20 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/07

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!
Devrimci bir bahar mücadelesi!
Özgecan’ın hesabını sormak için örgütlü mücadeleye!
İdam tartışmaları üzerine - B. Olgun
İşçi ve emekçiler vahşete karşı sokaktaydı!
Özgecan’ın kentinde büyüyen öfke!
Metal grevi ve reformist sol
“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”
Grev yasağı ve sonrası
Ezber bozan sınıf ve AKP’nin oyunları
Yapı yükseliyor
Yeni mücadele sahaları ve Bilecik
Yeni Yunan hükümeti ve parolası: "Ne itaat, ne çatışma"
Ukrayna: Hegemonya savaşının yeni sahnesi
Gerici Körfez rejimlerinin Yemen telaşı
Almanya'da metal işkolundaki uyarı grevleri ve işçileri bekleyen tehlike
"Etkinlikte işçiler güçlerini gördüler"
8 Mart'ta mücadele alanlarına!
Kapitalizmin kâr yasaları kadının köleliğinin sürmesidir
Ankara EKK'nın 8 Mart programı
Liselerde Özgecan fotoğraflarına engelleme!
"Burjuva gericiliği katiller yaratmaya devam ediyor..."
Eğitimde gericiliğe karşı okul boykotu!
Başkaldıran dizelerin işçisi - K.Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerici Körfez rejimlerinin
Yemen telaşı

 

Yemen’de Husilerin iktidarı ele geçirmesinin ardından Amerikancı-gerici ülkeler yaşanan gelişmeleri ‘darbe’ olarak niteleyip savaş kışkırtıcılığı yapmaya başladı.

Ortadoğu’da İran’la derdi olan rejimlerin çoğu acil olarak karşılarına çıkan yeni krize çare arayışı içerisine girdiler. Aynı zamanda katıksız bir şekilde ABD’nin uşaklığını yapan bu ülkeler, aynı Suriye ve Libya’da olduğu gibi, Yemen’de de askeri bir müdahalenin gündeme gelmesi gerektiğini söylediler.

Bu konudaki ilk çağrı Körfez’in gerici Ortaçağ rejimlerinden geldi. Körfez İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerin dışişleri bakanları, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da olağanüstü toplantı yaparak Yemen’deki ‘güvenlik’ sorunun kendilerini tehdit ettiğini ve acil olarak ‘huzurun’ sağlanması gerektiğini belirtti. ‘Güvenlik’ ve ‘huzur’dan ne kastedildiği Katar Dışişleri Bakanı Halid bin Muhammed el-Atiyye tarafından açıkça dile getirildi. El-Atiyye, BM Anlaşması’nın 7. maddesinin devreye sokulmasını, yani Yemen’e BM öncülüğünde askeri bir operasyon yapılması gerektiğini kaydetti.

Bu toplantının hemen ertesinde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) da Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde ‘aşırılık ve terörle mücadele’ başlığı altında toplantı yaptı. ‘Aşırılık ve terör’ denilen toplantının baş gündemi ise Irak ve Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçiren IŞİD ya da tüm Ortadoğu’yu cehenneme çevirmeye çalışan el-Kaide çeteleri değil, Şii kimliklerinden kaynaklı Husiler oldu. İİT Yürütme Kurulu da aynı Körfez ülkeleri gibi Husilerin askeri yollarla BM tarafından durdurulmasını istedi.

Diğer yandan başta ABD olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Türkiye de Yemen’deki elçiliklerini kapatarak hem krizdeki yerlerini belli etmiş oldular hem de yaşanması beklenen iç savaşın bir nevi habercisi oldular. Batılı ülkelerin en büyük çekincesi de temel şiarları “Kahrolsun ABD, kahrolsun İsrail” olan Husilerin işbirlikçi Devlet Başkanı Hadi’nin yerine kendi iktidarlarını yaratmaları oldu.

Bu sıralar birçok ‘askeri müdahale’ talebini değerlendirmek zorunda kalan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise İngiltere ve Ürdün tarafından sunulan Yemen tasarısını ele aldı. BMGK’da kabul edilen tasarıda Husilerden şartsız olarak stratejik noktalardan silahlı güçlerini çekmeleri, ev hapsinde tutulan Cumhurbaşkanı Hadi, Başbakan Bahah ve kabine üyelerinin serbest bırakılması istendi. Ancak gerici Körfez rejimlerinin savaş isteği kursaklarında kaldı. BMGK, askeri müdahaleyi içeren 7. maddeye yer vermedi.

