28 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/40

Birleştirici tek seçenek devrimci direniş çizgisidir!
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu
Darbe fırsatçıları darbeleri soruşturamaz!
CHP tipi muhalefet!
Kürt halkının iradesi sınanıyor
Medya raporu: OHAL’de 118 kapatma, 56 tutuklama!
“Bütün sorunları işçi sınıfının bilinci ve mücadelesiyle çözebiliriz!”
“Uğur Konfeksiyon'a işçi kıyımı ne demekmiş göstereceğiz!”
Hakların ve geleceğin için kavgaya hazırlan!
Tırmanan siyasal gericilik ve zor döneme devrimci hazırlık
Yaşadıklarımız hesabı sorulmamış bir geçmiş olmayacak
Cumartesi Anneleri: Kaybedenleri affetmeyeceğiz!
Gözaltı ve azgınlaşan polis şiddeti
AÜ Hukuk Fakültesi’nde hukuk paneline “izin” yok!
Liseliler birliğe, okullar meclise!
Ya direniş, ya direniş!
"Bir araya gelmediğin sürece yokluğa mahkum edilmeye devam edersin"
“Patronlar nasıl birleşip işçi sınıfına savaş açıyorsa işçiler de birleşmelidir”
OHAL ipinde iki cambaz
Kartal İşçi-Emekçi Kadın Komisyonu buluşması
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tırmanan siyasal gericilik ve zor döneme devrimci hazırlık


Kapitalist sistem ekonomik, sosyal, siyasal boyutları olan yapısal bir kriz içerisinde. Dün tarihin sonunu ilan eden, kapitalizmin ebediliği üzerine dem vuran burjuva ideologlar bile gelinen süreçte krizin derinliği ve kapsamı karşısında korkularını gizleyemiyorlar. Zira, düne kadar krizi yönetme konusunda kullanılan yöntemlerin giderek ömrünü tükettiğini, bu durumun sistem açısından ciddi bir tehlike sinyali olduğunu onlar da biliyorlar.

Krizin dolaysız bir sonucu: Siyasal gericilik

Yıllardır krizin faturasını bir dizi yöntemle emekçilere ödeten ve bu yolla genel bir çöküşün önüne geçmeye çalışan burjuvazi, artık işlerin eskisi gibi kolay gitmeyeceğinin farkında. Zira sistemin yapısal zaafları her geçen gün derinleşiyor, çelişkiler yoğunlaşıyor. Krizin yükü arttıkça emek ile sermaye arasındaki çelişki keskinleşiyor. Bu olgu yeni sınıf mücadelelerinin önünü açarken, dünyanın birçok yerinde gelişen sınıf-kitle hareketleri burjuvazinin korkularını büyütmeye yetiyor.

Öte yandan, küresel krizin dolaysız etkileri ile sistemin iç çelişkileri de giderek yoğunlaşıyor. Emperyalistler arasında süren hammadde ve dünya pazarına egemenlik kavgası Suriye ve Ukrayna örneğinde olduğu gibi giderek sert ve yıkıcı biçimler alıyor. Dünya olaylarının bu genel seyri içerisinde, siyasal gericilik emperyalist burjuvazi için temel bir eğilim olarak öne çıkıyor. Bir diğer ifadeyle burjuvazi dünya ölçeğinde sert sınıf mücadelelerine hazırlanıyor.

Bütün bu gelişmeler TKİP III. Kongre Bildirisi’nde şu sözlerle özetleniyor:

Bugün için ekonomik kriz boyutu öne çıkmış olsa da, kapitalist dünyanın krizi gerçekte çok boyutlu bütünsel bir niteliğe sahiptir. Emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımı, bunun da etkisiyle emperyalist nüfuz mücadelelerinin kızışması, militarizmin, saldırganlığın ve savaşın dizginlerinden boşalması, tüm dünyada her biçimiyle burjuva gericiliğinin depreşmesi, emperyalist metropollerde bile polis devletine geçişin genel bir eğilim halini alması vb., tüm bunlar kapitalist dünyanın içinde debelendiği çok yönlü krizin yansımalarıdır.”

Kriz coğrafyasının göbeğinde

Dünya kapitalizminin girdiği bu süreç, kendisi de krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmini her açıdan etkiliyor, dahası iç ve dış politikalarını dolaysız olarak belirliyor. Zira Türkiye, ekonomik, siyasi ve askeri açılardan emperyalist dünya ile çok yönlü bağımlılık ilişkileri olan bir ülke. Dahası rejim krizi, dış politika alanında yaşanan iflaslar, Kürt sorunu gibi kendine has ciddi açmazlarla yüz yüze.

