10 Mart 2017
Sayı: KB 2017/10

Suriye; savaştan çıkış arayışı ve kirli hesaplar
‘Hayır’ın yasak olduğu ‘demokratik’ referandum!
Sermaye diktatörlüğüne ‘Hayır’!
Newroz ateşini işçilerin birliği, halkların kardeşliği için harlayalım!
Kamusal kaynaklar sermayeye peşkeş çekiliyor
Kamu emekçilerinin direnişi; olanaklar ve yapılması gerekenler
Çelik-İş, Dytech ve Tofaş’ta işçileri Türk Metal’e sattı
“Bu fabrika halkındı, işçiler fabrikaya sahip çıkmalı!”
Geçici işçi alımları
Kadın işçi ve emekçileri dönüştürmek!
İEKK’dan 8 Mart eylem ve etkinlikleri
Kadınlardan 8 Mart eylemleri
Kapitalist sistemde kadın işçilerin kağıt üstünde kalan hakları
AKP, kadın ve demokrasi
Erdoğan’dan açık itiraf; “İşsizleri yaradandan ötürü seviyoruz!”
Savaş kundakçılığında NATO’dan yeni hamle
Lafarge Holcim-IŞİD Konsorsiyumu!
Emperyalist kamplaşmalar ve Erdoğan-Almanya gerilimi
ABD’nin dış politikasında politik romantizme yer yok!
“Önümüzün karanlık olduğu bu dönemde, ateşler yakıp yolu görmenin anlamlı olduğunu düşündük”
Beyazıt Katliamı'nı unutmadık, unutturmayacağız
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Önümüzün karanlık olduğu bu dönemde, ateşler yakıp yolu görmenin anlamlı olduğunu düşündük”

 

Okuldan uzaklaştırıldıkları için direnen Ege Üniversitesi öğrencileri ile direnişleri ve süreç hakkında konuştuk...

- Ege Üniversitesi‘nde son günlerde 30’dan fazla öğrenci uzaklaştırma cezası aldı, siz de bu cezalar sonrası bir direniş başlattınız. Ege Üniversitesi’nde direniş sürecine kadar gelişen süreci özetleyebilir misiniz?

- Ege Üniversitesi’nde 2015 yılında gerçekleştirilen faşist saldırı sırasında ülkücü Fırat Çakıroğlu’nun öldürülmesi ile başlayan bir süreç var. O saldırıya kadar Ege Üniversitesi muhaliflerin yoğun olduğu, özgürleştirilmiş bir alan olarak tarif ediliyordu. Faşist provokasyon sonrasında ise Ege Üniversitesi şu an tüm topluma uygulanan OHAL’i ilk yaşayan alanlardan birisi oldu. Daha öncesinde görülmemiş soruşturma furyaları o dönemle birlikte başladı, yine hapishane tipi turnikeler de o dönemde yerleştirildi. Yani bugünün nüvelerini düne baktığımızda görmek mümkün. Sonraki süreçte ise rektörlüğe Cüneyt Hoşçoşkun atandı. AKP ve Gülen cemaatinin iktidar kavgasında AKP’li olduğunu göstermeye çalışan Hoşcoşkun bunu kanıtlamanın en iyi yolunu muhalif öğrencileri okul dışına atmakta buldu. Ama bu çabaları yeterli bulunmamış olacak ki, kendisi de "FETÖ"cü denilerek açığa alındı. Muhalif öğrencilere karşı pervasızca uygulanan soruşturma ve ceza uygulamalarının sorumlularından birisi de kısa süre önce rektör yardımcılığına atanan Hasan Kalyoncu. AKP ve MHP’nin yakınlaşmasının ardından faşist cepheden transfer edilen Kalyoncu cezalarda doğrudan rol oynuyor. Geldiği üniversitede de öğrenci düşmanı olarak anılması bizim için şaşırtıcı değil tabi. Tüm bunlara baktığımızda bizim uzaklaştırma cezalarımızın kendi içerisinde bir faaliyetten kaynaklanmadığını, bunun Türkiye'nin toplumsal durumunun Ege Üniversitesi’ne yansıması olduğunu görmek lazım.

