7 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/14

AKP iktidarının faşist dikta dayatmasını püskürtelim!
Sandıkta ‘Hayır’ı, sokakta mücadeleyi örgütleyelim!
Sermayenin gözü 17 Nisan’da!
Kamu kaynakları ‘Evet’in hizmetinde!
İhraç Kurultayı’ndan yansıyanlar
Bağımsız-Sen, DİSK Tekstil’e katılma/birleşme kararı aldı
Tarihe düşülen not
Bürokratik kasta karşı taban örgütlülükleri ve fiili-meşru mücadele
Patronlar kazanıyor, işçiler kaybediyor
Sermayenin karanlığına karşı tek seçenek yeni Ekimler’dir!
Kadınların eşitlik mücadelesi ve kadın işgücünün özgürleşmesi
Çürümüş, tükenmiş, kokuşmuş bu düzene HAYIR!
Fırtınalı dönemlere gençliğin enerjisi ile hazırlanalım
300 OSB’de 300 teknik kolej
Ya işçi sınıfıyla birlikte kazanacağız ya da yok olacağız!
Fırat Kalkanı harekatı sona erdirildi
Suriye’de değişen güçler dengesi ve güncel gelişmeler
Hapishanelerde gerçek yasa sınıf mücadelesidir
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ya işçi sınıfıyla birlikte kazanacağız ya da yok olacağız!

K. Ali

 

Sermayenin, işçi sınıfına ve tüm emekçilere yönelik saldırıları aralıksız olarak devam ediyor. Üretim alanlarında, fabrika ve bürolarda başlayan saldırılar, üretim alanının dışında, emekçinin günlük yaşamında da peşini bırakmıyor.

Dünyanın her yerinde çalışma süreleri uzatılıyor. Esnek çalışma yaygınlaştırılarak işçinin sınırlı olan boş zamanı yok ediliyor. İşçilerin zaten oldukça düşük olan ücretlerin arttırılması talepleri işten atma saldırılarıyla karşılanıyor. Çıkarılan yasalarla haftanın yedi günü “normal iş günü” haline getiriliyor. Bayram ve tatil günleri için olduğu gibi, gece çalışma için de fazla ücret ya ödenmiyor veya en alt düzeye çekiliyor. İşçilerin fazla mesai hakları gibi normal ücretlerinin ödenmemesi için de burjuvazi olmadık yollara başvuruyor. Bu durumlar için sermaye devletlerinin bilinçli olarak açık bıraktığı yasal boşlukları ustaca kullanan burjuva asalaklar sınıfı, sahte iflaslarla işçilerin ücretlerini, kıdem tazminatlarını ve başka haklarını iç ediyorlar.

Kapitalist tekeller de saldırılar da aynı

Bir dünya sistemi olan kapitalist sistemin bu saldırıları evrensel düzeyde sürüyor. Kapitalizmin en yüksek tekelci aşaması olan emperyalizm çağıyla birlikte kapitalizm uluslararası ekonomiye dönüştü. Burjuvazi ve onun yardımcısı liberal tayfa tarafından “küreselleşme” diye kodlanan kapitalist-emperyalist çağda kapitalist ekonomi gibi sermayenin saldırıları da daha çok evrenselleşerek, burjuvazinin uluslararası bir saldırısı olarak işçilerin karşısına çıkıyor.

Basınımızda yer verdiğimiz dünya işçi hareketine dair haberlerde bunları çok somut olarak buluyoruz. Vietnam veya Endonezya, Şili veya Arjantin, Brezilya, Güney Kore ya da Myanmar veya Çin, Hindistan, Güney Afrika veya Meksika, ABD veya Almanya, Fransa; değişen yalnızca ülkelerin isimleri olurken, saldırıların kapsam ve içeriği hiç değişmiyor. Tekstilden maden ocaklarına, otomotiv sanayiinden gıda sektörü ve enerjiye kadar çok çeşitli alanlarda faaliyet gösteren işletmelerde hep tanıdık kapitalist tekeller karşımıza çıkıyor. Saldırı yöntemleri de oldukça tanıdık geliyor. Sendikasızlaştırmak, öncelikle öne çıkan işçileri, arkalarına aldıkları devlet güçlerinin (yargı, polis ve ordu) yardımıyla ezip korku salarak işçileri örgütsüzlüğe mahkum etmek, sendika yönetimlerini devşirerek satın almak, değişmez yöntemleridir bu asalaklar çetesinin.

