor. Turkuaz’a övgüler diziyor. Aidatı bizden alan “Haksız-İş”in ağası Turkuaz patronunun kümesine yumurtluyor.

Ama kabahatin çoğu bizde. Biz birleşip haklarımız için, insanca yaşamak için mücadele etmediğimiz için Turkuaz patronu da, patron sendikası Öz Toprak-İş de tepemizde boza pişirmeyi sürdürüyor. Korkunun ecele faydası yok. Şimdi birleşip, fabrikamızda da, ülkemizde de bu köhne sömürü düzenini yıkma zamanıdır.

Kayseri İşçi Birliği çalışanı bir Turkuaz işçisi

 

 

 

 

Kazanmak için fiili-meşru mücadele

 

Bugünün Türkiye’sinde sendika konfederasyonlarının başına bürokratik bir kast çöreklenmiş durumda. Sermayenin kapsamlı saldırılarına karşı sendika başkanları her fırsatta “yasalar sınırında teslim olmayacağız” diyor. Aslında bu sözcük tam bir itiraf niteliğinde, zira sermayeye karşı açık bir teslimiyeti ve boyun eğmeyi anlatıyor.

Sendika ağalarının bu yaklaşımı işçi ve emekçiler üzerinde de egemen durumda. Zira, bugün için sermayeden ve sendika bürokrasisinden bağımsız bir örgütlenmeye sahip olmayan işçi sınıfı ve emeçkiler hem devlet hem de sendika ağaları tarafından bu cendereye sıkıştırılmış bulunuyor.

Madencilerin Zonguldak’ta gerçekleştirdiği işgal eylemi işçi sınıfının zaman zaman bu cendereyi zorladığını gösteren güncel bir örnek olarak yaşandı. Ne var ki GMİS, işçilerin gerçekleştirdiği işgal eylemi karşısında önce “öncü” rolüne soyundu, sonra bugün artık çok net görülen yalanlarla işgali bitirildi. Fiili-meşru zeminden koparılıp yasal cendereye hapsedilen maden işçileri yeni saldırılara -ki özelleştirme saldırısı da hâlâ gündemde- açık hale getirildi.

Fiili-meşru mücadele söylemi bugün sendika bürokratları tarafından bile sık sık tekrarlanıyor. Ne var ki yasalara hapsolan bir zihniyet tarafından tekrarlanan bu söylem, kendini ve işçi sınıfını kandırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Örneğin KESK, fiili-meşru mücadeleden en çok söz eden konfederasyon. Pratikte böyle mi? Soruya dürüstçe yanıt verecek olan herkes, pratik olarak fiili-meşru mücadelenin verilmediğini söyler.

Bunun en çarpıcı örneği ise binlerce üyesinin KHK ile ihraç edilmesine rağmen elle tutulur hiçbir şey yapmamasıdır. Dahası, KHK’yle ihraç edilip işe geri dönmek için mücadele veren emekçilere direnişi bitirme yönünde (en azından söylemde) basınç yapıyor olmasıdır.

Tüm bu gelişmeler, kırıntı denecek bir hakkı kazanmak, hatta korumak için bile fiili-meşru mücadele yolundan başka bir yol olmadığını fazlasıyla gösterdi ve göstermeye devam ediyor.

H. Ortakçı



 
§