9 Aralık 2016
Sayı: KB 2016/46

Kriz kapitalizmin ürünüdür, faturayı kapitalistler ödemelidir!
2017: İşçi ve emekçiler için mücadele çağrısı!
Saldırılara karşı direnen kamu emekçileri ile dayanışmayı büyütelim!
“Sonuna kadar gideceğiz!”
“Örgütü sokak anlamında büyütürsek kazanan KESK olacaktır!”
“Örgütlü bir güç ve mücadele için birliğimizi kurmalıyız”
Türkiye’de kimya sektörünün genel özellikleri
Kölelik düzeninin hüküm sürdüğü bir iş kolu: Tekstil
Ege İşçi Birliği Genel İşçi Meclisi toplandı
Birleşik Metal-İş’e Gebze’de OHAL yasağı
Metal işçisi kadınlar, sorunları ve talepleri
İşçi-emekçi kadın çalışmasına yüklenelim!
Kadınlar ve kapitalizmin vahşi yüzü
Yıldırım’dan kadın haklarına saldırı!
Geleceksizliğe mahkum olmayacağız!
Gençlik biat etmeyecek!
Rejim krizinin can simidi “yeni” anayasa
Kirli ve rantlı bir savaş!
İtalya referandumunda anti-faşist başarı
Koyu karanlık bir Avrupa’ya doğru…
Devrim ve sosyalizm kavgamızda yaşıyor
Krizin faturasını kapitalistler ödesin!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadınlar ve kapitalizmin vahşi yüzü

 

Burjuva basında Türk kadınına seçme seçilme hakkının 82. yıl dönümüne dair kutlama mesajları yayınlanırken, kadınların dövüle dövüle öldürüldüğü bir Türkiye gerçekliğini yaşıyoruz.

Türkiyeli işçilerin payına Siirt’te diri diri toprağa gömülmek, Adana’da gencecik insanlara el mahkum gittiği cemaat yurtlarında diri diri yanmak düşerken, seçme-seçilme hakkının 82. yıl dönümünde de bu ülkenin kadınlarına dövüle dövüle öldürülmek düşüyor.

Kapitalizmin vahşiliği Şehriban Elmas’ın ölümünden çok eşi ve eşinin ailesi tarafından sürekli olarak gördüğü şiddetle örülen yaşamıyla ortaya çıkıyor. Bir avuç azınlığın milyonları hizmetine koşturduğu, söz hakkının hele ki “kadın kısmına” hiçbir şekilde tanınmadığı bu eşitsiz sistem evlilik teklifini kabul etmeyen Tuğçe Uludağ’ın vurularak öldürülmesine yol açıyor.

2016 yılının ilk 11 ayına baktığımızda 241 kadın, sadece Kasım ayında ise 28 kadın cinayete kurban gitti.

Sıradan bir hal alan kadına yönelik şiddet vakaları, ekonomik-sosyal kriz koşullarında artış gösteriyor. Patronların çıkarları için başvurulan ve siyasal hak-özgürlüklerin kısıtlandığı, ekonomik, sosyal saldırıların hızlandığı OHAL sürecinde bu artış % 15 oranlarında seyretti. İşçi cinayetleri, çocuk ölüm ve istismarıyla paralellik gösteren kadın cinayetleri kapitalist krizin bir nevi sonuçları olarak karşımıza çıkıyor.

Kârın baz alındığı, toplumsal ihtiyaç ve faydanın gözetilmediği kapitalist sistem olağan durumlarda dahi emekçilerin yıkımıyla ayakta dururken, kriz koşullarında en asgari insani ihtiyaçlar dahi ortadan kaldırılmaktadır. Kapitalist sistemde çocuk, yaşlı bakımı, emek gücünün bir sonraki güne sermaye tarafından sömürülmesi için gerekli olan ihtiyaçların karşılanması ve ev hizmetleri kadın emeğinin hiçbir bedel ödenmeden kullanılmasıyla karşılanmaktadır. Bu çok yönlü sömürü koşulları ise kadını ikinci sınıf, eksik ve aşağı gören; çocuk doğurması ve ev hizmetlerini doğuştan onun görevi sayan pratik, hukuki ve kültürel düzenlemelerle meşrulaştırılmaktadır. Kadın emeğini çok yönlü olarak sömüren burjuva düzen kadına yönelik şiddeti de “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”, “dayak cennetten çıkmadır” vb. gerici yaklaşımlar üzerinde meşrulaştırmakta, dinsel gericiliği ise özel olarak kullanmaktadır.

İşçi sınıfı ve emekçilere yaşam hakkı tanımayan kapitalizm; kendi akibetinin tartışıldığı, krizler içerisinde debelendiği, pek çok ülkede savaş-saldırganlık politikası ve OHAL uygulamlarıyla ayakta durmaya çalıştığı bir dönemde kadın, çocuk ve işçi cinayetleri de kitlesel boyutlar almaktadır.

Devasa zenginliklerin kitlesel açlık, sefalet ve ölümlerle yaratıldığı, bunun emekçilerin kültürel olarak yozlaştırılmasıyla sürdürüldüğü bir toplumsal düzende en altta kalan kadınlar için taciz, tecavüz, her türlü şiddet yaşamının bir parçası olmaktadır. İşte bu nedenle toplumsal bir sorun olan kadın cinayetlerinin son bulması, sömürü düzeninin son bulmasıyla mümkün olacaktır.

