28 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/40

Birleştirici tek seçenek devrimci direniş çizgisidir!
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu
Darbe fırsatçıları darbeleri soruşturamaz!
CHP tipi muhalefet!
Kürt halkının iradesi sınanıyor
Medya raporu: OHAL’de 118 kapatma, 56 tutuklama!
“Bütün sorunları işçi sınıfının bilinci ve mücadelesiyle çözebiliriz!”
“Uğur Konfeksiyon'a işçi kıyımı ne demekmiş göstereceğiz!”
Hakların ve geleceğin için kavgaya hazırlan!
Tırmanan siyasal gericilik ve zor döneme devrimci hazırlık
Yaşadıklarımız hesabı sorulmamış bir geçmiş olmayacak
Cumartesi Anneleri: Kaybedenleri affetmeyeceğiz!
Gözaltı ve azgınlaşan polis şiddeti
AÜ Hukuk Fakültesi’nde hukuk paneline “izin” yok!
Liseliler birliğe, okullar meclise!
Ya direniş, ya direniş!
"Bir araya gelmediğin sürece yokluğa mahkum edilmeye devam edersin"
“Patronlar nasıl birleşip işçi sınıfına savaş açıyorsa işçiler de birleşmelidir”
OHAL ipinde iki cambaz
Kartal İşçi-Emekçi Kadın Komisyonu buluşması
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yaşadıklarımız hesabı sorulmamış bir geçmiş olmayacak

 

Sermaye devletinin '90’lı yıllardaki kanlı suç çetelesi Mehmet Ağar’la birlikte anılmakta. O dönemdeki “faili meçhul” cinayetler, kayıplar, katliamlar ile ilgili sorulan sorulara “bin operasyon yaptık” diye cevap veren Ağar’ın sorumluluğu oldukça fazla.

Kendisinden yaşananlarla ilgili bilgi istendiğinde “duvardan bir tuğla sökülürse duvar çöker” diyen Ağar, konuşması halinde devletin yıkılacağını ima ediyordu. Zira işlenen suçlar öylesine büyüktü.

Bu nedenlerden ötürü Ağar’a dokunulamadı. Birkaç yıl önce kısa bir süreliğine misafir edildiği Aydın’daki otel-cezaevinde de zaten bu suçlardan yatmamıştı. Darbe girişimi nedeniyle Ağar bir kez daha gündeme geldi. Mecliste darbe araştırma komisyonunda açıklama yapan Ağar, işkence ve katliamların günahını çıkarmaya çalıştı. “Eline bıçak almamış insanları” işkence tezgâhlarından geçirdiklerini itiraf da eden Ağar, doğal olarak işkencede katledilmelerin, gözaltında kaybedilmelerin hesabını vermedi. Öte yandan, her dönem düzenin katliamlarını meşrulaştırmaya çalışan Ertuğrul Özkök de “Ağar devlet için çalıştı ama devlet onu yalnız bıraktı” diye Ağar’a sahip çıktı.

Ağar’ın geçmişin kanlı defterini tekrar açmasının altında hangi kirli emeller vardır bilinmez. Belki de bir kez daha konuşması halinde nelerin olabileceği konusunda mesaj vermek istemiş, böylece kendini güvenceye almak istemiştir. Ancak nedeni her ne olursa olsun Ağar’ın söyledikleri katliamcı bir devletin gözü döndüğünde, rejim tehlikeye girdiğinde neler yapabileceğini göstermiştir. Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de sergilenen vahşet devletin kanlı refleksidir. Bugün yeniden gündeme gelen Ağar, devletin değişmeyen yüzüdür. Şu anki rolü ne olursa olsun gerçek budur. Ağar, yerini en az kendisi kadar kana bulaşmış yeni devlet görevlilerine bırakmıştır.

Ağar’ların terör estirdiği zamanlarda Fırat’ın ötesi kaçırılıp kaybedilen insanların gömüldüğü kayıplar mezarlığına dönmüştü. Vaktiyle toplu mezarların açıldığı kentlerde şimdi de taş üstünde taş kalmamakta, kentler harabeye dönmektedir. Yargısız infazların, güpegündüz cinayetlerin işlendiği kentlerin orta yerinde, şimdilerde IŞİD gibi tetikçiler tarafından bombalar patlatılmakta, insanların canına kıyılmaktadır. O gün de hak ve özgürlükler yoktu, bugün de yok.

Fakat tüm bu yaşananlar, hesabı sorulmamış bir geçmiş olmayacak. Yaşanmış tüm katliamlar, Ağar’ın benzetmesiyle tuğla tuğla çekilip aydınlatılacak, çöken devlet enkazının altında Ağar gibi daha nicesi kalacaktır. Gelecek nesiller Ağar gibilerini unutmayacak, lanetle hatırlayacaklardır. Çünkü katiller mezarlığının yanı başına asılacak olan levhada işledikleri insanlık suçlarının, yaptıkları katliamların, işkencelerin tarihleri yazıyor olacak.

