5 Şubat 2016
Sayı: KB 2016/05

Bahar dönemi, gelişmeler ve görevler
Eski düzende yeni anayasa hayalleri!
Yeniden imha, yeniden inşa!
Sermaye devleti yeni karakollar kuracak
Sermaye tam kölelik dayatıyor
Ek ücret zammı için ortak mücadele!
MİB’den iki günlük çalıştay!
EKU’da işçiler kararlılıklarını koruyor
Köle pazarları kurulmak isteniyor
“Ve (aynı) katil cinayet mahalline döner”
Mücadele tarihinde kadının yeri: İşçi kadınlar en ön safta!
Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’in ilk yıllarına...
Greif deneyiminden öğrenelim!
Yasalar kadını koruyabilir mi?
Torba yasa işçi ve emekçilere esnek çalışmayı dayatıyor!
“Yeni mücadele döneminde liseleri fethedelim!”
3. Cenevre görüşmeleri; “Üçlü şer ekseni”nin kundakçılığı
Kapitalizm insana dair hiçbir sorunu çözemez!
Hayaller ve sınıfsal gerçekler!
Essen’de ‘Kürt sorunu’ konulu panel
Zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var?
Hasta tutsak Türkan Özen’e ‘siyasi cezalandırma’
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ve (aynı) katil cinayet mahalline döner”

 

Soma Katliamı’nın üzerinden 1.5 yıl geçti. 1.5 yıl boyunca yüzlerce işçi patronlar tarafından öldürüldü. Soma Katliamı son dönemin en büyük işçi katliamıydı. 300’ün üzerinde maden işçisi karanlığa hapsedildi. Aradan geçen 20 ay boyunca birçok şey yaşandı. İşçiler açısından hukukun, yargının, yasanın sokak kuralları ile yazıldığının tesciliydi yaşananlar.

Davalardan önce aileler üzerinden prestij kazanmaya çalışan hükümete ve bakanlara ailelerin verdiği yanıt “bakmanın” yetmeyeceğini, “hükmetmenin” de imkansızlığını gösterdi. Keza aynı bakanlar ve korumaları, yani tekmili vücut olarak devlet, tekme tokat dalmıştı madenci yakınlarına, avukatlarına, destekçilerine. Tekme tokatının ulaşmadığı yerde Koç sermayesinin damgası ile üretilen TOMA’sı, gazı, jopu ile birçok yerde Soma Katliamı protestolarına saldırdı, gözaltına aldı, davalar açtı. Katliamı protesto edenlere açılan davalar ceza ile sonlansa da asıl katliamın sorumlularına açılan davanın üçüncü duruşmasında yargılanan iki Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu çalışanı terfi edilmişti. Sorumlulardan birkaçı densizlikle sınamıştı akıllarımızı ve sağlığımızı. 300 küsur işçinin canı ile kendi parasını kıyaslamıştı. Aslında hergün yüzümüze çarpan işsizlik tokatı, nefesimizde kokan açlık sınırı bu kıyaslamayı daha güncel olarak yapıyor. Şimdi ise tazminatlar üzerinden aynı hesapla karşı karşıyayız. Ne de olsa kapitalist düzende patronlar için işçinin ölüsü de dirisi de para üzerinden hesaplanır.

Soma Katliamı’nın üzerinden 20 ay geçti ve 20 ay sonra katil olay mahallinde inceleme yapmak üzere gelecek. İlk dava geçen ay sonuçlanmıştı. Mahkeme Soma A.Ş’nin 395 bin lira tazminat ödemesine karar vermişti. Soma A.Ş avukatları “Böyle tazminatlar olursa; takdir edilecek tazminat miktarı, felaketi özlenir hale getirecek nitelikte olacaktır, faciaların önü açılacaktır” diyor.

Herkes ait olduğu sınıfın çıkarlarına uygun cümleler kurar. Soma Katliamı’ndaki “facia”nın sorumluları ne tek başına Soma A.Ş sahipleri ne de avukatları. Onlar tek başlarına bir şey ifade etmiyorlar. Soma A.Ş patronlarının çıkarlarını, inşaat sahiplerinin, Koç’ların çıkarlarını koruyacak ve daha fazla “facia”nın yaşanması için iş kurallarını “yasal” düzlemde belirleyecek, işçinin boğazını sıkacak uygulamaları devreye sokacak, uygulamalara karşı gelenlere baskı ve şiddet uygulayacak kolluk güçlerini yetiştirecek bir katliamcı devlet gerçeği var karşımızda.

