19 Ağustos 2016
Sayı: KB 2016/31

Tek yol direniş, tek yol devrim!
Dinci iktidarın dış politikada çöküşten çıkış arayışı
AKP’nin karanlık planları ve devrimci sorumluluklar
İşçi sınıfı anti-emperyalist mücadelede onurlu yerini almalıdır
“Ya darbe başarılı olsaydı?”
Devlet Mezarlığı’nda yatan bir darbeci: Kenan Evren
Düzen demokrasisi
Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma törenlerinin gösterdikleri!
Özgür Gündem’e kapatma saldırısı ve polis baskını
Kirli savaşa ilişkin torba yasa
TKİP V. Kongresi sunumlarından... - Kamu emekçileri hareketi
Tofaş’taki kıyımla açığa çıkan gerçekler!
OHAL’de işçiler hakları ve gelecekleri için direniyor
Kot taşlama işçileri Silikozis’le katlediliyor
Filler tepişir çimenler ezilir
Tekstil sektöründe kadın işçilerin durumu
Meslek liseleri sömürünün “amiral gemisi” olacak!
Almanya’da yeni saldırı yasaları hazırlığı: Gerçek hedef ilerici ve devrimci güçlerdir
İspanya’nın kızıl çiçeği: Federico Garcia Lorca!
Onurlu sanatçının yeri işçi sınıfının mücadele saflarıdır
Sacco ve Vanzetti’nin zaferi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tekstil sektöründe kadın işçilerin durumu

 

Tekstil sektöründe kadın işçiler yoğunluktadır. Bu sektörün sömürüsü ise çok daha yoğundur. Söz konusu kadın işçiler olduğunda karşılaştıkları zorluklar katlanıyor.

Yaz dönemi çalışması için “Haydi fabrikalara” çağrısı ile bir tekstil atölyesinde çalıştım. Bu yazıda kadın işçilere dikkat çekeceğim.

Servisteyken kadın işçilerle sohbetlerimiz dönüp dolaşıp çocuklarına geliyor. Mesailerle beraber on dört saat çalışan işçiler, çocuklarını görememekten şikayet ediyorlar. Biri anneanneye bırakıyor, diğeri komşuya bırakıyor çocuğunu. Çalıştığım bölgede kreş varmış bir tane ama ücretli ve pahalı, aynı zamanda güvenemiyorlar. Birçok kadın işçi kendi emeğini ek gelir olarak gördüğü için borçlar bir bitsin çıkacağım, çocuğuma, evime bakacağım diyor. Düzenin dayattığı roller üzerinden bakıyorlar hayata.

Bir gün yemekhanede oturmuş sohbet ediyorduk arkadaşlarla. Ben salatalık getirmiştim. Yanımda oturan kadın işçiye uzattım, bana hissettin mi dedi, neyi dedim, anne olacağımı. Meğer hamileymiş. Oradan sohbeti açtım. Yedi buçuk aylık hamileymiş, on beş gün sonra işten ayrılacakmış. Atölye yalnızca iki ay ücretli izin veriyor, kendisi de doğumdan önce bir ay doğumdan sonra bir ay olarak planlamış. İhtiyaç var diye halen çalışıyor. Bunları anlatırken aklımdan şunlar geçiyor; yan atölyede hamile bir işçi de doğuma az bir süre kalana kadar çalışmaya devam etmişti. Bebek, doğduktan altı ay sonra yaşamını yitirmişti. Nedeni açık, bebeğin bağışıklığı zayıftı. Anne, çalışma koşullarından kaynaklı sağlıklı bir hamilelik dönemi geçirememişti. Çalıştığından dolayı bebeğine yeteri kadar anne sütü verememişti. Sistemin katil olduğunu düşünürken, yanımdaki kadın işçiye de ücretli iznin azlığından, kreşin, emzirme odalarının eksikliğinden, çalışma ortamının sağlıklı olmayışından bahsetmeye başladım. Bunların kazanılmış hak olduğunu söyledim. İlk defa benden duyuyormuş. Kadın işçilerin, haklarından haberleri yok.

Çalışma ortamı çok tozlu, işçilerin genelinde akciğer sorunu var. Mersin’in yakıcı sıcağında atölyede ne pervane ne de klima var. Makinelerin de sabahtan akşama kadarki gürültüsü ile iyice zorlaşıyor çalışmak. Her işçi hızlı olmak zorunda, büyük bir makinenin nefes alan parçaları gibiymişiz gibi hissettiren bu ortamda, hele hamile bir şekilde çalışmak daha da zor.

İş ortamında küfürler havada uçuşuyor. Küfürlerin genelinin kadın bedeni üzerinden olduğunu söylememe gerek yok. İşin stresinden kaynaklı işçiler arasında tartışmalar yaşanıyor. Patron iş yetişmiyor kârına kâr katamıyor diye şefleri azarlıyor, şefler işçilere hakaret ediyor, işçiler de birbirine kızıyor. Kadın işçilerin payına da en çirkin sözler düşüyor.