Türkiye kapitalizmi sosyal ve ekonomik açıdan da ciddi sorunlar yaşıyor. TKİP V. Kongresi Türkiye kapitalizminin bu cephelerde yaşadığı sorun alanlarını şu şekilde tanımlıyor:

Krizin ekonomik ve sosyal boyutları daha iyi bir görünüm sunmuyor. ‘Sıcak para’ya ve dış borca endeksli kapitalist ekonomide sorunlar gitgide çoğalmaktadır. Kronik bütçe ve dış ticaret açıkları her zaman olduğu gibi katlanarak büyüyen dış borçlarla karşılanabilmektedir. Dış politikada yeni boyutlar kazanmış çöküntünün ekonomiye muhtemel ağır faturası, düzen çevrelerinde yakın geleceğe yönelik kaygıları ayrıca büyütmektedir. Büyüyen işsizlik, artan yoksulluk, derinleşen gelir uçurumu (bir yanda sayısı artan dolar milyarderleri, öte yanda yoksulluk sınırı altında yaşayan otuz milyon insan!), ekonomik ve sosyal hakların sonu gelmeyen budanması ise, genel tabloyu sosyal kriz yönünden tamamlamaktadır.” (TKİP V. Kongre Bildirisi)

Tüm bu olgular bir arada, Türkiye’de yaşanan siyasal gericiliğin, günbegün tırmandırılan faşist politikaların arka planını oluşturuyor.

Zor döneme devrimci hazırlık!

İçerisinden geçmekte olduğumuz çok yönlü bunalım döneminde emperyalist burjuvazi her açıdan saldırgan bir çizgi izliyor. Bu yönüyle gelişmeler, 1929 bunalımını izleyen dönemde emperyalist kapitalizmin Hitler faşizmini kucağında büyüttüğü ve dünya halklarının başına musallat ettiği süreçle birçok açıdan benzeşiyor.

Zira dünya ölçeğinde savaş tamtamları daha bir güçlü çalıyor ve tek tek kapitalist ülkelerde polis rejimine geçiş hız kazanıyor. Bugün demokrasinin beşiği sayılan Fransa bile OHAL’le yönetilebiliyor. İşçi sınıfı ve emekçilere yönelik gerici faşist kuşatma her geçen gün derinleştiriliyor. Emperyalist metropollerde faşist akımlar güç kazanıyor.

Özellikle emperyalist metropollerde faşist akımların güç kazanması, sistemin çok yönlü krizinin en dolaysız göstergelerinden biridir. Kapitalist krizin yıkıcı etkileri altında hoşnutsuzluğu artan ve gelecek güvensizliği büyüyen kitleler, devrimci bir çıkış alternatifinin geliştirilemediği koşullarda, umutsuzluğa kapılmakta ve kolayca faşist akımların tuzağına düşebilmektedirler. Bu, özellikle günümüz Avrupa’sında, halen en ciddi ve gelecek bakımından en tehlikeli siyasal olgulardan biridir. Sistemin yönetenleri, tüm ikiyüzlü söylemlerine rağmen, zeminini bizzat düzledikleri bu gelişmeye gerçekte çok yönlü bir imkan olarak bakmakta, nitekim daha bugünden ondan gereğince yararlanmaktadırlar. Bir yandan bu alandan gelen güncel basıncı baskıcı politika ve önlemlerini uygulamaya geçirmenin bir bahanesi olarak kullanmakta, öte yandan bu faşist akımları ağır kriz dönemleri için bir alternatif olarak yedekte tutmaktadırlar.” (TKİP V. Kongre Bildirisi)

Durum Türkiye açısından da farksız. İşçi ve emekçilerin boynundaki kölelik zincirleri günbegün kalınlaşırken, faşist baskı ve zorbalık dizginlerinden boşalmış durumda. Özellikle darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte saldırılar daha da boyutlanıyor. Özetle burjuvazi, bütün bir toplumu zapturapt altına almak için saldırganlıkta gemi azıya almış bulunuyor.

Komünistler yeni tarihsel dönem tespitini yaparken, bu dönemin öne çıkan görevini fırtınalı süreçlere “devrimci hazırlık” olarak tanımlamışlardı. Söz konusu hazırlığın ilk ve en kritik ayağını devrimci örgüt ve mücadele alanında katedilmesi gereken mesafe oluşturuyor. Zira içerisinden geçilen sürecin zorluklarını böylesi bir örgütsel gelişme yaşamadan göğüslemek mümkün değil. Zira, konumunu devrimci örgüt zemini üzerinden güvencelemeyen, devrimci mücadelenin gerektirdiği örgütsel (kadrosal) donanımdan yoksun olan ve sert sınıf mücadelelerinin gerektirdiği bir savaşım kapasitesine sahip olamayanların bir geleceği olamaz. Bu açıdan darbe girişimi sürecine bakmak bile yeterlidir. Düne kadar iktidarın doruklarına birlikte yürüyenlerin kendi aralarındaki çıkar çatışması kızıştığında birbirlerine neler yaptıkları ortada. Rejim krizi üzerinden kavgaya tutuşan gerici klikler, ellerindeki bütün şiddet aygıtlarını sonuna kadar kullanmakta bir beis görmediler. Devrimci bir sınıf hareketi karşısında çok daha pervasızlaşacakları ve varlık yokluk savaşına girecekleri açıktır.