Aynı katil, Kürt illerinin sokaklarına; bombaları, tankları, roketatarları, mermileriyle ölü bedenler üzerinden hükmetmeye çalışıyor. Madende sızan suyu işçiye içirerek kontrol ettirenler, Cizre’de bir binanın bodrumunda sıkışan yaralıları susuzlukla öldürmeye çalışıyor. Günlerce Soma’da öldürülen işçilerden haber alamamıştık, Cizre’de 100 metre yakında ambulanslar bekliyor tank ve top sesleri arasında.

Aynı katil devlet, aynı yere olmasa da cinayet mahalline mutlaka geri döner!

G. Umut

 

 

 

 

Bir film, bir gerçek

 

Şu an anlaşma yaptığınız şirketlerden çok daha uygun fiyat verebiliriz, bize başvuranların psikolojik tahlillerini yapıp sabıkalarını inceliyoruz, böylece işe yaramaz olanları baştan eliyoruz, Doğu Avrupa’da işsizliğin yoğun olduğu bölgelerle irtibat halindeyiz, her zaman elemanımız var” (İşte Özgür Dünya filminden…)

Bir filmden alınan bu kesit kapitalist dünyada işçi sınıfına ne gözle bakıldığını ortaya koyuyor. Özel İstihdam Bürolarını konu edinen Ken Loach’un filmi tam anlamı ile gerçekten hareket ile yapılmış.

İşçilerin iş güvencesinden yoksun bir şekilde “geçici-kiralık işçi” olarak çalışmasına sebep olan Özel İstihdam Büroları (ÖİB) filmde de anlatıldığı gibi bir grup işçi simsarının işçilerin emeğini ucuza kapatarak onları patrona satmaya-kiralamaya yarıyor. Bu durum yasada “mesleki faaliyet olarak geçici iş ilişkisi” olarak geçiyor.

Saldırının özünü oluşturan temel nokta yapılan işin güvenceden yoksunluğu… Ayrıca işçi sınıfının sırtında bir keneye dönüşen simsarlar gerçeği…

Ayrıca günümüzde ele alınması gereken bir diğer nokta ise göçmenlik sorunu… İşçi simsarları –ki filmde meselenin bu yönü ayrıca işleniyor- göçmenleri çalışma izni bulunmaması durumunda, bu durumu onlara bir silah olarak kullanarak emeklerini daha ucuza kapatıyorlar. Zor durumda olan işçiler çok az ücretlere çalışmak zorunda kalıyor, fakat ÖİB’ler yine işçiler üzerinden alacaklarını alıyorlar.

Filmde işlenen diğer bir nokta ise işçilerin ülke ve şehirlerine göre birbirinden ayrılarak bu ayrıma göre ücretlendirilmesi… Irkçılığın farklı bir biçimi olan bu uygulama işçi sınıfını da kendi içinde bölmeye dönük bir tutumdur.

Ayrıca Özel İstihdam Büroları (diğer bir isimle Kiralık İşçi Büroları) işçilerin herhangi bir fabrika ya da işletmede kısa süreliğine çalıştırılmasından dolayı sınıf içerisinde bir sirkülasyona yol açmaktadır. Bu durum ise işçilerin bir sınıf olarak sermayenin karşısına çıkamamasına, yani örgütlü bir güç olamamasına sebep olmaktadır.

Filmde 20 yaşlarında bir genç, büro sahibine kendisine “iyi bir iş” bulduğu için küçük bir hediye alıyor. Bu sahne işçilerin sınıf bilincinin köreltildiğinin bir göstergesi iken diğer yandan da minnet-şükür duygusunun geliştiğini vurguluyor. O sahnedeki işçi kendisine yardım edildiği düşüncesi ile hareket ediyor. Aynı durum bugün de vardır. Mücadele etmeyen işçiler genelde patronların, kendilerine “ekmek verdiklerini” düşünürler. Oysa işçiler ekmekten daha fazlasını hak ediyorlar.

Komünist Manifesto kitabında işçiler “emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan” kişiler olarak nitelendiriliyor. Bugün bu gerçeklik bir kademe daha ileri gitmiştir. Artık işçiler kendi emeğini patrona satmaktan öte bürolara kiralar duruma gelmiştir.

Özel İstihdam Büroları sermaye sınıfının saldırılarının sadece küçük bir parçasıdır. Saldırının büyüğü sermaye düzeninin kendi varlığıdır. Yani bu sömürü düzeninin kendisi bir saldırıdır. Dolayısıyla biz sınıf bilinçli işçiler patronların bu saldırılarına karşı mücadele ederken ufkumuzu daha geniş tutarak sömürü düzenini ortadan kaldıracak bir bakışla hareket etmeliyiz. Kendi sınıfımızın iktidarını kurma bakışı ile, yani devrim bakışıyla hareket etmeliyiz.

F. Deniz

 
§