4 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/30

Savaş, sömürü ve faşist zorbalık dizginlerinden boşalıyor
HDP'nin ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’
Karanlığı yaratanlar, aydınlık günlerin ateşinde yanacaklardır
Yaşam alanlarımızın düşmanları İstanbul’u sele teslim etti!
Almanya ile son krizden yansıyanlar
ITUC raporladı: Türkiye bir sömürü cehennemidir!
Tekstilde ucuz işçilik seferberliği
KHK’lar ve kamu emekçilerinin direnişi
“Tarihsel olarak doğru yerde olduğumuzu düşünüyorum”
Ekim Devrimi 100. yılında Sosyalist devrim mücadelesinde işçi sınıfına yol gösteriyor
Yazaki’de tacize, baskıya, sömürüye son!
İstismara yasal kılıf
Koç’un “geleceğe” yatırımı
“Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!”
CIA iş başında: Venezuela’da darbe hazırlığı
Asya-Pasifik: Şiddetlenen kriz coğrafyası
Tek tip kıyafetle amaçlanan işçi ve emekçilere deli gömleği giydirmektir!
İşçi sınıfının generali Engels
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Tarihsel olarak doğru yerde olduğumuzu düşünüyorum”

 

Tutsak devrimci kamu emekçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça geçtiğimiz günlerde hapishanede zorla Sincan Hapishane Kampüsü içerisindeki hastaneye sevk edildi. Konuyla ilgili olarak, Gülmen ve Özakça'nın avukatı Av. Selçuk Kozağaçlı ile konuştuk...

- Geçtiğimiz günlerde Nuriye ve Semih’e kendi iradeleri dışında bir müdahale gerçekleşti. Son durumları nedir? Bu müdahale ile devlet neyi hedefliyor?

- Gelişmeleri iki taraflı anlatayım. Birincisi, Nuriye ve Semih’in haksız tutuklanmaları üzerine itiraz ettik. Mahkeme bu itirazımızı reddetti. Anayasa mahkemesine başvurduk. Anayasa mahkemesi bir tedbir kararı vermedi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. AİHM’in iç tüzüğünün 39. Maddesi’ne göre tedbir talepli bir inceleme başladı. (2 Ağustos’ta AİHM tedbir talebini reddetti - Kızıl Bayrak) Bu incelemede, içerisinde mahkeme kararı ile Nuriye ve Semih’in kendi doktorlarının da bulunduğu, bazı tıbbi değerlendirmeler yapıldı. Biz yaşam hakkı ihlali ve kötü muamele iddiası ile başvuruda bulunmuştuk. En son inceleme Numune Hastanesi sağlık kurulunda yapıldı. Buraya sağlık kurulu hekimleri ve Nuriye ve Semih’in kendi hekimleri katıldı. 28 Temmuz Cuma günü bu kurulun karar verdiği anlaşılıyor. Karar kısaca: Nuriye ve Semih’in hayati tehlike içerisinde oldukları, yaşamlarını yalnız başlarına sürdüremeyecekleri, hapishanede kalmalarının uygun olmadığı, fakat tutukluluk hallerinin kaldırılmasına da gerek olmadığı, hapishane hastanesinde veya hastanelerin mahkûmlara özel bölümünde tutulabilecekleri yönünde bir karar verdi. Tabi bu karar son derece kötü uygulandı. 28 Temmuz’un gece yarısı refakatçileri yanıltılarak hücreden çıkarıldılar. Ve zor kullanılarak Sincan Kampüsü içerisindeki devlet hastanesine getirilerek birer oda içerisine kapatıldılar. Özellikle Semih’in çok ciddi darp gördüğü, fiziksel açıdan zorlandığı, getirilinceye kadar işkence gördüğü anlaşıldı. Nuriye’nin fiziksel gücü daha düşük. Onu o yüzden zorla götürebilmişler, fiziksel direnci çok fazla olmamış. Fakat o da slogan atarak protesto etmiş. Ağzını kapatmışlar.

