20 Mayıs 2016
Sayı: KB 2016/19

Yeni fırtınalara hazırlanalım!
Kirli savaş yeni boyutlar kazanıyor
Kapitalizmin “fıtratı”: Çocuk istismarı
Yeni başbakan eski rota!
Dokunulmazlık tartışmaları üzerine…
Metal fabrikalarında işçi kıyımı sürüyor!
MİB MYK Mayıs Ayı Toplantısı
Asıl suçlu kim?
Kastaş işçileri direnişi anlattı
İşçi öğüten çark çekiç darbelerimizle un ufak olacak
TKİP V. Kongresi sunumlarından... Devrimci örgüt sorunu
Venezuela’da sağcı Amerikancılar saldırıya geçti!
Göçler, mülteciler, sorunlar ve sorumlular - 3
Syriza: “Umudun ve çözümün’’ partisinden ihanet partisine
Fransa’da mücadele sertleşiyor
Tarihsel gerçekler ve sosyalizmin üstünlüğü
İnsani Yardım Zirvesi: Burjuvazinin ikiyüzlülüğü
Tacize, mobbinge ve sömürüye karşı ses ver!
Hastalıklı çamurda sağlıklı çayır yetişmez!
Hapishaneler ve devrimci tutumumuz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hapishaneler ve devrimci tutumumuz

Evrim Erdoğdu*

 

Sermaye düzeni sınıf ve kitle hareketini bastırmak ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak amacıyla toplumsal muhalefete yönelik dizginlerinden boşalmış bir faşist devlet terörü uyguluyor. İşçi-emekçileri savaş ve saldırganlık politikalarına yedeklemek için milliyetçi-şoven kuşatmayı tırmandırıyor ve sınıfa tam anlamıyla bir kölelik düzeni dayatıyor. İşçi sınıfının dünya ölçeğinde burjuvaziden büyük bedeller ödeyerek söküp aldığı kazanımlar yok edilmeye çalışılıyor.

Fiili bir sıkıyönetim yürürlükte. Metropollerin sokakları-meydanları sermayenin kolluk kuvvetlerince işgal edilmiş durumda. İşçi direnişlerine, gençlik eylemlerine, inkar ve imhaya karşı direnen Kürt halkına ve sokağa çıkarak hak talep eden tüm toplumsal muhalefete büyük bir tahammülsüzlükle saldırılıyor.

Sermaye düzeninin açmazları dış politikadan ekonomiye, rejim krizinden Kürt sorununa kadar pek çok alanda derinleşiyor ve toplumsal muhalefete yönelik geleneksel baskı yöntemleri tam da bu nedenle pervasızca uygulanıyor. Çünkü toplumsal öfkeyi uzun süre kontrol altında tutamıyorlar, ne Kürt illerinde açık bir şekilde sürdürülen kirli savaşla ne de işçi sınıfı ve emekçileri fiziki-ideolojik saldırılarıyla kötürümleştirerek…

Sonuç olarak sermaye devletinin politikalarına boyun eğmeyenler cezalandırılıyor. Polis devleti uygulamalarını toplumsal muhalefetin tüm öznelerinin hapishanelere kapatılması tamamlıyor. Sınıf ve kitle hareketini boğmak için çıkartılan zorba yasalar ve sokağa salınan çeteler, patlatılan bombalarla oluşturulan korku atmosferi, son günlerde göçmenlerin geri kabul anlaşmasının imzalanması ile tüm ülkenin açık bir toplama kampına dönüştürülmesi vb. uygulamalar toplumsal yaşamın tümünü hapishaneye çevirme adımlarıdır.

Bu tablo kızışan sınıflar mücadelesinin çetin koşullarına uygun bir hazırlığın yakıcılığına işaret ediyor. Sermaye iktidarı “içerisi” ve “dışarısı” ile tüm toplumsal yaşamı hapishane haline getirmiş, örgütlü-birleşik düzen karşıtı mücadeleyi hedefe almışken, tüm güçlerimizin siyasal gericiliği ve faşist uygulamaları siyasal yaşamın her alanında püskürtme bakışıyla güne yüklenmesi gerekiyor.