Fırtınalı süreçlere devrimci hazırlığın bir diğer önemli ayağını ise, sınıf içerisinde mevzilenmek ve bu mevzilere dayalı olarak devrimci bir sınıf hareketinin önünü açmak oluşturuyor. Greif ve Metal Fırtınası gibi yakın dönem gelişmeleri bunun imkanlarının giderek artacağını gösteriyor.

Bu olgunun farkında olan sermaye devleti, Greif Direnişi'nin hemen ardından, metal sürecininse ön günlerinde “işçi eylemleri radikalleşiyor” tespitini yapmıştı. Kapsamlı sosyal yıkım programını devreye sokmak için fırsat kollayan sermaye devletinin, burjuvazi açısından giderek belirginleşen bu tehlikeyi bertaraf etmek için her türlü yöntemi devreye sokacağı açıktır.

***

Gelişmeler gösteriyor ki, her açıdan zorlu bir dönemden geçiyoruz. Komünistler olarak bütün bu olup bitenlerin “bunalımlar ve savaşlar” döneminin olağan seyri içerisinde cereyan ettiğini biliyor ve şaşırmıyoruz. Evet, can çekişen emperyalist kapitalizm dünyamızı büyük bir yıkıma doğru sürüklüyor ve bu gidişe dur diyecek yegane güç örgütlü-devrimci işçi sınıfıdır. Dolayısıyla, sınıfı örgütlemek, devrimci sınıf çizgisine kazanmak yaşamsal bir öneme sahiptir.

Bu bilince sahip olan komünistler olarak, zor dönemin önümüze çıkardığı temel tarihsel sorumlulukları yerine getirmek için adımlarımızı hızlandıralım!

(TKİP Merkez Yayın Organı EKİM'in EKİM 2016 tarihli 304. sayısından alınmıştır)

 

 

 

 

TKİP V. Kongresi sunumlarından

Devrimci örgüt sorunu

 

- İllegal temellere dayalı devrimci örgüt sorunu, tam da yaşamsal bir ihtiyaca dönüştüğü bir dönemde, ana gövdesiyle Türkiye solunun gündeminden çıkmış bulunmaktadır. Gerçekte bu salt Türkiye’ye özgü bir durum da değildir. Dünya ölçüsünde de solun bu alanda büyük bir yıkım yaşamış bulunduğu ortadadır. İllegal temellere dayalı ihtilalci örgüt anlamında leninist örgüt anlayışı bir yana bırakılmıştır; en iyi durumda, geride kalmış tarihsel bir aşamanın artık eskimiş bir ürünü sayılabilmektedir. Solun etkisi altındaki kitleler içinde örgütsüzlük ve sol saflarda örgütsel liberalizmin her türlüsü egemen durumdadır. İşçi sınıfının tarihsel devrimci rolünü başarıyla yerine getirebilmesinde ve genel olarak toplumsal devrimin zaferinde tayin edici bir öneme sahip devrimci örgüt fikri artık genel bir ilgisizlikle, hatta yer yer küçümsemeyle karşılanmaktadır.

Bunu 1980’lerden başlayarak neredeyse otuz yıl boyunca tüm dünyaya egemen olan büyük gericilik dalgasının bir ürünü, dünya çapında burjuvazinin ideolojik, politik, kültürel ve fiziki saldırılarının bir başarısı saymak gerekir.

- Oysa girmiş bulunduğumuz yeni dönem, pratik ve teknik olarak çağın gelişmelerine ayak uydurabilen devrimci örgütü her zamankinden daha acil ve yakıcı bir ihtiyaç haline getirmiş bulunuyor. Zira kapitalizmin halihazırdaki büyük buhranına, bunun şiddetlendirdiği emperyalist hegemonya krizine ve bu ikisinin ivmelendirdiği proleter kitle hareketleri ile halk isyanlarına rağmen, devrimci önderlik boşluğu dünya burjuvazisine geniş bir inisiyatif alanı bırakmaktadır. Tunus ve Mısır’daki halk isyanlarından bu yana yaşanan gelişmeler, özellikle Ortadoğu’yu boydan boya kesen, Afrika ülkelerinde süreğenleşen vahşet ve boğazlaşmalar, çarpıcı örnekler olarak karşımızda durmaktadır. Devrimci önderlik boşluğu, yılların birikimi üzerinden cereyan eden kitlesel patlamaların emperyalizm ve onun hizmetindeki işbirlikçi burjuvazi tarafından belirgin bir kolaylıkla kontrol altına alınabilmesi ve saptırılabilmesi bağlamında, genel olarak gericiliğe geniş bir hareket alanı anlamına gelmektedir. Ve devrimci önderlik boşluğu, sorun temelde ideolojik ve politik nitelikte olmakla birlikte, bunun ayrılmaz bir parçası olarak kurulu düzenin denetimi dışında konumlanmış devrimci temellere dayalı bir örgüt olmaksızın doldurulamaz.