Modern kölelikte özgürlüğün sınırı

Kapitalist toplum iki temel sınıf, proletarya ile burjuvazi üzerinden yükselen bir sistemdir. Birincisi üretim araçlarından (toprak, makina, birikmiş sermaye vb.) yoksundur. Yaşamak ve ailesinin geçimini sağlamak için, üretim araçlarına sahip olan burjuvaziye emek gücünü satmak zorundadır. İşçinin bedeninde cisimleşen zihinsel ve fiziksel emek gücünü satın alan burjuvazi işçiyi bir ay çalıştırdıktan sonra, işçinin ürettiği zenginliklerden küçük bir parçayı ücret olarak işçiye geri öder. Hiçbir ücret almadan çalışan ve ancak ay sonunda ücretini alan işçi böylece kapitaliste bir ay boyunca karşılıksız ve faizsiz olarak kredi açmış oluyor.

Öte yandan örneğin metal sanayisinde çalışan ve ay sonunda ücretini alan bir işçi diğer sektörlerin gıda, giyim, enerji gibi sermaye gruplarının karşısına müşteri olarak çıkar. Ürettiği zenginlikten ücret olarak aldığı payı, kendisi gibi emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan işçi arkadaşlarının ürettiği metalardan ihtiyaç duyduklarını satın almak için burjuvaziye geri verir. Üretim araçlarına sahip olma hakkına dayanarak üretilen metalara el koyan burjuvazi kazanmaya devam eder. İşçi ise aldığı ücretin oldukça düşük olmasından dolayı, çalışma saatleri boyunca bolca ürettiği metalardan yaşamını idame ettirmeye yetecek kadar bir miktara hiçbir zaman sahip olamaz.

Gerek kendi çalışma süresinde, gerekse başka sektörlerde çalışanların -kim bilir belki de eşinin veya çocuğunun- ürettiği metaların avcısı olarak pazarda müşteri olarak boy gösteren işçiye, her zaman çok küçük bir pay düşer. Lüks veya normal binaları yapan bir işçi hiçbir zaman yapımında çalıştığı evi satın alamaz. Veya sermaye işçinin geleceğini ipotek altına alıp onu 20-30 yıl boyunca faiz haracı ödemeye mahkum etmedikçe alamaz. Sağlık haklarından yararlanmada da bu böyledir, kışın yeterince ısınmak için ihtiyaç duyduğu enerji için de aynı şey geçerlidir. Anlaşılacağı gibi ücretli köleliğe mahkum edilen işçi böylece, ürettiği metaların da kölesi konumuna düşmüş olur. Onun, gerçeklikte hiçbir zaman sahip olmadığı sanal “özgürlüğü”nün sınırları da burada sona erer. Azami kârı amaçlayan kapitalist ekonominin acımasızca dönen çarkları arasında işçinin ve onun ailesinin umutları un ufak olur.

Ya kriz ya da büyük yıkım savaşları

Kapitalist ekonominin çarklarının, büyük yıkımlardan sonra nispeten sorunsuz olarak döndüğü, burjuvazinin ürettiği malları satabildiği kısacık dönemlerin dışında ekonomik krizlere yazgılı olan kapitalist ekonominin işçiye vadettiği ekonomik refah ve özgürlüklerin sınırları, asıl olarak da kapitalist ekonominin anavatanlarında buraya kadardır. Kapitalist-emperyalist ekonomiye bağımlı ülkelerdeki sınırlar çok daha dardır. Doğal felaketlerin öncelikle toplumun en korunaksız, en yoksul kesimlerini ezmesi ve derme çatma barınaklarını yerle bir ederek elde avuçta olanları yok etmesi gibi, kapitalist ekonomide içkin olan azami kâr ve rekabet kurallarının kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı ekonomik krizler de öncelikle kapitalist-emperyalist ekonominin en zayıf halkalarını girdabına alarak genişler.

Derin kriz dönemlerinde, cansız emeğin somutlaşmış biçimi olan para bolluğuna, faizlerin kapitalistler için sıfır düzeyine kadar düşürülmesine karşın, cansız emeğin, yani paranın üzerinde oturan kapitalistler insanların ekmeğe, suya, barınağa, ulaşım araçlarına, enerji, eğitim araçları ve sağlık hizmetlerine ihtiyaçları olmasına karşın üretime yatırım yapmazlar. Büyük tekeller birbirlerini satın alarak tekelleşmeyi yeni bir düzeye çıkarırlar. Büyük emperyalist savaşlardan sonra boşalan pazarlara daha çok hakim olmak için tam kapasiteye yakın çalışan fabrikalar, kriz başladığında işçi kusmaya başlarlar; işçileri kitleler halinde sokağa, işsizlik, yoksulluk ve açlığın pençesine atarlar. Burjuvazi azami kârını korumak için, işçinin her gün karşılaştığı esnek çalışma, taşeronlaştırma, çalışma sürelerinin uzatılması, güvencesiz geçici işçilik, sendikasızlaştırarak işçileri örgütsüzlüğe mahkum etme yöntemlerini başlıca yönetim biçimi haline getirir.