Elbette ki sınıf devrimcileri gözaltında, işkencede, zindanda devrimci tutum konusunda ilkesel bir duruşa ve buna uygun bir pratiğe sahipler. İçinden geçtiğimiz devrimler döneminde kapitalist barbarlığa karşı sınıf mücadelesini örgütlerken devrimci ruh ve militan kimliği güçlendirmenin önemini sürekli gündemleştiriyor oluşumuz, devrimci görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmamızdan kaynaklanıyor. Düzen ve devrim arasındaki mücadelenin bir alanı olan zindanlar kapitalizmle birlikte kıyasıya bir irade savaşımına tanıklık etmiştir. Özel mülkiyetin ve sınıfların doğumu ile birlikte ortaya çıkan hapishaneler, modern sınıfların belirmesiyle egemenler tarafından devrimci iktidar mücadelelerinin tartışmasız bir zor aygıtı olarak devreye sokulmuştur.

Bu çerçevede burjuvazi tarih sahnesine çıktığı kesitten itibaren kendi gerici sınıf çıkarları için zindanları toplumsal muhalefetin üzerinde bir sopa gibi kullanıyor. Bugün içinden geçtiğimiz altüst oluşların yaşandığı bunalımlar ve savaşlar döneminde, “dışarı”daki sosyal mücadelenin içinde mayalanan devrimci eğilimler bastırılmaya çalışılıyor. Bunun için komünistleri, devrimcileri, ilericileri “içeriye” kapatıyorlar.

Dünya kapitalizmi ve onun organik bir parçası olan Türkiye kapitalizmi ‘70’lerden itibaren yaşanan ekonomik durgunluğun çöküntüye doğru gitmesine engel olmak için neo-liberal politikaların ürünü olarak siyasal gericiliği ve polis devleti uygulamalarını devreye sokmuştur. Tüm hak gasplarına ve hazırlıklarına rağmen kitlelerin isyanını yok etmeyi başaramıyor. Son dönemde akademisyeninden avukatına kadar toplumsal muhalefetin tüm kesimlerini zindanlara kapatarak ehlileştirme politikasını şiddetlendirmesi, sırada direnişçi işçilerin-emekçilerin olduğunu gösteriyor.

Sermaye devletinin hedefi işçi-emekçilere korku salmaktır. Devrimci bir sınıf hareketinin gelişmesinin önüne her türden gerici barikatı örerek geçmek, sömürü çarklarını döndürmektir. Bunun için sermaye düzeninin çizdiği sınırların dışına çıkan, burjuvazinin yasalarına değil, sınıf mücadelesinin yasalarına dayanarak direnen her kesim, her öncü çıkış vakit kaybetmeksizin azgınca eziliyor.

Sosyal mücadeleler arttıkça hapishanelerde uygulanan tecrit politikalarının da dozu artıyor. Devrimci siyasal çizginin ideolojik-fiziki araçlarla teslim alınması projesi olan F Tipi hücre politikası pervasızca uygulanmakta. “İçeriyi” teslim almadan “dışarıyı” teslim alamayız bakışıyla sermaye iktidarının düğmesine bastığı F Tipi hücre saldırısına karşı 2000’de başlayan Büyük Zindan Direnişi devrimci iradenin teslim alınamayacağını tarihe bir kez daha kızıl harflerle yazdırdı. Zindanlar, 15 yıldır sistematik bir şekilde uygulanan tecrit-tredman politikası ile birlikte iki ayrı dünyanın ve onların değerler sisteminin kıyasıya kavgasına tanıklık ediyor. Esas olarak fabrikalarda, sanayi havzalarında, iş yerlerinde, okullarda zaten tanık olduğumuz örgütsüzleştirme, kimliksizleştirme, apolitikleştirme saldırıları tecrit hapishanelerinde yalnızca daha yoğun ve şiddetli yaşanıyor.

Komünist hareket F Tipi tecrit saldırısı gündeme geldiği günden itibaren arka planını ve emperyalist-kapitalizmin ve onun işbirlikçisi sermaye devletinin geleceğe dönük hesaplarının neler olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Bugün işçi sınıfını köleliğe, Kürt halkını inkar ve imhaya boyun eğdirmek için sergilenen devlet terörünü ve katliamları toplumsal mücadelenin gelişimi içerisinde kavramak açısından Ulucanlar Katliamı ve direnişi, 19 Aralık 2000 katliamı ve direnişi sonrası yapılan değerlendirmelerimizi incelemek önemli bir yerde duruyor.

