9 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/46

Kriz kapitalizmin ürünüdür, faturayı kapitalistler ödemelidir!
2017: İşçi ve emekçiler için mücadele çağrısı!
Saldırılara karşı direnen kamu emekçileri ile dayanışmayı büyütelim!
“Sonuna kadar gideceğiz!”
“Örgütü sokak anlamında büyütürsek kazanan KESK olacaktır!”
“Örgütlü bir güç ve mücadele için birliğimizi kurmalıyız”
Türkiye’de kimya sektörünün genel özellikleri
Kölelik düzeninin hüküm sürdüğü bir iş kolu: Tekstil
Ege İşçi Birliği Genel İşçi Meclisi toplandı
Birleşik Metal-İş’e Gebze’de OHAL yasağı
Metal işçisi kadınlar, sorunları ve talepleri
İşçi-emekçi kadın çalışmasına yüklenelim!
Kadınlar ve kapitalizmin vahşi yüzü
Yıldırım’dan kadın haklarına saldırı!
Geleceksizliğe mahkum olmayacağız!
Gençlik biat etmeyecek!
Rejim krizinin can simidi “yeni” anayasa
Kirli ve rantlı bir savaş!
İtalya referandumunda anti-faşist başarı
Koyu karanlık bir Avrupa’ya doğru…
Devrim ve sosyalizm kavgamızda yaşıyor
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Koyu karanlık bir Avrupa’ya doğru…

 

Kapitalizmin 2008 yılında bir emlak krizi biçiminde patlak veren krizi, başvurulan tüm tedbirlere karşın atlatılamadı ve atlatılamıyor. Üstelik şimdi dünyada ve elbette ki Avrupa’da da çok daha şiddetli, çok daha derin ve haliyle çok daha yıkıcı nitelikte bir yeni kriz dalgası beklentisi var.

Bu krizin ayrıt edici bir özelliği daha var. Tüm veriler söz konusu krizin, bu kez sadece Avrupa’nın Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi çevre ülkelerini değil, Fransa ve Almanya gibi merkez ülkelerini de vuracağını göstermektedir. Kapitalist sınıfın şarlatan sözcüleri de olduğu gibi bunu doğrulamaktadır.

İktisadi ve sosyal alan

Daha şimdiden çevre ve merkez ülkeleri ile Avrupa’nın iktisadi-sosyal ve siyasal her bakımdan tablosu gerçekten de iç karartıcıdır. Başta çevre ülkelerinde olmak üzere her yerde, işçi ve emekçilere her defasında yeni bir yıkım yaşatan, biri diğerinden acımasız kemer sıkma paketlerinin ardı arkası gelmiyor. Bu durumun dolaysız sonucu olarak, en güçlü ülkelerde bile yoksulluk ha bire derinleşiyor. İşsizlik Kasım ayı itibarı ile Yunanistan’da %30’larda, merkez ülke Fransa’da %10-15’lerde seyrediyor. Genç nüfus içinde bu oran örneğin Yunanistan’da %50’lerde, Fransa’da ise %25’in üzerinde seyrediyor. AB ortalaması ise %20’lerin üzerindedir.

Günümüz koşulları öyledir ki, gelinen yerde kapitalist sınıf ücretli kölelerine yaşaması için gerekli ücreti dahi vermiyor. İşçi ve emekçiler her yerde adeta bir yaşam savaşı veriyor. Çalışma koşulları da dayanılmaz boyutlardadır. Yeni iş yasaları ile bu daha da dayanılmaz hale getirilmeye çalışılıyor. Fransa’da işçi, emekçi ve öğrenci gençliği aylarca sokağa çıkmak zorunda bırakan, tarihsel tüm kazanımlara saldıran El Khomri yasası ile Belçika’daki yeni iş yasası bunun en somut örnekleridir. Yunanistan işçi ve emekçileri ise, AB’nin, esasta da Almanya’nın ikide bir dayattığı sosyal yıkım saldırılarından bunalmıştır.

Bunların tümü birden, toplumun alt ve üst sınıfları, işçi ve emekçilerle kapitalist sınıf arasında, bir diğer anlatımla servet ve sefalet arasında tam bir uçuruma yol açmıştır. Kutuplaşma had safhadadır. Bu ise sürekli sosyal bir gerilim mayalamaktadır. Şöyle de söylenebilir, Avrupa’da da sürekli olarak şu ya da bu zaman, şu ya da bu vesile ile kendisini dışa vuracak patlayıcı madde birikmektedir. Ne yönde seyredeceği ve nasıl sonuçlanacağından bağımsız olarak, günümüz Avrupa’sı da geçmişteki gibi sosyal mücadelelere gebedir.

Siyasal alan

Siyasal alanın tablosu çok daha ürkütücüdür. İstisnasız Avrupa’nın her ülkesinde giderek artan bir siyasal gerilim var. Demokratik hak ve özgürlükler alanındaki kazanımlar bir bir gasp ediliyor. Her yerde polis devleti uygulamalarına hız kazandırılması bunun ifadesidir. Düne kadar bir övünç vesilesi olarak propaganda ettikleri burjuva demokrasisine dahi tahammül edilmemektedir. Avrupa boydan boya siyasal gericilik dönemine doğru seyrediyor.