Şimdi bu kararın uygulanmasında önemli sorunlar var. Birinci sorun, hapishanede bulunmalarının uygun olmadığına karar veren raporu olan bu kişilerin hapishaneye zorla yatırılmaları bizim hukukumuza uygun değil. 2003 tarihli Avrupa Birliği sözleşmesi, Lizbon sözleşmesi ve hasta haklarına ilişkin yönetmelik yetişkin insanların zorla hastaneye yatırılamayacağını belirtiyor. Ama maalesef tutukluluk öne sürülerek böyle bir zorlama yapıldı. Biz bunun hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu saldırı sırasındaki darp ve işkencenin de suç olduğunu düşünüyoruz. Bunların hepsi için suç duyurusunda bulunduk. Açlık grevini bırakmaları yönünde baskı yapmışlar fakat onlar da bırakmayacaklarını, sürdüreceklerini söylemişler. Şu andaki durum, her ikisi de ayrı ayrı bir odada bulunduruluyorlar, hastane odasında. Havalandırma bahçeleri yok. Ve avukat görüşü yapılabiliyor. Kapalı görüş yapma imkanı yok ama bugün açık görüş yapılıp yapılmadığını öğreneceğiz. Aileleri ziyarete gittiler. Durum bu şekilde. Bu, infaz kanununun 16. Maddesi’ne dayanıyor. Ama bunun tutuklular için uygulanmasını kabul etmiyoruz. Bu durum da anayasaya aykırı. Hakkında kesin hüküm verilmiş ve ceza infazı çeken insanlar için hazırlanmış bir madde. Bunlar için hakimlerin tahliye kararı verme imkanı bulunmadığı için cumhuriyet savcılığına özel bir inceleme sonucu infaza ara verme yetkisi de verilmiş. Oysa Nuriye ve Semih hükümlü değil tutuklular. Sağlık sorunu ile ilgili tahliyeleri yargıç tarafından hiçbir prosedüre bağlı olmadan her zaman verilebilir. Bu saldırılar ağır saldırılar ama Nuriye ve Semih’in moralleri gayet iyi. Taleplerinin kabul edilmesini istiyorlar. Ve eylemlerine devam edeceklerini söylüyorlar.

- Nuriye ve Semih açlık grevine devam ederken dışarıda da devam eden bir mücadele var. Gerek Yüksel Direnişi, gerek Mahmut Konuk’un, Cemal ve Zeynep arkadaşın, KESK Şubeler Platformunun, Nuriye ve Semih İçin Dayanışma’nın ve Türkiye’nin diğer yerlerinde de yapılan eylem ve direnişler var. Bu eylemler yeterli midir? Bu mücadele örneklerine bakarak toplumsal muhalefete dönük nasıl bir çağrıda bulunursun?

- Tabi çok geniş bir alan. 71 yaşında eski bir ölüm orucu gazisi Mehmet Güvel 30. gününde bugün. Kendisi de ihraç edilmiş bir kamu emekçisi olan Esra 70. güne yaklaşıyor ve Esra’nın Semih’in eşi olması dışında bir eylemci olarak fark edilmesi lazım. Yine Türkiye’nin birçok yerinde insanlar eylemlerini sürdürüyorlar. Malatya, Düzce, Bodrum gibi… Elbette yeterli değil. Zaten bu eylemler, Nuriye ve Semih’inki de dâhil olmak üzere siyasal-toplumsal bir muhalefeti ateşlemek, harekete geçirmek, haksızlığa karşı mağdurlarda bir cesaret yaratmak, direnilebileceğini göstermek için yapılmış öncü eylemler. Tek başına bu eylemlerle sonuç alınabileceğini düşünmemek lazım. Bu eylemlerin, en az hükümet kadar, siyasal muhalefete, sendikalara ve meslek örgütlerine seslendiğini, onları harekete geçirmeye çalıştığını kabul etmek lazım. Yoksa birkaç insanın yaşamları, güvenlikleri ya da vücut bütünlükleri siyasal iktidarın çok fazla umurunda olmaz. Bu eylem ancak KHK’larla işlerinden edilmiş insanların cesaret ve umutları ile yerini bulur. Bunun bugüne kadar tam olarak başarılabildiğini söylemek mümkün değil. Gerçekten de OHAL’in ilanından bu yana yapılmış en etkili eylemlerden birisi. Görünürlük açısından belki ana muhalefet partisinin yürüyüşü ile eş değer, belki daha görünür durumda. Ama buna rağmen geniş mağdur kitlelerini hâlâ harekete geçirebilmiş durumda değil.

Açlık grevinin kamuoyunda şöyle bir hafızaya seslendiğini gördük, bu önemli. Özellikle 60’lı günlerden sonra insanlar 1983’ün, ‘96’nın ve 2000-2007 büyük hapishane direnişinin hatıralarını hatırladılar. Bu durumun da görünürlüğü artırmak noktasında etkisi olduğunu düşünüyorum. Zaten bir yerde de bu bir miras meselesi. Daha önce bu bedeli ödeyenler, yaşamlarını kaybedenler ve sakat kalanların yarattığı bir değer açlık grevi. Onların mirasının Nuriye ve Semih’in sesini duyurmasında etkisinin olduğunu düşünüyorum.

- Bugüne kadar sendikal bürokrasiye çokça eleştiriler yapıldı ve bu durum artık klasikleşti. Artık bu süreçten sonra sendikal bürokrasiye, özelde konunun muhataplarının en önünde bulunmasından kaynaklı KESK’e ne demek gerekir?