Sınıf mücadelesinin önemli bir mevzisi olan zindanlardaki devrimci tutumumuz asıl dayanağını işçi sınıfının devrimci programından alıyor. Bu çerçevede yaşamı sınıfa karşı sınıf kavgası ile güçlü bağlar kurarak örgütlemek, tecrit-tredman saldırısını püskürtmenin ilk koşuludur. Sermaye iktidarının içinde debelendiği siyasal ve ekonomik krizden çıkış için ifade, düşünce, örgütlenme ve eylem özgürlüğüne dönük zorbalık katlanırken, hapishanelerde bu saldırılar misliyle kendini hissettirmektedir. Ancak nesnel koşullar ne olursa olsun devrimci bir konumlanışla zindan duvarlarının fiziki ve ideolojik kuşatmasını kırmaya kilitlenmek tecrit işkencesini hükümsüz kılmanın önemli bir unsurudur. Bu yönüyle devrimci tutsaklar bu topraklarda emperyalist merkezlerde örgütlenmiş hapishane katliamlarında sergilenen büyük direnişlerin devamı olan tecrite karşı sürekli bir gündelik direnişi kararlılıkla sürdürmektedirler.

Burjuva ideolojik hegemonya tecrit hapishanelerinde sistematik bir şekilde yaşamın her ayrıntısında hakim kılınmaya çalışılmakta, kolektif bir yaşamın örgütlenmesine engel olmak için mimari yapıdan uygulanan politikalara kadar her türlü yöntem denenmekte ancak devrimci siyasal kimlik teslim alınamamaktadır.

Denetim, baskı devrimci siyasal düşüncenin üretilmesine izin vermemek amacıyla aralıksız uygulanırken, tecrit-tredmana karşı en ufak bir tepki disiplin yönetmelikleri ile yanıtlanıyor. Sermaye düzeninin psikolojik zorunun bir ayağı olarak fiziki zor sürekli bir şekilde bir tehdit öğesi olarak kullanılıyor. Disiplin “ceza”ları ile temel haklar engellenerek koşula bağlanıyor. Kurs, spor, kütüphane vb. gibi ortak alanların kullanımı disiplin “ceza”ları ile koşula bağlanıyor. Dışarı ile olan bağları koparmak amacıyla günlük gazetelerin dağıtılmasında, devrimci siyasi yayınların verilmesinde, mektuplaşmada, görüşlerde keyfi gerekçelerle yaşanıyor.

Sınıf devrimcileri olarak hapishaneye ilk götürüldüğümüz andan itibaren temsil ettiğimiz proletaryanın devrimci öncüsü konumuna uygun bir tutum sergilemeliyiz. Onursuz arama saldırısına karşı tutum almak, herhangi bir koşula bağlı olmaksızın gerçekleşen sohbet hakkı dışında tredmanla sınırlandırılmış etkinliklere katılmamak, sınıf devrimcilerinin hapishanelerdeki politik konumlanışıdır.

Zindanlardaki mücadelenin seyri sınıf hareketinin, en geniş haliyle sınıf hareketi eksenindeki toplumsal muhalefetin tablosu ile doğrudan ilişkilidir. Ancak toplumsal muhalefetin düzeyi nasıl olursa olsun devrimci dünya görüşümüz ve proleter sınıf çizgimizden aldığımız güçle hapishane duvarlarının içinde canlı bir siyasal yaşam, disiplinli bir devrimci iç yaşam örgütlemek sorumluluğu ile davranılmalıdır. Tecrit koşullarında bu ısrar sermaye düzeni ile sürekli bir irade savaşımı sürdürmek anlamına gelmektedir.

Keyfi uygulamalara yönelik kararlı bir mücadele yürütürken, ideolojik-teorik gelişimi ve buna dayalı üretken bir siyasal yaşamı eksen alan, planlı ve yaratıcı bir gündelik yaşam örgütlenmelidir. Bunun birinci koşulu sınıf ve kitle hareketiyle, devrimci siyasal sınıf faaliyetimizle birlikte soluk alıp vermektir. Sermaye düzenini kendi kalelerinde yenen temel tutum budur. Hiçbir koşulda tecrit duvarlarının arasına hapsolmamak, ideolojik, teorik, örgütsel, devrimci militan kimliğin rutin bürokratik işleyişin içinde sınırlandırılması girişimlerine karşı tok bir duruş sergilemek, kapitalizmin zindanlarında özgür olmanın önemli bir silahıdır.