- Okulunuzda 11 akademisyen KHK ile ihraç edildi. Zaten uzaklaştırmaların nedenlerinden biri de hocalarınıza sahip çıkmanız. Üniversitenin tüm bileşenlerine karşı girişilen bu saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz ?

- Hocalarımız geçen yıl 1128 akademisyen ile birlikte Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalamışlardı. Kürdistan’da yaşanan insanlık katliamına akademiden doğru bir ses yükseltmiş, bu savaşa ortak olmayacaklarını söylemişlerdi. Sonrasında yapılan terör demagojisi ile hocalarımız üniversitenin dışına itildi. Günümüz AKP iktidarı da her totaliter iktidar gibi bilime ve hakikate düşmandır. Bunun için hedef tahtasına ilk konulanlar üniversiteler ve bilim insanları oldu. Meseleye iktidarın üniversiteleri boşaltmak, kendini garantiye alıp sorgulanmasını önlemek, kendi kadrolarını oralara tekrar yerleştirmek için giriştiği bir operasyon diyebiliriz. Hocalarımız dayanışma akademileri ile hakikat arayışının devamını sağlamaya çalışıyorlar, bu arada bizim direnişimize de desteğe geliyorlar. Bizler de kendi sürecimizi hocalarımızın süreçleri ile ayrı yerlerde tutmuyoruz. Bunun için farklı bir direniş alanı olan dayanışma akademileri ile ortak alanda buluşmaya çalışıyoruz.

- Rektör atamaları, ihraçlar, uzaklaştırmalar üniversitede yeni bir yapılanmaya gidildiğinin açık göstergesi. Siz tüm bunlara direniş ile cevap verdiniz, nitekim hocalarınıza sahip çıkan da sizlerdiniz. Sizin direnişiniz bu sürecin neresinde duruyor ?

- İktidar, yalanlarının ortaya çıkmaması için hakikatin üstünü demagojik söylemlerle, ihraçlarla, uzaklaştırmalarla kapatmaya çalışıyor. Tarihe baktığımızda bu tarz iktidarlara ve sistemin kendisine karşı birçok direniş örneği görüyoruz. Bugün toplumun tüm muhalif kesimlerinde bir geri çekilme olsa da, biz direnişe bireysel bir mesele olarak değil, tüm toplumun meselesi olarak bakıyoruz. Bunun için hukuksal yöntemlere de başvuracağız ama çözüm bütün ezilen kesimin katılacağı bir direniş çizgisi örmekte. Bu çizgiyi Nuriye Gülmen’den Betül Celep’ten biliyoruz. Önümüzün karanlık olduğu bu dönemde böyle ateşler yakıp yolu görmenin anlamlı olduğunu düşündük.

- Direniş sonrası için bir kurgunuz var mı ? Direniş alanı nasıl işliyor ?

- 12.00’de alanımıza geliyoruz, mesele üniversiteye ve öğrencilere sahip çıkma meselesi olduğundan Ege Üniversitesi’nden ve çevre üniversitelerden öğrenciler desteğe geliyor. Videolar çekiliyor, satranç oynanıyor, kitap-dergi okunuyor, üniversiteye ve memlekete dair sohbetler ediliyor, yani bir üniversite öğrencisi gün içinde ne yapıyorsa onu yapıyoruz gün boyu. Bu alanlar kolektif yaşamı deneyimlemenin, Nuriye Gülmen’i ve tüm direnenleri anlatmanın önemli de bir aracı. Önümüzdeki dönemde ihraç edilen hocalarımızla bir program çerçevesinde bu alanı sokak akademisine çevirme gibi bir planımız var. İhraç edilen hocalarla birlikte sokak akademisini kuracağız.

- Şu anda kaç kişi direniyorsunuz? Bu kısa zaman dilimi içerisinde bir kazanım yaşandı mı?