Almanya başta gelmek üzere Avrupa, işbaşındaki hükümetleri yıpratan ve siyasal gerilimleri tetikleyen kitlesel göçlere yeniden sahne olmaktadır. Öte yandan, düne kadar demokrasinin mabedi olarak sunulan “Avrupa demokrasisinin” yerinde yeller esiyor. Yaşlı kıta yeniden ırkçılığın ve neo-faşist akımların cirit attığı bir toprak haline gelmiştir. Irkçılık salt bir avuç ırkçının marifeti olmayıp, tekellerin bu dönemdeki başat eğilimidir ve bir devlet politikasıdır. Neo-faşist akımların arkasında da keza en büyük tekeller, devletler ve polis vardır. Devletin ve polisin koruması altında sürekli güç kazanıyorlar.

Irkçı-faşist partilerin seçim başarıları bugünün Avrupa’sında yaşanan bir diğer önemli gelişmedir. Almanya’daki AfD adlı ırçı-faşist partinin bazı eyaletlerde elde ettiği başarı bunun son dönemdeki bir örneğidir. Fransa’da Marine Le Pen ve François Fillon 2017 yılında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde başa güreşecekler. Başka bir alternatifleri de yok. İtalya, daha birkaç gün önce, Matteo Renzi’nin liderliğinde, 1948 yılında yapılan anayasayı çöpe atarak bir “tek adam ve tek parti “ dönemine geçmek istedi. Deyim yerindeyse uçurumun kenarından kıl payı kurtuldu. Avusturya’da geçtiğimiz yıl çeşitli gerilimlere yol açan ve iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimi yenilendi. Yeşiller Partisi kökenli bağımsız aday az bir oyla seçildi. Ne var ki tehlike geçmiş değildir. Tam tersine gitgide daha yakın hale gelerek büyümektedir.

Avrupa genelinde “sosyal devlete” epeydir “elveda” denmişti. Şimdi de burjuva demokrasisine elveda denmeye çalışılıyor. Siyasal gericilik giderek güç kazanıyor. Aç gözlü tekeller bununla da yetinmiyorlar ve burjuva diktatörlüğünün üzerindeki tülü de atmaya hazırlanıyorlar. Faşizm Avrupa’da yeniden kanlı dişleri ile sırıtmaya ve sahne almaya başlıyor.

Daha karanlık bir Avrupa’ya doğru

Krizi aşmada acze düşen, en başta Almanya, İngiltere ve Fransa’nınkiler olmak üzere Avrupa’nın aç gözlü tekelleri, çareyi bir yandan dur durak bilmeyen sosyal yıkım saldırılarında, diğer yandan yeni bir savaşta arıyorlar. Bu amaçla, yeni bir savaş suçu işlemek üzere, hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaşa hazırlanıyorlar. Avrupa’nın her yerinde izlenen saldırganlık ve savaş politikaları tam da bunun ifadesidir. Almanya bu konuda başı çekmektedir. İngiltere, elbette ABD ile yakın temas içinde yerini almaya çalışıyor. Fransa ise şaşırtıcı derecede bir hareketlilik içindedir. Emperyalist politikalarda, saldırganlık ve savaşta her zamankinden daha aktiftir, daha isteklidir ve hepsinden daha iştahlıdır.

Daha da önemlisi, yeni ve daha yıkıcı bir kriz, kaçınılmaz biçimde Avrupa’da öncekileri de aşan bir saldırı dalgasını tetikleyecektir. Her yerde yeni saldırı ve savaş politikalarına başvurulacağı kesindir. Amerika’daki Trump örneğinde olduğu gibi, Avrupa’da da Irkçı-faşist, göçmen (özellikle de İslam) düşmanı, milliyetçi-şoven, çağın ve dönemin ruhuna ters biçimde içe kapanmacı, kadın haklarını çağın çok çok gerisine götürecek denli kadın düşmanı siyasetin önü sonuna kadar açılmıştır. Teacher-Regan döneminin son derce yıkıcı sosyal yıkım saldırılarını yeniden gündemleştiren, AB karşıtı programları ile bunu en iyi biçimde hayata geçirecek olan, hepsi de tekellerin temsilciliğini yapan, içeride de dışarıda da savaşın militanlığını yürütecek kabineleri ve hükümetleri ile François Fillon gibi yeni figürler öne sürülmektedir. Avusturya’da cumhurbaşkanlığını kaybeden Norbert Hoffer, İngiltere UKİP lideri Frage, Hollanda’da Wilders ve İtalya’da Matteo Renzi bu durumun başka örnekleridir.

Sonuç olarak, Avrupa yıllar sonra yeniden bir karanlık dönemin içine girmiş bulunuyor. Önlenemezse eğer, bu karanlığın giderek daha da koyulaşması kaçınılmazdır.


 
§