10 Mart 2017
Sayı: KB 2017/10

Suriye; savaştan çıkış arayışı ve kirli hesaplar
‘Hayır’ın yasak olduğu ‘demokratik’ referandum!
Sermaye diktatörlüğüne ‘Hayır’!
Newroz ateşini işçilerin birliği, halkların kardeşliği için harlayalım!
Kamusal kaynaklar sermayeye peşkeş çekiliyor
Kamu emekçilerinin direnişi; olanaklar ve yapılması gerekenler
Çelik-İş, Dytech ve Tofaş’ta işçileri Türk Metal’e sattı
“Bu fabrika halkındı, işçiler fabrikaya sahip çıkmalı!”
Geçici işçi alımları
Kadın işçi ve emekçileri dönüştürmek!
İEKK’dan 8 Mart eylem ve etkinlikleri
Kadınlardan 8 Mart eylemleri
Kapitalist sistemde kadın işçilerin kağıt üstünde kalan hakları
AKP, kadın ve demokrasi
Erdoğan’dan açık itiraf; “İşsizleri yaradandan ötürü seviyoruz!”
Savaş kundakçılığında NATO’dan yeni hamle
Lafarge Holcim-IŞİD Konsorsiyumu!
Emperyalist kamplaşmalar ve Erdoğan-Almanya gerilimi
ABD’nin dış politikasında politik romantizme yer yok!
“Önümüzün karanlık olduğu bu dönemde, ateşler yakıp yolu görmenin anlamlı olduğunu düşündük”
Beyazıt Katliamı'nı unutmadık, unutturmayacağız
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist kamplaşmalar ve Erdoğan-Almanya gerilimi

 

Türk sermaye devletinin dümenini elinde tutan Erdoğan rejimiyle Alman devleti arasında gerilim tırmanıyor. Türkiye’de Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanması ve Almanya’nın, AKP’li bakanların yapmak istedikleri referandum toplantılarını yasaklaması gerilimi yeni bir aşamaya taşıdı. Bu tırmanışın Türkiye’de referandum, Almanya’da ise bu yıl seçimlerin yapılacak olmasıyla ilişkisi olmakla birlikte, mesele bundan ibaret değil. Söz konusu gerilim ve çatışmanın bir geçmişi olduğu gibi bir de geleceği var. Asıl olarak emperyalist kapitalist dünyanın içerisinden geçmekte olduğu yeniden kamplaşmalarla ilişkili olan bir durum bu. Almanya’da sayısı üç milyon gibi büyük bir kitleye varan Türkiye kökenli göçmenler topluluğunun varlığı ve bu kitle üzerinde süren gerici tepişmeler de bu çelişki ve çatışmanın toplumsal kaynaklarını oluşturuyor.

***

Yaşanan gerilim bir bütün olarak Türk sermaye devletiyle Alman tekellerinin devleti arasında olmaktan ziyade Erdoğan rejimiyle Alman devleti arasında sürüyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung Almanya ile Erdoğan arasında yaşanan krizi Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakereleri üzerinden şöyle değerlendiriyor:

Türkiye daha fazlasını istemiyor, Avrupa Birliği de daha fazlasını kaldıramıyor. Tam üyelik meselesi halloldu. Ama Erdoğan’ın olanaklarını çaresizce gözünde fazla büyüttüğü Boğaz’daki ülkenin Rus, Çin ve İslamcı çıkarların oyun sahasına dönüşmesi Batı’nın işine gelmez. Bu günler hiç olmadığı kadar zorlu olsa da, sesleri Cumhurbaşkanları tarafından bastırılan akıllı Türkleri unutmamak gerekir.” (7 Mart 2017)