Kapitalist toplumda zenginliklerin yegane üretim mekanı olan fabrikalarda ortaya çıkan bu köklü değişim fabrikayla sınırlı kalmaz, dalga dalga toplumsal yaşamın her alanına yayılır. Siyasal gericilik yerini giderek faşizme bırakmaya başlar, silahlanma yarışı gerici savaşların yaygınlaşmasına evrilir. Burjuvazi, tüm toplumu çılgınlık düzeyinde kışkırtılan milliyetçi-ırkçı-dinci histeriyle zıvanadan çıkararak yönetmeye çalışır. Başta bölgemiz ve ülkemiz olmak üzere dünyamız giderek burjuvazinin savaş çılgınlıklarına daha çok sahne olmuyor mu? Savaş tamtamlarını daha çok duymuyor muyuz?

Sınıflar üretim sürecinde dolaysız olarak karşı karşıya gelirler

Sınıflı toplumlarda sınıf savaşları hangi görünüm ve biçim altında ortaya çıkarsa çıksın doğası gereği asıl olarak dönemin zenginliklerinin üretildiği mekanlarda patlak verir, çözümünü de yine buradan hareketle bulur. Feodal toplumun başlıca üretici gücü topraktı. Krallar, sultanlar veya hanlar toprağa sahip olmanın tekelini de ellerinde tutuyorlardı. Bu toplumların kaderini belirleyen köylü isyanları kendilerini tanrının yeryüzündeki halifesi veya gölgesi olarak ilan eden saray hükümdarlarını karşılarında buldular.

Kapitalist toplumla birlikte ülkelerin ekonomik ve siyasal yapılarında yaşanan köklü dönüşümle kentler, kentlerde de fabrikalar artı-değer üretiminin merkezleri oldular. Feodal toplumda, feodal toplumun temel sınıfları kırda ve toprakta karşı karşıya gelirken, kapitalist dönemle birlikte kapitalist toplumun temel sınıfları fabrikalarda karşı karşıya geldiler. İlk çağdaş işçi hareketi olma özelliği taşıyan Chartist hareketinin kırda değil de fabrikada ortaya çıkması tesadüf değildir. İşçi sınıfının ilk kitlesel mesleki örgütlenmesi olan sendikalar da yine fabrikalarda işçi sınıfıyla burjuvazinin çatışmasının ürünüydüler ve fabrika merkezli örgütlenmeler olarak tarih sahnesine çıktılar.

Abc’yi yeniden öğrenmenin zamanıdır

Bunlar elbette sosyal bilimler tarihinin ABC’sidir. Ancak yarım asırdan daha uzun bir süredir giderek unutulan, üzeri küllenen veya mecburiyet karşısında kabul edilen sözde gerçekler olarak kaldılar. Teori ve politikanın olduğu gibi, program ve örgütlenmenin temel sorunları olarak ele alınmadılar. Toplumsal zenginliklerin üretildiği merkezler o toplumun temel sınıflarının da dolaysız olarak karşı karşıya geldiği merkez olma işlevini görürler. Günlük mücadele buralarda üretilen toplumsal zenginliklerden sınıfların alacağı pay üzerinden ortaya çıkar. İşçi sınıfının amaçlarından başka özel bir amaçları olmayan komünistlerin de doğal olarak öncelikle ayaklarını sağlam basacakları yerlerdir buralar. Fabrikayı kazananlar, fabrikayı burjuvazinin elinden çekip almasını bilenler, yıkılmaz gibi gözüken kapitalist barbarlığı da tarihin çöplüğüne süpürmesini bilirler.

Tarihsel deneyime, yönetme sanatına ve sınıf bilincine sahip olan burjuvazi ve onun devleti bu gerçekliğin bilincinde olduğu için, bütün çabasını işçileri örgütsüzleştirme ve onları birer basit tüketici yapmaya hasreder. Ortaçağın derebeylerinin, köylü isyanlarını ve ayaklanmalarını örgütlemeye çalışanların derisini yüzmeleri gibi, çağdaş burjuvazi de komünistleri, sınıf bilinçli işçileri ve doğal işçi önderlerini ekonomik ve militarist terörle ezmeye çalışıyor. En “demokratik” kapitalist ülkelerde komünist partilerin kurulması “demokrasinin” bir vecibesi olarak serbest iken, fabrikalarda işçilerin fabrika komitelerinde, işyeri hücrelerinde örgütlenmelerinin yasaklanmış olması bile çok şey anlatmaktadır.

Burjuvazinin korktuğunu burjuvazinin başına getirmek için enerjilerini burjuvazinin en çok muhafaza ettiği, komünistlerden esirgediği fabrikalara vermesini bilenler ve bunda sebat edenler, kapitalizmin bunalımını sosyalist devrimin olanağına dönüştürmeyi de başaracaklardır.