 

 

 

 

Valilikten polis terörüne onay

 

Gezi Parkı protestoları ile başlayan Haziran Direnişi’nde polisin attığı plastik mermi nedeniyle tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın davasında İstanbul Valiliği polis terörüne onay vererek Sarıkaya’yı suçladı.

Sarıkaya’nın açtığı tazminat davasına valiliğin gönderdiği dilekçede, Sarıkaya’nın “dikkatsiz ve özensiz davranarak, güvenlik çemberi dışındaki bölgeye gittiği ve sonucu kendi iradesiyle göze aldığı” ileri sürüldü. Tek gözünü kaybeden Sarıkaya’nın zararına ilişkin “somut bir belge” sunmadığı ve açtığı tazminat davası ile “haksız zenginleşmeye” neden olacağı iddia edildi.

Valiliğin dilekçesinde olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilerek şöyle denildi: “Davacı gösterici grupların güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirdiği fiili saldırı sırasında veya başka bir sebeple yaralanmış olabilir. Davacı Gezi Parkı ve civarında eylemler olduğunu bilmektedir. İdare tarafından her türlü uyarı ve ikaz yapılmasına rağmen iş veya ikamet adresi olmadığı halde eylemlerin olduğu Gezi Parkı ve civarına gitmiştir. Basın yayın organlarınca yapılan uyarılara rağmen davacı dikkatsiz ve özensiz davranarak güvenlik çemberi dışındaki bölgeye gitmiş ve sonucu kendi iradesi ile göze almıştır.”

Sarıkaya’nın mahkemeye somut delil sunmadığı savunulan dilekçede, şu ifadeler kullanıldı: “Davacının uğramış olduğu zararların ve yaptığı harcamaların açık ve net şekilde ispatlanarak ortaya konulması gerektiği açıktır. Ancak davacı maddi tazminat taleplerine işe giriş-çıkış belgesi, aldığı maaşı gösterir belge, zararı gösteren fatura gibi kesin ve somut bir belge sunmamıştır. Manevi tazminat, hukukumuzda kabul edildiği üzere tatmin aracıdır. Sembolik olduğu söylenen manevi tazminat tutarının maddi kazanç elde etmeye yönelik olduğu açıktır. Davacının manevi tazminatı zenginleşme aracı olarak kullanması kabul görmemelidir. Talep edilen miktar fahiştir.”

Valiliğin savunmasına tepki gösteren Erdal Sarıkaya ise, “O gün polis çevrenin ve halkın güvenliğini almadan saldırdı. Bir gözün bedeli para ile ölçülebilir mi? Ben gözümü kaybettim daha nasıl somut belge sunayım? Hukuka güvenim bitti. Onların vereceği para umurumda değil. Ben sadece o polislerin cezalandırılmasını istiyorum. Anayasa Mahkemesi’ne, sonra da AİHM’e başvuracağım” dedi.

 

 

 

 

Uğur Kurt’u öldüren polis yine tutuklanmadı

 

22 Mayıs 2014’te Berkin Elvan’ın öldürülmesini protesto için yapılan eyleme yönelik polis saldırısı sırasında, Okmeydanı Cemevi’nde bir cenaze törenine katılan Uğur Kurt’un katili polis Sezgin Korkmaz’ın yargılandığı davanın duruşması 25 Ekim’de görüldü.

İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya katil polis katılmadı. Kurt ailesinin avukatı Turgut Kazan, katil polisin doğrudan veya olası kastla sorumluluğu olduğunu belirterek tutuklanmasını talep etti.

Uğur Kurt’un eşi Narin Kurt ve babası Kemal Kurt da katil polisten şikayetçi oldu.

Savcı Ekrem Şakar da duruşmada açıkladığı mütalaada katil polis Sezgin Korkmaz’ın gaz bombası, plastik mermi veya FN silahı ile müdahale edip uzaklaştırma alternatifini düşünmeyerek beylik tabancasıyla eylemcilere ateş ettiğini, olayla hiç alakası olmayan cemevi avlusunda tanıdığının cenazesini bekleyen Uğur Kurt’un başından vurularak ölümüne neden olduğunu belirterek sanığın bu tehlikeyi görmesine rağmen ateş etmekten kaçınmamasının, ne olursa olsun demesinin, olası kastla hareket ettiğini gösterdiğini kaydetti.

Savcı, katil polisin olası kastla ölüme sebep olmak suçundan cezalandırılmasını, adli emanette bulunan 13 adet mermi kovanının imhasını, Uğur Kurt’a ait giyim eşyalarının mirasçılarının isteği üzerine iadesini istedi.

Mahkeme heyeti ise mütalaaya karşı katil polisin avukatlarının savunma yapması için süre verdi. Katil polis hakkındaki tutuklama talebini de reddederek duruşmayı erteledi.


 
§