9 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/46

Kriz kapitalizmin ürünüdür, faturayı kapitalistler ödemelidir!
2017: İşçi ve emekçiler için mücadele çağrısı!
Saldırılara karşı direnen kamu emekçileri ile dayanışmayı büyütelim!
“Sonuna kadar gideceğiz!”
“Örgütü sokak anlamında büyütürsek kazanan KESK olacaktır!”
“Örgütlü bir güç ve mücadele için birliğimizi kurmalıyız”
Türkiye’de kimya sektörünün genel özellikleri
Kölelik düzeninin hüküm sürdüğü bir iş kolu: Tekstil
Ege İşçi Birliği Genel İşçi Meclisi toplandı
Birleşik Metal-İş’e Gebze’de OHAL yasağı
Metal işçisi kadınlar, sorunları ve talepleri
İşçi-emekçi kadın çalışmasına yüklenelim!
Kadınlar ve kapitalizmin vahşi yüzü
Yıldırım’dan kadın haklarına saldırı!
Geleceksizliğe mahkum olmayacağız!
Gençlik biat etmeyecek!
Rejim krizinin can simidi “yeni” anayasa
Kirli ve rantlı bir savaş!
İtalya referandumunda anti-faşist başarı
Koyu karanlık bir Avrupa’ya doğru…
Devrim ve sosyalizm kavgamızda yaşıyor
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devrim ve sosyalizm kavgamızda yaşıyor

 

12 Eylül 1980’in üzerinden 36 yıl geçti. Resmi rakamlara göre faşist darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, on binlerce kiş tutuklandı, 1 milyon 683 bin kiş fişlendi ve 50 kişi idam edildi. Engels’in deyimine göre “İstatistik, burada zorunlu bir kaynaktır ve hep topallayarak arkadan gelir.” Faşist darbenin toplumsal yaşamda yarattığı sosyal-kültürel yıkımı ise bu istatistiklerde bulamayız.

12 Eylül darbesi, yükselen sınıf-kitle hareketinin baskı ve zorla ezilmesi anlamını taşıyordu. Dahası, sermaye düzeni 24 Ocak kararları vb. uygulamalarla ülkenin-toplumun geleceğini yeniden biçimlendirecek adımların önünü darbe ile düzlemişti. Her türlü gericiliğin önü açılıyor, faşist baskı ve zorbalık koşullarında ilerici olan ne varsa ezilmeye çalışılıyordu.

Ne olmuştu?

ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydi. 30 Ocak 1980 günü yazılama yaparken MHP’li bir bakanın koruma polisi tarafından katledildi. Sinan, saatlerce polis otosunda gezdirilip işkence yapıldıktan sonra öldürülerek hastaneye bırakıldı. Sinan’ın yoldaşları 2 Şubat’ta olayın gerçekleştiği yerde bu katliamı kınamak için bir araya geldiler. Sinan için yapılan eyleme asker saldırır ve çatışma çıkar. Çıkan çatışmada bir er vurularak ölür. Aralarında Erdal Eren’in de bulunduğu 24 kişi gözaltına alınır.

Erdal Eren 17 yaşında meslek lisesi öğrencisiydi ve Genç Komünistler Birliği’nde örgütlü bir devrimciydi. Tarihin en kısa yargılamalarından biri gerçekleştirildi ve 19 Mart 1980 günü Erdal Eren idam cezasına çarptırıldı. Hiçbir delile, tanığa, hatta sorgulamaya gerek duyulmadı. Erdal’ın üzerinde tabanca vardı ve askerlerin önünde yer alıyordu eylem sırasında. Er ise arkasından bir tüfek ile vurulmuştu. Mahkeme olayı inceleme gereği dahi duymamıştı, Çünkü, yükselen toplumsal muhalefeti sindirmenin yolu gözdağı vermekten geçiyordu. Erdal Eren’in 17 yaşında olması yasalar gereği idam cezası almasının önünde engeldi. Mahkeme kararıyla yaşı büyütüldü. Yargıtay’ın kararı iki defa bozmasına rağmen karar değişmedi. Artık geriye idamın uygulanması kalmıştı.

Erdal Eren, bir devrimciydi ve örgütlüydü. Yiğit devrimci, onurlu ve başı dik bir biçimde çıktı darağacına. Karanlık zamanlarda direnişi ve kararlılığı ile emekçilere yol gösterdi. Geleceği temsil edenlerin asla teslim alınamayacağını ölümsüzlüğe yürüyerek kanıtladı.

Erdal’ın katledildiğini duyan yoldaşları bu kez Erdal’ın sesini, sözlerini ve ideallerini duvarlara işlemek için düşerler yollara. Ercan da onlardan birisidir. DTCF 1. sınıf öğrencisi Ercan Koca, Erdal’ı selamlayan bir pankartı asarken polis-asker tarafından kuşatılır. Cellatlar Ercan’dan pankartı indirmesini isterler. Ercan kabul etmez. Cellat sürüsü alçakça saldırır Ercan’a. Aldığı darbeler sonucu beyin kanaması geçirir fakat Ercan direnmeye devam eder ve tıpkı Sinan ve Erdal gibi ölümsüzler kervanına katılır.