 

 

 

 

Wuppertal’da referandum gündemli panel

 

Almanya’nın Wuppertal kentinde 31 Mart akşamı Alevi Kültür Merkezi'nde (AKM) referandum konulu bir panel yapıldı. Panele, Evrensel yazarı Ender İmrek, AKM başkanı ve ‘Hayır Platformu’ ile BİR-KAR'ı temsilen Sinan Zengin katıldı.

Panel Sinan Zengin'in Kızıldere konusunda yaptığı konuşma ile başlatıldı. Zengin, sözlerine, Türkiye'de ‘60’lı ve ‘70'li yılların özel bir dönem olduğunu, dönemin devrimci kuşağının da bu özel dönemin ürünü olduğunu vurgulayarak başladı. Dönemin devrimci önderleri olan Deniz, Mahir ve İbrahimler’in seçkin dava adamları olduklarını belirtti. Davalarına içtenlikle inanmaları, davaları için tereddütsüzce kendilerini adamaları ve siper yoldaşlığının en samimi ve ileri örneklerini ortaya koymaları ile gelecek kuşaklara çok değerli bir miras bıraktıklarını dile getirdi. Kızıldere eyleminin bunun en iyi örneği olduğunu belirtti. Olumlu özellikleri nedeniyle Türkiye'nin işçi ve emekçilerinin onları unutmadığını, çocuklarına onların adlarını verdiklerinin altını çizdi.

Ardından kitleyi, Kızıldere şehitleri şahsında ölümsüzleşen tüm devrimciler için saygı duruşuna çağırdı. Bunu, AKM başkanının Alevilerin referandum konusundaki düşüncelerini ve şimdiye kadar neler yaptıklarını içeren kısa konuşması izledi. Sonra söz Evrensel gazetesi yazarı Ender İmrek'e verildi.

Ender İmrek, konuşmasında Türk devletinin kuruluşundan itibaren demokratik bir devlet olmadığını söyleyerek, yeni anayasa metninin de eskileri aratacak denli anti demokratik olduğuna dikkat çekti. İmrek, referandumdan ‘Hayır’ sonucu çıkmasının devamındaki mücadeleler için moral kaynağı olacağını söyledi.

Ardından Sinan Zengin'e söz verildi. Zengin ise konuşmasında Türkiye’de anayasal düzenin fiilen ortadan kalktığını belirterek yeni anayasa ile bu duruma yasal bir kılıf uydurulmaya çalışıldığına dikkat çekti. Referandumda ‘Hayır’ diyecek kesimlerin siyasal olarak farklı konumlarda olduklarına değinen Zengin, yeni anayasayla kurulmak istenen rejimden en çok işçiler, emekçiler, Kürt halkı ve Alevilerin zarar göreceğine dikkat çekti.

Sınıf devrimcilerinin referandum sonrasında işçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmek için her türlü imkanı kullanması gerektiğini söyleyen Zengin, mücadelenin referandumla sınırlandırılmaması, sosyalizmin hedeflenmesi gerektiğini belirtti.

Konuşmanın ardından katılımcılara söz verildi. Kimi katılımcılar konuya dair görüşlerini açıklayıp, sorular sordular. Boykot tutumunu savunanlar da tartışmaya katıldı. Bu vesileyle canlı ve hararetli tartışmalar yaşandı. Ender İmrek ve Sinan Zengin'in bu konuya ve sorulan sorulara yanıt vermelerinin ardından panel sonlandırıldı.

 

 

 

 

Dünyada işçi ve emekçi eylemleri

 

İşçi ve emekçiler dünya genelinde mücadeleyi sürdürüyor.

Madenciler grevle haklarını elde ettiler

Üç haftalık grevin ardından Cerro Verde (Peru) bakır madeni işçileri taleplerini kabul ettirdiler. Madencilerin birlikte kararlılıkla hareket etmeleri karşısında, madencilerin ailelerinin sağlık bakımlarının iyileştirilmesi ve primlerin eskiden olduğu gibi ödenmesi vb. taleplerini kapitalistler kabul etmek zorunda kaldı.

Kömür santrali inşasına karşı protesto

Merkez Jawa Batang’da (Endonezya) çevre aktivistleri kömürle çalışan bir elektrik santralinin inşasını protesto etmek için büyük bir vinci işgal etiler. Güneydoğu Asya’da 2000 MW kapasiteli kömürle çalışacak olan ve en büyük elektrik santrali olma özelliğine sahip elektrik santralinin inşasının durdurulması için dört yıldır mücadele sürdürülüyor. 200 hektarın üzerinde verimli toprağı yok edecek olan proje balıkçıların denize erişimini de engelleyecek. Zaten kömürle çalışan elektrik santrallerinin yol açtığı yoğun bir hava kirliliği sorunu yaşayan Endonezya’nın yapılmak istenen santralle birlikte hava kirliliği sorunu daha da artacak.

 
§