- Türkiye’de kamu emekçileri hareketi KESK’i yoktan var etti. Çok büyük bedeller ödeyerek, ölümler pahasına, hapse girme pahasına. Dolayısıyla KESK Türkiye’deki kamu emekçilerinin ortak bir varlığıdır. Elbette bu hale gelmesinde herkesin sorumluluğu vardır. Fakat en az sorumluluk devrimcilerdedir. KESK hangi ideolojik çizgide olursa olsun, bütün devrimci gruplar KESK’in her zaman daha ileri, daha devrimci ve militan, daha güçlü bir sendika olması için mücadele etmişlerdir. Ama maalesef çok güçlü bir reformist hat var KESK’in üzerinde. Bunun etkisini kırmak çok mümkün görünmüyor. Belki de KESK’in miadını doldurduğunu ve yeni bir kamu emekçileri hareketinin geliştirilmesi gerektiğini düşünmek gerekir. Böylesi bir şey yine KESK’in içinden çıkacaktır. Devrimci kamu emekçilerinin yarattığı güç ve irade ile çıkacaktır. Kamu emekçileri Türkiye’de örgütsüz kalmaz. Bir biçimde duruma uygun, ihtiyacı karşılayan örgüt inşa edilir. Maalesef KESK bu eylemin başından beri vakit kaybı ve hayal kırıklığı yarattı. Yeni yönetimin bu tutumu sürdürmeyeceğini umuyorum. Sürdürmeyeceğine dair bazı belirtiler ve açıklamalar var. Umarım yeni yönetim KESK’i içerisinde bulunduğu bu pasif, işe yaramaz ve örgütsüz halden çıkarır. Ve ait olduğu yere, son derece militan, güçlü ve bedel ödenerek yaratılmış kamu emekçilerinin tarihine yeniden iade eder. Ama bunu başaramazsa, kendi isteği ve iradesi dışında da başaramazsa ya da bunu yapmak istemezse şundan hiç tereddüt duymamak lazım: Kamu emekçileri işçi sınıfının bir parçası olarak ihtiyaç duydukları örgütü inşa ederler ve yeniden bu alan doldurulur.

- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

- Belki şunu ekleyebilirim: Nuriye, Semih, Veli, Acun ve bu insanların hepsi… Bu insanlar haksız tutuklamanın, onlarca kez gözaltına alınmanın, para cezalarının, sokak ortasındaki işkencelerin, ev hapislerinin gerçekten inanmış ve mücadele etmek isteyen insanlar için bir tehdit olmadığını gösterdiler. Mahmut hocanın, Ulus’taki Cemal ve Zeynep arkadaşımızın yaptığı gibi birçok kıvılcım aslında bu ülkenin direniş damarının gayet canlı olduğunu ve sadece kitleselleşmek için beklediğini gösteriyor. Eğer bu kıvılcımlar doğru zaman ve yerde sürdürülebilirse -ki şu andaki mücadelenin böyle olduğunu düşünüyorum- çok büyük bozkırları tutuştururlar, harekete geçirirler. Bizim tarihsel olarak doğru yerde olduğumuzu düşünüyorum, mücadele edenler, direnenler, teslim olmayanlar olarak. Bu tarihsel haklılığın politik ve güncel olarak güce dönüşüp dönüşmeyeceğini de bir gün kendi kapasitemiz gösterecektir. Teşekkür ediyorum.

Kızıl Bayrak / Ankara

 

 

 

 

Direnişçi kamu emekçileri: KHK’lar gidecek biz kalacağız!

 

KHK’larla ihraç edilen Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyelerinin İstanbul’daki direnişi devam ediyor. Direnişçiler Kadıköy Altıyol ve Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi günleri oturma eylemleri gerçekleştirerek, ihraçların haksız ve hukuksuz bir şekilde gerçekleştiğini anlatıyorlar. Çevredekilerden imza toplayan direnişçiler açlık grevindeki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumuna da dikkat çekiyor.

29 Temmuz günü Bakırköy’deki eylemde konuşan direnişçi Muhammed Sevinçtekin, muhalif kimliklerinden dolayı işten atıldıklarına dikkat çekerek, hükümet içerisinde bir tek “FETÖ”cü “bulunamamasına” değindi. 2 aylık bebeğiyle direniş alanına gelen Sevinçtekin “En az 3 çocuk diyorlar ancak çocuklarımızı açlığa mahkum ediyorlar” dedi. İktidarın Gülmen ve Özakça’ya karşı yürüttüğü “terör” demagojisine de tepki gösteren Sevinçtekin “Bu iki insan ölürse hesabını veremezsiniz” dedi. Kadıköy’deki eylemde de iktidarın muhalif kesimlere yönelttiği “terör” demagojisi teşhir edilirken hukukun ayaklar altına alındığına dikkat çekildi.