- Gene içinde bulunduğumuz dönem, ihtilalci örgütlenmenin özel bir boyutunu ayrıca önemli hale getirmektedir. Bu, militan-savaşçı örgüt ve haliyle kadro sorunudur. Nereden bakılırsa bakılsın, günümüz dünyası ve Türkiye’si, genelleşen bir şiddet sahnesine dönüşmüş durumdadır. Dönemi karakterize eden, tepeden tırnağa savaş ve saldırganlık, baskı ve şiddettir. Teknik ilerlemenin ve teknolojik alandaki sıçramalı gelişmelerin burjuvazi tarafından ilk kullanım alanı, dahası çoğu durumda bizzat kaynağı, silah sanayii, güvenlik ve polis devletinin tahkimatıdır.

İlkin vahşet boyutuna varan şiddet olgusunun ve ikinci olarak burjuva devlet aygıtının tahkim edilmesinin aşırı düzeye vardığı bir dönemde, militan-savaşçı kimliğini geliştirip pekiştirmeyen bir örgütün, devrim mücadelesine önderlik edebilmek bir yana, devrimci niteliğini koruyarak ayakta kalması bile olanaksızdır.

Militan-savaşçı kimliğin geliştirilip pekiştirilmesinde bilinç açıklığı ne derece ileri olursa olsun, son kertede belirleyici olan, somut yönelimler, pratik tercih ve tutumlardır. Daha somuta indirgersek, güçlerini askeri ve teknik olarak donatıp eğitmeyenin, militan eylemi ve pratiği olmayanın, kadrolarını böylesi pratiklerin içine sürmeyenin militan-savaşçı niteliğinin gelişmesi imkansızdır. Bunu kitle şiddetinin öne çıktığı patlama dönemlerindeki olanakları-koşulları değerlendirmeye ertelemek, böylesi dönemlerin üstesinden gelecek, daha açık ifadeyle kitle şiddetine doğru taktiklerle bilinçli ve örgütlü biçimler verecek bir önderlik yeteneğinden de yoksun kalmak demektir.

- Dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek devrimci bir örgüt şüphesiz ki ancak denetim dışı, daha geniş anlamıyla illegal temeller üzerinden var olabilir. En basitinden savaşçı-militan kimliğini tahkim edecek pratikler bile, denetleme-dinleme-takip olanaklarının (özelde teknolojinin) bu denli gelişkin olduğu günümüzde, ancak denetim dışı bir örgütsel omurgayla mümkün olabilir. Zira tersi durumda, her şeye rağmen gerçekleştirme iradesi gösterilebilse bile, askeri-militan her eylem ve pratik, örgütsel sürekliliği, dolayısıyla siyasal çalışmayı sekteye uğratma riskini geometrik olarak katlayacak, bu ise genelde olduğu üzere adım atmaktan alıkoyan bir pranga işlevi görecektir.

- Çelişkilerin keskin bir şekilde kendisini dayattığı Türkiye gibi bir devrim toprağında, düzenin dönemsel dalgalanmalardan başka bir anlamı olmayan gevşemelerine kapılmak, tekrar tekrar görüldüğü üzere, ölümcül bir hatadır. Bunun için illa 12 Mart, 12 Eylül gibi çıplak faşist darbe dönemlerini anımsamak bile gerekmiyor. Somut tabloya bakıldığında açık yüreklilikle teslim edilecektir ki, burjuva güç odakları arasındaki siyasi iktidar kavgasının gerektirdiği durumlarda bile, burjuva düzenin tüm işleyişi, kurumsal yapısı ve hukuksal görüntüsü kolayca paçavraya dönüşebilmektedir. En son örneğini yeni savaş ve saldırganlık politikasının uygulanışında görmekte olduğumuz gibi, düzenin denetimini aşmayan örgütlenmelerin siyasal faaliyet sürekliliği tümüyle düzenin insafına, daha doğru bir ifadeyle tercihlerine kalmaktadır.

(TKİP V. Kongresi'nin "Devrimci örgüt" başlıklı sunumundan kısaltılmıştır.)

Kaynak: www.tkip.org


 
§