Bir gün atölyede çalıştığımız bir an kavga çıktı. İş eksik geldiği için işçi elindeki kumaşları diğer işçinin suratına fırlattı, onu itti ve üzerine yürüdü. İtilen, yere düşürülen kadın işçiydi. Kavganın kendisini anlatmayacağım, şunu belirtmek istiyorum: Şef geldiğinde olayın ne olduğunu sormadan kadın işçinin kolundan sıkıp, onu dışarı çıkarttı. Kimin haklı olduğundan bağımsız, erkek egemen zihniyetin öğrettikleri ile kadın hep haksızmış gibi davrandı şef. İşçiler sonraki günlerde aralarında konuşurken, kadın işçiyi kötülediler, “o da cevap vermeseydi” dediler. Orada tartışma açtım. İtilmiş kakılmış bir insan nasıl karşılık vermesin? Kendisini savunmasın mı, işçi kadın olduğu için mi sussun? Bunları tartıştıkça hak verdiler. Ne yazık ki temel algı, öğretilmiş olan, kadının ikinci planda kalması.

Kadın işçiler iş ortamının yorgunluğu üzerine bir de ev işlerini yaparak çifte sömürü koşullarında yaşıyor. Kadın işçilerin şikayet ettikleri en büyük sorun alanlarından biri ev işleri. Toplu yemekhanelerden, toplu çamaşırhanelerden, bunların yapılabilir olduğundan bahsedince önce olmaz diyorlar, sonra olsa ne güzel olur diyorlar. Ev işlerinin, çocuk bakımının, yaşlı, hasta bakımının toplumsallaştırıldığı bir düzenden bahsedince bunlar sadece hayal diyorlar.

Ama bu bir gerçek. Çalışma koşullarının iyileştirildiği, çalışma saatlerinin yedi saat olduğu, zorla mesainin olmadığı, resmi tatillerde ücretli izin, yıllık izin, hamile kadınların çalışmak zorunda kalmadığı, çocukların ücretsiz kreşlerde büyüdüğü, emzirme odalarının olduğu, ev işlerinin toplumsallaştırıldığı, insanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücretin olduğu, iş güvencesinin sağlandığı, sigortaların tam yatırıldığı yarınlar için tek bir yol var: Kadın erkek bütün işçilerin sermaye düzenine karşı mücadele etmesi!..

Mersin’den bir DGB’li

 

 

 

 

Kadına yönelik şiddete devletin yanıtı: Kaç kurtul!

 

Kütahya Tavşanlı’da Ümmühan isimli kadının kocasının baskı ve şiddetine maruz kalması, ardından polise ve yargıya yaptığı başvurularında “kaç kurtul, bir şey yapmadan biz bir şey yapamayız” yanıtıyla karşılaşması ve sonrasında da kocası tarafından vurulması kadına yönelik şiddetin tırmanmasında Türk sermaye devletinin rolünü bir kez daha gözler önüne serdi.

Polis: Bir şey yapsın ondan sonra bakarız

Ümmühan kocasının yalanları, şiddeti ve tehditleri nedeniyle ayrılmak istediğini söyleyince baskıların arttığını ve darp edilip hastanelik olduğunu ifade etti. Buna karşı elinden geleni yaptığını söyleyen Ümmühan, polise ve yargıya başvurduğunda “Şimdi bir şey yapamayız. Yapsın, ondan sonra bakarız” yanıtı aldığını belirtti. Sonrasında kocasının silahlı saldırısına uğrayan Ümmühan 4 yerinden vuruldu. Kurşunlardan biri omurgasına geldiği ve felç kalma ihtimali olduğu için çıkarılamazken saldırının ardından şikayette bulundu ve dava açıldı.

Dava sürecinde de kocasının ve ailesinin “davadan vazgeçmesi” yönünde tehditleri devam ederken bu süreçte de koruma talebi geri çevrildi. Dava süreci sonunda 12 yıl 8 ay hapis cezası alan kocası ise “iyi hal indirimi” ile yarı açık cezaevine nakledildi ve iki yıl sonra da serbest bırakıldı.

Mağdur kadına devletten “kaç” önerisi(!)

Kocası cezaevindeyken boşanma davası sonuçlanırken, kocası mektuplarla tehditlerini sürdürdü. Koğuş arkadaşına para karşılığında Ümmühan’ın iş yerini soydurttu. Bunun ardından da yargıya gittiğini söyleyen Ümmühan, dava talebinin, evli oldukları için hırsızlık kapsamına girmediği bahanesiyle mahkeme tarafından reddedildiğini ifade etti. Polisin “Git, kendine başka bir yerde, yeni bir hayat kur!” dediğini söyleyen Ümmühan, omurgasındaki kurşunla birlikte kaçmak zorunda kaldığını ve bir sığınma evinde yaşadığını belirtti. Ümmühan, devletten kimliğinin karartılması talebinin de hala yerine getirilmediğini ifade etti. Sığınma evi koşullarının yarı açık cezaevi gibi olduğunun altını çizen Ümmühan devlete tepkili olduğunu vurguladı.


 
§