 

 

 

 

Erkek olarak yaşamak zorunda bırakılan bir kadının hikayesi; Sisa Abu Dooh

 

Mısır’da sosyal yardımlaşma dernekleri “evin direği” yarışması düzenliyor. Bu yarışmada birinci erkek yerine bir kadın oluyor: Sisa Abu Dooh. Evin direği seçilen bu kadının hikayesi ise insanlık dışı bir yaşamı anlatıyor.

Sisa, 21 yaşında ve hamileyken evin geçimini sağlayan eşini kaybeder. Devlet yoksulluk maaşı bağlamaz. Açlık belasının hüküm sürdüğü bu acımasız dünyada kadın başına yaşaması da mümkün değildir, hem de dul bir kadın olarak. Hem çalışmak hem de tacizden korunmak için erkek kılığına girer Sisa. İnşaatlarda, temizlik işlerinde çalışır, duvar işçiliği yapar, ayakkabı boyar. Kızını evlendirdiğinde damadı dahi onun kadın olduğunu bilmemektedir. 43 sene boyunca erkek olarak çalışır. Bir süre sonra damadı yatalak kalır. Sisa’ya yine ekmek kapısı için yol görünür, inşaatlara gitmeye, boyacılık yapmaya devam eder. Sisa Abu Dooh, 64 yaşında ve hâlâ bir erkek olarak yaşamaktadır.

 

 

 

 

 

Başka dilde sevmek

 

Güneşin doğduğu topraklarda
Seni bekliyor olacağım.
Başka bir dilde sevmek için seni.
Barış geldiğinde ülkeme;
Bak gör nasıl seviyorum seni,
Bütün benliğimle,
Yalnız seni düşünerek,
Yalnız seni özleyerek.
Bir çocuk ağlıyor mu diye düşünmeden,
Bir kadın öldürülüyor mu diye düşünmeden
Yalnız seni düşünerek yaşamak istiyorum
Barış geldiğinde ülkeme.
Bu topraklara güneş ellerimizle doğacak
Ve bütün renkleri saçacak yer yüzüne
Yeşili, maviyi, sarıyı, aşkın rengi kırmızıyı,
Emeğin kızılını saçacak.
Bak gör o zaman nasıl seviyorum seni.

Kadını-erkeği birbirine düşman ediyorlar, asıl kan emicileri görmesinler diye.

5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü. Tam da bugün bir gazete haberi ilişiyor gözüme. Genç bir kadın imam nikahlı eşi tarafından fiziksel şiddete uğrayıp baygın bir vaziyette babasının kapısına bırakılıyor. Kadının toplumdaki yeri ne yazık ki kapı önü. Ya dövülerek ya öldürülerek kapı önüne konuluyor.

Kadın bütün dünyasını sevdiklerine göre şekillendiriyor. Bütün sevdiklerini küçük, bir o kadar da büyük dünyasına sığdırıyor. Sevdikleri için emek veriyor. Aile içinde yemek, temizlik, çocuk bakımı ve benzeri işler kadına yükleniyor. Çünkü kadın seviyor, sevgisini emek vererek gösteriyor. Kendisi için yaşamaktan vazgeçip sevdikleri için yaşıyor.

Fakat, kadın sevdiği için öldürülür, sevmediği için öldürülür, okumak istediği için öldürülür, evlenmek istemediği için öldürülür, yemek yapmadı diye öldürülür, gezmeye gitti diye öldürülür. Kadını öldürmek için bahaneye gerek de yok bu toplumda. Kadın olması yetiyor, kadınsa mutlaka bir suçu vardır. Yakınlarımıza duyduğumuz sevginin karşılığı ne yazık ki çoğu kadın için bu yazdıklarım oluyor. Erkekleri, kadına düşman eden, kötü davranmalarına ve hatta canını almalarına neden olan bu sistemin kendisi.

İş yerlerinde aşağılanan, önemsenmeyen, ailesini geçindirecek yeterli ücreti alamayan, bir evin ve insanın sorumluluğunu alacak olgunluğa erişmeden aile baskısı ile evlendirilen erkekler, ne yazık ki şiddete yöneliyor. Toplumda kendisini var edemeyen erkek evde eşine güç gösterisi uygulayarak kendi egosunu tatmin etmeye çalışıyor.

Erkekleri şiddete yönlendiren bu sistemi değiştirmek yine biz kadınların elinde. Eşinin kendisine çiçek almadığından yakınan kadın eşinin çiçeğe verecek parasının neden olmadığını, emek gücü karşısında neden yeterli ücret alamadığını ve erkeğin sevgi gösterisi olarak, incelik olarak çiçek almasının toplumda neden “kılıbıklık” olarak adlandırıldığını sorgulamalı. Kadın sorgulamaya başlarsa emekçi erkeklerle yanyana gelip mücadele etmeye başlayacak eşit ve özgür bir dünya için. İşte bu nedenle kapitalist sistem kadını, erkeği birbirine düşman ediyor. Asıl düşmanı, yani kendilerini bir lokma ekmeğe muhtaç eden kan emicileri görmesinler diye.

Deniz Tanya


 
§