- Direnişe 5-6 kişi ile başladık ama artarak devam ediyoruz. Uzaklaştırılan arkadaşlarımızdan katılanlar oldu, uzaklaştırılmayan arkadaşlarımız da desteğe geliyor. İlk kazanımlarımızı da elde ettik. 9 arkadaşımızın uzaklaştırmalarının yürütmeleri durduruldu.

Kızıl Bayrak / İzmir

 

 

 

 

Zorbalığa karşı Berkin’in direncini kuşanalım!

 

Bu coğrafyada çocuk olmak, 17 yaşındayken yaşı büyütülüp idam edilmektir. 12 yaşındayken 13 kurşunla öldürülmek, 15 yaşındayken sokak ortasında kafana gelen gaz kapsülüyle katledilmek demektir. Bunun üzerine bir de “Emri ben verdim” diyen katil tarafından bir annenin yuhalatılmasıdır bu coğrafya gerçekliği.

Berkin Elvan 16 Haziran 2013’te Haziran Direnişi sırasında Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğinin kafasına isabet etmesiyle hastaneye kaldırılmıştı. Yaşam mücadelesi tam 269 gün sürdü. Katillere, katliamcı düzene inat o 17 kilo kalan bedeniyle 269 gün direndi. 269 gün boyunca direncin sembolü olan Berkin’i hazmedemeyen katiller ve yandaşlarının dilinden zehir aktı, meydanlarda Berkin’in annesini yuhalattılar. 11 Mart 2014 günü daha 15 yaşında ölümsüzlerimiz arasına karışan Berkin’i milyonlar uğurladı.

Bugün Berkin’in katledilmesiyle ilgili soruşturma dosyası tamamlandı. Soruşturma dosyasında “Olası kasıtla öldürmek” suçlamasıyla yalnızca bir polis yargılanıyor. Bir de Berkin’in vurulduğu an üzerinden çıktığı iddia edilen 11 torpil yer alıyor dosyada. Katiller değil katledilenler suçlanıyor adeta. Bizler biliyoruz ki yapılmaya çalışılan cinayeti meşrulaştırmak, bir polisi sözde yargılayarak katliamcı düzeni aklamaktır. Bu katliamcı düzeni biz 1938 Dersim’inde çocuk-kadın demeden katletmesinden biliyoruz, Maraş’tan, Çorum’dan biliyoruz. Ceylanlar’dan, Uğurlar’dan, Oğuzhan Çalışkanlar’dan biliyoruz. Tüm bu katliamların hesabı ise düzenin yargısıyla değil sokaklara kurduğumuz ve özgür bir dünyanın habercisi olan barikatlarda sorulacaktır.

Berkin’i anarken onun direnişçi kimliğini vurgulamanın ayrı bir önemi var. Hatırlanacağı üzere yandaş medya Berkin’in katledilmesini meşrulaştırmak amacıyla Berkin’in eylemlerde çekilen fotoğraflarını “işte gerçek yüzü” diye yayınlamıştı. Bizler o fotoğrafları sonuna kadar sahipleniyoruz, zira o karelerde zulme karşı direniş var. Cellatlara Berkin’in elindeki sapanın bugün bizim elimizde olduğunu da buradan belirtiyoruz. Berkin’i ekmek almaya gidiyor diye –belki de iyi niyetle- yansıtmaya çalışanlara karşı, onun Haziran Direnişi’nde daha 14’ünde en ön safta mücadele ettiğini de bir kez daha hatırlatalım.

Berkin devletin öldürdüğü ne ilk çocuktu ne de son oldu. Bugün Kürdistan’da çocuklar hala panzerlerin altında eziliyor. Bugün Suriye’de katledilen her bebeğin, göç yollarında ölen her çocuğun kanında Türk sermaye devletinin payı var. Dışarıda IŞİD’li katiller sürüsüne mühimmat yardımı yapan ve besleyen Türk devleti içeride ise dizginsiz bir terörü sürdürmeye devam ediyor. Berkin’leri katlederek umudu yok edeceğini sanıyor. Bu nedenle bugün bir kez daha umudu büyütmenin ve tüm baskı ve zorbalığa karşı Berkin’in direncini kuşanmanın günüdür.

D. Yalım


 
§