Yönetim boşluğu dolduruldu

Sorunu ele alan taraflar siyasi yönelimlerine göre yaşanan gelişmelere ‘darbe’ ya da ‘devrim’ tanımlamasını yaptı. Ortaya çıkan durum ise oluşan yönetim boşluğunun ülkedeki en örgütlü kesim tarafından diğer siyasi taraflara da katılım çağrısında bulunularak doldurulması şeklindeydi. Yani ortada ne Sünni bloğun söylediği gibi bir ‘darbe’ vardı ne de karşıt bloğun iddia ettiği gibi ‘devrim’.

Suudi Arabistan ve ABD tarafından desteklenen Abdurabbu Mansur Hadi, benzin fiyatlarını yükseltmesi, yolsuzluklar ve ülkedeki krizin sürekli hale gelmesi nedeniyle iktidarını gün geçtikçe kaybetti. Yakın zamanda Libya, Suriye ve Irak’ta da görüldüğü gibi merkezi otoritenin giderek kaybolması sonucunda ülkedeki en örgütlü ve disiplinli kesim olan Husiler, Hadi’yi taleplerini karşılaması için zorlamaya başladılar. Husiler, Hadi’nin istifasına da tepki gösterdiler çünkü Yemen’i kendi başlarına yönetebilme imkanları da bulunmuyordu.

Gelinen yerde Husiler, ülkeyi yönetecek bir otorite kalmaması üzerine kendi meclislerini kurdular ve eski parlamenterler de dahil olmak üzere taraflara bu meclise katılma çağrısında bulundular. BM Yemen Temsilci Bin Ömer devreye girerek tarafları masada uzlaştırmaya çalışsa da uzlaşmaya dair yansıyan bir gelişme olmadı.

Gerici rejimler iç savaşı kışkırtacak

Daha ortalıkta gündelik hale gelmiş çatışmalar haricinde savaş gibi bir gelişme olmamasına rağmen Batılı emperyalistlerin ve Sünni blok ülkelerinin elçiliklerini kapaması da muhtemelen başını Suudilerin çekeceği bir iç savaşın alttan alta hazırlığının yapıldığını gösteriyor. ABD emperyalizmi bir kez daha hazırlıksız yakalandığı bu durumda, el-Kaide’ye karşı doğal bir müttefiki haline gelen Husilere yönelik sert söylemlere girişmese de İran’ın artan nüfuzuna karşı çeşitli önlemler almak peşine düşecektir. Geçtiğimiz günlerde göreve başlayan ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Ortadoğu’da el-Kaide ile birlikte gördüğü en büyük tehlikenin İran’ın artan nüfuzu olduğunu söyledi. Anlaşılan o ki ABD, kendi yarattığı el-Kaide/IŞİD belalarından kurtulabildiği oranda İran ile yeni bir nüfuz mücadelesi başlatacak. Bunu kendisi doğrudan yapmasa bile Suudi rejimi, Türkiye veya Mısır gibi rejimler eliyle gerçekleştirebilir.

Ancak üç ila dört parçaya bölünebilme riski taşıyan ülkede daha fazla kışkırtıcılıkların sonucu yeni bir Suriye ya da Libya cehennemi yaratmak olacak. Hadi yönetimine karşı birlikte muhalefet üretebilen Güney Yemenliler ile Husilerin de anlaşmazlığa düşmesinin ardından bir kez daha mezhepsel-bölgesel gerilimler başgöstermeye başladı. El-Kaide çetelerinin de etkin olduğu ülkede merkezi otorite boşluğunun yanı sıra gerilimin askerileşmesi, gün geçtikçe ülkenin gerici bir iç savaşa sürüklenme ihtimalini güçlendiriyor. Arap coğrafyasının en yoksul ülkesi olan Yemen’de emekçilerin kısır gerilimlerin kurbanı olmak ya da birleşerek sömürüye, emperyalizme ve gericiliğe karşı birlikte mücadele etmekten başka seçenekleri bulunmuyor.

 
§