Alman tekellerinin ekonomik hakimiyeti

Almanya, Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları sıralamasında birinci sırada yer alıyor. 1980’den beri 12,5 milyar dolarlık yatırım hacmiyle en büyük yabancı yatırımcı olma konumunu sürdüren Alman tekellerinin veya Alman sermaye ortaklığıyla kurulan Türk şirketlerinin sayısı ise 6.000’in üzerindedir. Başka hiçbir ülkede bu kadar Alman şirketi bulunmuyor. Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı olma gibi bir ayrıcalığa da sahiptir. İkili ticaret hacmi (doğası gereği Almanya’nın lehine olmak üzere) 2013 yılında %5 artarak toplam 33,8 milyar avroyla yeni bir rekor seviyeye ulaştı. Ekonomik bağımlılık alanında sağlanan bu gelişmeyle Almanya Türkiye’nin bir numaralı ticari ortağı olma gibi ayrıcalıklı bir konum elde ederken, Almanya’nın ticari ortakları arasında Türkiye’nin yeri ise 13’üncü sırada bulunuyor.

Ekonomik ilişkilerdeki yoğunlaşmaya bağlı olarak iki ülke ekonomi bakanları Ağustos 2013’te JETCO’nun (Joint Economic and Trade Commission-Ekonomik ve Ticari Ortaklık Komitesi) kurulması kararını aldılar.

Ekonomik bağımlılığı politik bağımlılıkla tamamlamanın zamanı geldi

Ekonomik alanda yoğunlaşan bağımlılık ilişkisi siyasal bağımlılık alanında Alman tekellerinin beklentilerini tatmin edecek düzeye ulaşmadı. Türk sermaye devletinin politik ve askeri alanda ABD’ye olan bağımlılığında öze ilişkin bir değişim olmadı. Bu durum, son yıllara kadar özel bir sorun alanı oluşturacak düzeyde öne çıkmamış olmakla birlikte, iki devlet arasındaki ilişkilerde hep bir gerilim alanı olageldi. Türkiye’nin AB’ye üyeliğine sıcak bakmayan Almanya’nın politikalarına, AB’ye üye olacak Türkiye’nin -AB içerisinde en büyük nüfus yoğunluğuna sahip ülkelerden Polonya ile birlikte- ABD’nin (dolayısıyla da İngiltere’nin) yanında yer alacağı kuşkusu yön verdi.

Almanya Patriot'ların Türkiye’ye yerleştirilmiş olmasından da istediği sonucu alamadı. Bir taşla iki kuş vurmak için Ermeni soykırım yasasını parlamentoda kabul ederek AKP üzerindeki baskısını “demokrasi” gibi yumuşak güçle takviye etmeyi denedi. İncirlik ziyareti üzerinden yaşanan gerilim bir sonuca bağlanmadan, Brexit’le AB dışına çıkan İngiltere’nin Türkiye çıkartmasını, Almanya, dışişleri bakanı ve Merkel ziyaretleri üzerinden dengelemeye çalıştı fakat buradan da boşa çıktı.

“Avrupa’nın sadece Almanya’nın işine yaradığını” söyleyen Trump’ın tahta çıkmasını beklerken, kullanılmak için Suud ortaklarıyla birlikte göreve hazır olduğuna dair Trump’a mesajlar veren Erdoğan’la avenesi, Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’in ziyaretinden de güç alarak, Almanya’ya karşı manevra alanının genişlediği hesabıyla atıp tutmada sınırları zorladı. 15 yılık iktidarı döneminde büyük suçlara ve yolsuzluklara karışan iktidarını sağlama almak için, şimdiye kadar olduğu gibi Almanya’daki göçmenler topluluğuna ulaşmakta gerekli kolaylıkların sağlanmasını istedi. Gazeteci D. Yücel’i mahkemeye çıkartmayarak, günlerce karakolda rehin tutarak bir şantaj aracına dönüştürdü. Almanya ise DİTİB’in karıştığı suçlara dair elinde bulunan belgeleri açıklayarak elini güçlendirmeye çalıştı. AKP ve reisi geri adım atmasına rağmen, Erdoğan’la özdeşleşen AKP iktidarının sonsuz U dönüşlerini herkes gibi bilen Alman tekelleri, Trump’la birlikte Almanya’ya karşı açık tavrını ortaya koyan ABD ve İngiltere’ye karşı gösterilen bağlılığın kendilerinden esirgenmesini kabullenmiş değiller. Alman devleti, “reis”in Almanya’da sayıları 1,3 milyonu bulan seçmene ulaşmasının yollarını tıkayarak, bakanların konuşmaları için sağladığı olanakları geri çekti.