Emperyalist-kapitalizme karşı proleter devrim yürüyüşümüzün bir alanı olarak hapishanelerde Habip, Ümit, Hatice ve Alaattin yoldaşlardan devraldığımız devrim ve sosyalizmin kızıl bayrağını dalgalandırmalıyız.

* TKİP Dava Tutsağı

 

 

 

 

Hasta tutsakların çığlığı

 

Mehmet Yamaç, Türkiye hapishanelerinde bulunan 247’si ağır 649 hasta tutsaktan yalnızca biri. Devletin tutsakları teslim almaya dönük olarak hayata geçirdiği vahşi 19 Aralık operasyonlarında kullanılan kimyasallar ile akciğerinin bir kısmını kaybeden Yamaç’ın aynı zamanda kırılan kaburgalarının yanlış kaynaması sonucu göğüs kafesinde kireçlenme mevcut. Günde ancak birkaç saat uyuyabilen, sağ ve sol tarafına yatamayan, günlük işlerini yapamayan Yamaç’a KOAH, zatürre, zar kalınlaşması konulan teşhisler arasında. Yanlış ilaç tedavisinden kaynaklı midesinde 1-2’şer cm’lik yaralar da bulunan Yamaç’ın ise tedavi hakkı gasp ediliyor.

Kürdistan Marksist Leninist Devrimci Savaşçılar davasından tutuklu bulunan hasta tutsak Mehmet Yamaç (Azad), Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde kaldığı yerin “nemli ve rutubetli” olmasından dolayı yaşadığı ağır sağlık sorunları nedeniyle Edirne dışında başka bir yere naklini istedi. Mehmet Yamaç’ın başka hapishaneye nakledilmesi gerektiğine yönelik raporu olmasına rağmen sevki yapılmazken tedavi için götürüldüğü Trakya Üniversitesi Hastanesi’ne her gittiğinde faşist, ırkçı uygulamalara maruz kalan Yamaç, bu nedenle buradaki tedaviyi reddetmişti. Ailesinin ve tedavisini yürütecek doktorların bulunduğu Van’a sevkini isteyen Yamaç, cezalandırılmak amacıyla daha önce kaldığı dönemde sağlık problemlerinin arttığını ve gitmek istemediğini belirttiği Edirne’ye sürüldü. Burada da ırkçı faşist uygulamaları reddeden Yamaç’ın tedavi hakkı engellendi. Fenalaştığında dahi tedavisi yapılmadan hapishaneye geri getirilen Yamaç tüm ilgili kurumlara başvurduysa da sevk talebi reddedildi.

12 Mayıs günü Mehmet Yamaç tek kaldığı hücrede tecrit koşullarına ve tedavi hakkının engellenmesine karşı bedenini ateşe verdi. Önce Çorlu Devlet Hastanesi’ne kaldırılan daha sonrada Edirne Devlet Hastanesi’ne sevk edilen Yamaç’ın ayaklarında yanıklar bulunduğu ve yanık bölgelerin enfeksiyon kapmaması için alçıya alındığı bilgisi ailesinin günler süren bilgi alma uğraşları sonucu öğrenildi. Ailesiyle ve avukatıyla görüştürülmeyen Yamaç’ın ailesinin görüşme talebine savcılık izin vermedi. Hastanede ailesini sloganlarla selamlayan Yamaç’ın durumu hakkında bilgi alınamadı.

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!

Türkiye hapishanelerinin bir klasiği durumuna gelmiş bulunan hasta tutsakların uğradıkları hak gaspları, hasta tutsak Mehmet Yamaç’ın bedenini ateşe vermesi ile bir kez daha tüm çıplaklığı ile görünür oldu. Türkiye’de “hapishanede yatamaz” raporları bulunmasına rağmen tahliyeleri gerçekleştirilmeyerek ölüme terk edilen hasta tutsakların çığlığı Mehmet Yamaç’ın eylemiyle bir kez daha duyuldu. Hasta tutsakların serbest bırakılması, hapishanelerde süren baskı ve tecridin son bulması için ve insanlığı dört duvar arasına hapsetmeye çalışan kapitalist sisteme karşı topyekûn mücadele yükseltilmedikçe hapishanelerden hasta tutsakların çığlıkları yükselmeye devam edecek.

 
§