31 Temmuz günü de eylemler sürerken Bakırköy’de yapılan basın açıklamasında sendikal faaliyetleri nedeniyle tutuklanan 70 civarındaki KESK’linin serbest bırakılması istenerek direnişin kararlılıkla süreceği vurgulandı. Kadıköy’de ise OHAL ve KHK saldırıları teşhir edilerek haksız, hukuksuz ihraçlara karşı direnişin devam edeceği vurgulandı. Gülmen ve Özakça’nın açlık grevi direnişi de gündemleştirilirken serbest bırakılmaları ve taleplerinin kabul edilmesi istendi. Eylem Boğa Heykeli’ne papatyalar bırakılarak sonlandırıldı.

2 Ağustos günü Kadıköy’de yapılan eylemde eğitimdeki gerici saldırılara ve son olarak da müfredatta yapılan değişikliklere tepki gösterildi. KESK’in ihraç edilen üyelerine sahip çıktığını ancak yandaş Memur Sen’in ihraç saldırılarına ortak olarak bütün üyelerine sırtını döndüğünü söyleyen kamu emekçileri, yandaş sendikanın TİS sürecinde de bir kez daha emekçileri satışa hazırlandığının altını çizdiler. Bakırköy’deki eylemde konuşan direnişçi Sevinçtekin, Erdoğan’ın OHAL’i işçi eylemlerini yasaklamak için ilan ettiklerini itiraf ettiği sözlerini hatırlattı. Sevinçtekin konuşmasının devamında emekçilere birlik olma çağrısı yaptı.

 

 

 

 

Ankara’da Gülmen ve Özakça tahammülsüzlüğü sürüyor

 

İhraçlara karşı “İşimizi geri istiyoruz” taleplerini haykıran, açlık grevi direnişçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sesini yükselten emekçilerin eylemleri gerçekleşen polis saldırılarına rağmen Yüksel Caddesi civarında sürüyor. Her gün 13.30 ve 18.00’de eylemler gerçekleştiriliyor.

Yüksel direnişinin 253, açlık grevinin ise 143. günü olan 29 Temmuz günü 13.30’da eylem için alana gelenlerin önü Konur Sokak’ta çevik kuvvet tarafından kesildi. Kitlenin eyleme başlamasıyla birlikte polisin “dağılın” anonsları başlarken kısa bir süre içerisinde polis saldırıya geçti. Kitleyi Meşrutiyet Caddesi’ne doğru sürerek “Slogan atmadan dağılın, beklemeyin” şeklinde dayatmalarını sürdüren polise “Önce siz dağılın, Nuriye ve Semih’in talepleri karşılanana kadar mücadelemiz devam edecek” yanıtı verildikten bir süre sonra polis geri çekildi.

31 Temmuz günü 18.00 açıklaması için “Açlık grevinin 145. günü Nuriye ve Semih işe geri alınsın” ozaliti açılarak eylem başlatıldı.

Polisin saldırı tehditlerine sloganlarla karşılık verilirken direnişçiler, İçişleri Bakanı’nın “Nuriye ve Semih yiyor” sözünü hastaneye kaldırılan direnişçiler hakkında verilen raporları hatırlatarak teşhir etti. Polis saldırısında ozalitin yırtılmasına karşın tekrar tekrar dövizler açıldı.

 

 

 

 

Zorla hastaneye kaldırılan direnişçilere işkence yapılıyor

 

29 Temmuz günü açlık grevinin 143. gününde olan Gülmen ve Özakça tutuklu oldukları Sincan Hapishanesi’ndeki hücrelerinden zorla hapishane kampüsü hastanesine götürüldüler. Direnişçilerin hücre arkadaşlarının yanıltılarak hücrelerinden çıkarıldığı da gelen bilgiler arasında.

Özakça konuyla ilgili yazdığı mektubunda baskın yapar gibi gelen gardiyanlara “Beni götürmek bana işkence yapmaktır” dediği anda üzerine çullandıklarını aktararak “Kapıdan dışarı çıkaramadıklarında plastik sedye getirip ona güç bela bağladılar. Slogan atarak çırpınıyordum, sloganlarıma engel olmak için elleriyle ağzıma, kafama bastırıyorlar; adeta beni boğarak nefessiz bırakıyorlardı. Ambulansa getirdiklerinde sırtüstü bağlandığım plastik sedyede yatırıldığım yönün tam tersinde, göğüs üstü duruyordum” dedi.

Gülmen ve Özakça’nın ayrı ayrı, 20 metrekarelik, pencerelerinde tel ve mazgal bulunan odalarda tutuldukları, sıklıkla yanlarına gelenlerin “Tedaviyi kabul ediyor musun?” sorularıyla uyutulmadıkları ifade ediliyor.

Gürültülü bir fanın yakınında tutulan direnişçilerin odalarının hastane mutfağına yakın olduğu ve bu yüzden sürekli yemek kokusu çekmekten rahatsız oldukları aktarılıyor.

 
§