Trump’ın tahta çıkışının Batı’nın değerler sisteminin bir “karşı modeli” olduğunu savunan ve “Kim ‘Önce Amerika’ diye bir program açıklarsa başkaları da kendisine aynısını yaptığında hiç şaşırmamalı, hem de uluslararası ilişkilere olan tüm vahim yan etkileri ile birlikte” diyen Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert’in, Erdoğan’ın başkanlık sisteminin ikinci bir darbe olduğunu söylediğini de burada önemli bir ayrıntı olarak kaydedelim.*

Erdoğan ve avenesinin ucuz demagojileri

Erdoğan’la Almanya tekelleri arasında süren gerilim ve çatışmanın reis ve yandaşlarının sundukları gibi demokrasiyle bir ilişkisi yoktur. Erdoğan’ın her zaman olduğu gibi desteksiz salvolarının da hiçbir inandırıcılığı yoktur. Almanya’daki göçmenler topluluğunu oy deposu olarak gören Erdoğan, Alman emperyalist devletinin göçmenlere yönelik olarak uyguladığı ayrımcı politikaların biriktirdiği tepkiyi çirkef ve karanlık amaçları için kullanmaktan başka bir niyet taşımıyor. “Reis” ve tayfası basit ve ciddiyetten yoksun suçlamalarla, işlediği suçların üzerini kapatarak, göçmenler topluluğunun içerisinde bulunduğu durumu sömürüyor. Onların Hitler suçlamaları ise ikiyüzlülükten öteyedir. Hitler faşizmini bugünkü Almanya ile özdeşleştirerek Hitler faşizmini aklamanın basit piyonları oluyorlar.

“Ama o zaman bizler şu anki ile aynı kişi olamayacağız”

Erdoğan ve ekibinin güçsüzlüğün verdiği çaresizlikle çırpınmalarını Alman emperyalist devletinin temsilcileri oldukça serin kanlı bir şekilde karşılıyorlar. Tekellerin has adamı Maliye Bakanı Schäuble, “Şu anda en ağır hakareti yapanlar yarışmasında ben yer almayacağım. Benim bu alanda rekabet etme arzum yok. Ama bu arada Alman ekonomisinin rekabet gücü bir hayli güçlü“ diyerek, aba altından sopa göstermekle yetinirken, bu görüşlerini meslektaşı Mehmet Şimşek’e de söylediğini açıkladı.

Sonuç olarak, Erdoğan tahtını kurtarmaya çalışmanın verdiği telaşla içerisinde bulunduğu güçsüzlük ve çaresizliğin girdabında kıvranırken, aczini ahkam keserek kapatmaya çalışıyor. Bölge ve dünya hegemonyası kurma amacında olanlar ise “Ama o zaman bizler şu anki ile aynı kişi olamayacağız” gerçeğini hatırlatmakla yetiniyorlar!

* Türkiye’de art arda iki darbe gerçekleştiğini dile getiren Lammert, önce “demokratik yollardan seçilmiş bir hükümete karşı askeri bir darbenin”, ardından “seçilmiş hükümet tarafından ülkenin kendi anayasasına karşı bir darbe”nin daha yapıldığını belirtti. “Bu da amacına ulaşmış gibi görünüyor” diyen Lammert, Erdoğan’ın anayasa reformu ile kendi gücünü arttıracak bir başkanlık sistemini hayata geçirmeyi amaçladığını ifade etti. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili politikacı, Türkiye’de öngörülen anayasa değişikliklerinin hayata geçirilmesinin etkilerinin Batılı toplumlara da yansıyacağını vurguladı ve “Ama o zaman bizler şu anki ile aynı kişi olamayacağız” dedi.


 
§