***

Aradan 36 yıl geçti. Patlayan bombalar, katledilen insanlar, yerle bir edilen coğrafyalar, yayılan gericilik, darbe girişimleri... 12 Eylül rejiminin tüm icraatları bugün sermaye devleti tarafından sürdürülmektedir. Bu nedenle Erdal Eren’in hesabını sormak bugün hâlâ hüküm süren 12 Eylül düzeniyle hesaplaşmayı gerektirmektedir. Erdal Eren’i yaşatmanın yolu ise bu karanlık zamanlarda onun yaşamında cisimleşen yiğitliği, devrime bağlılığı, fedakarlığı ve “dik duruşu” taşıyabilmekle mümkündür.

G. Umut

 

 

 

 

Çocukların katledilmediği yurttur sosyalizm

 

Bunlar engerekeler ve çıyanlardır
Bunlar aşımıza ekmeğimize
göz koyanlardır

Tanı bunları tanı da büyü
Ahmed Arif

Bugün kapitalist düzen derinleşen kriziyle tam bir çöküş halindedir. Kriz ve çöküş ise ekonomik temelli olsada çok yönlüdür (siyasal, toplumsal, kültürel, ahlaki vb.) Çöken, çürüyen bu düzen beraberinde örgütsüz olan toplumu, özellikle de işçi-emekçi kitleleri de yıkıma sürüklemektedir. Bunun en canlı yakın örneği ise, geçtiğimiz günlerde Adana-Aladağ’da 11 çocuğun yaşamını yitirdiği yurt katliamıydı. Süleymancılar diye bilinen tarikatın özel yurdunda yaşanan katliamda görünen, kapitalizmin hüküm sürdüğü bir yurdun manzarasıydı.

Kapitalist bir yurttan insan manzaraları

Devlet “yurttaşlarına” köylerinde ortaokul yapmamış, burdaki emekçiler de çocuklarını ilçeye göndermek zorunda kalmış. Ama ilçeye gitmek için de doğru dürüst yol bile yok, devlet “yurttaşlarına” yol da yapmamış. Haliyle bu çocuklar okuyabilmek için yurtta kalmak zorundalar. İlçede daha önce bir devlet yurdu varmış ama yine devlet yıkmış (herhalde boş masraftı ve kârlı değildi.) “Yurttaşlar” devletten yurt istemiş ama devlet yetkilileri onlara halihazırdaki tarikat yurdunu göstermiş. Öyle ya, bu emekçiler madenlerde, fabrikalarda çocukları da yurt yangınlarında katledildiğinde; “Allah’ın takdiri, kader, fıtrat” diye işi Allah'a havale ettiklerinde, onlara inanan boynu kıldan ince “yurttaş” nasıl yetişecek?

Katiller cinayet mahallinde

Katliam günü; okul, yol, yurt yapmayan devlet şehir merkezinde 6 milyon TL’lik müftülük binasının açılışını yaptı, tam takım katil sürüsünün “teşrifleriyle” elbette. Oradan da cenaze törenine yol aldılar. “Sayın” bakan ve avaneleri yolu olmayan köye helikopterle giderlerken, evlatlarını kaybeden aileler köye sırtlarında çocuklarının tabutları, çamur içinde 2 saat yol yürüdüler. Cenaze töreninde ise; kameralara poz verip “yurttaşlarının” acılarını paylaşma mesajları verecekler ya, kızının tabutu başında bekleyen babayı “Sayın” bakanlarının görüntüsünü kapatıyor diye ordan da kovdular. Köyde yaşlı bir emekçi kadın bu “devlet-ü Alilere” “köyün yolu bozuk, orta okul yok, elektrikler sürekli kesiliyor günlerce gelmiyor” deyince de “Sayın” bakan bir burjuva devletin temsilcisine yakışır bir biçimde, “loş ışıkta, romantik ortamı seviyorsun” diyerek şarlatanlığın sınırlarını da biz “yurttaşlarına” göstermiş oldu. Tabi aynı zamanda da burjuva ahlakını da...

Kurtuluş sosyalizmde

Çürüyen, çöken, cayır cayır yanarken de çocuklarımızı yakan kapitalizmdir. Bu rezil düzenin tek alternetifi ise sosyalizmdir. Zira bunun somut örneğine Ekim Devrimi ile bütün bir insanlık tanıklık etti.

Çocukların tacize, tecavüze, emek sömürüsüne maruz kalmadığı; en ücra köylere dahi okulların, yurtların, kreşlerin, sanat-kültür merkezlerinin yapıldığı ve bunlardan tüm çocukların eşit şekilde yararlandığı, yani çocukların asma bahçelerinden dünyayı seyretteği tek sistemdir sosyalizm. Çünkü sosyalizmin merkezinde bir avuç asalağın kârı değil, insan vardır. Bu yüzden insanca ve onurlu bir yaşam için sosyalizm için dövüşmeliyiz. Ve o gün geldiğinde emekçilerin acılarıyla bile alay eden, bu “Sayın” baylar bilmeliler ki, onları hiç de “romantik” anlar beklemiyor.

Adana’dan bir sınıf devrimcisi

 
§