20 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/07

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!
Devrimci bir bahar mücadelesi!
Özgecan’ın hesabını sormak için örgütlü mücadeleye!
İdam tartışmaları üzerine - B. Olgun
İşçi ve emekçiler vahşete karşı sokaktaydı!
Özgecan’ın kentinde büyüyen öfke!
Metal grevi ve reformist sol
“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”
Grev yasağı ve sonrası
Ezber bozan sınıf ve AKP’nin oyunları
Yapı yükseliyor
Yeni mücadele sahaları ve Bilecik
Yeni Yunan hükümeti ve parolası: "Ne itaat, ne çatışma"
Ukrayna: Hegemonya savaşının yeni sahnesi
Gerici Körfez rejimlerinin Yemen telaşı
Almanya'da metal işkolundaki uyarı grevleri ve işçileri bekleyen tehlike
"Etkinlikte işçiler güçlerini gördüler"
8 Mart'ta mücadele alanlarına!
Kapitalizmin kâr yasaları kadının köleliğinin sürmesidir
Ankara EKK'nın 8 Mart programı
Liselerde Özgecan fotoğraflarına engelleme!
"Burjuva gericiliği katiller yaratmaya devam ediyor..."
Eğitimde gericiliğe karşı okul boykotu!
Başkaldıran dizelerin işçisi - K.Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni Yunan hükümeti ve parolası:
"Ne itaat, ne çatışma"

 

Syriza ve Anel’in oluşturduğu yeni Yunanistan hükümeti işe hızlı bir giriş yaptı. Syriza lideri Alexis Tsipras ve Maliye Bakanı Yanis Varufakis ülkenin borçlarını sildirmek amacıyla AB emperyalistleri ile görüşmeler yapmak üzere Avrupa turuna çıktılar. Burada AB’nin muhatap bazı yetkilileri ile ikna amaçlı görüşmeler yaptılar. Ne var ki, Maliye Bakanı Varufakis de, "Ne itaat, ne çatışma" parolası ile yola çıkan Tsipras da bu ikna turundan bekledikleri sonucu alamadılar. AB’nin kimi üyeleri bir parça esnekliğe yatkın görünse de, özellikle birlik içinde tayin edici bir konumu ve rolü olan Almanya, yeni hükümetin yetkililerine oldukça mesafeli ve bir o denli de katı davrandı.

AB, AMB ve IMF’den oluşan Troyka çok kesin bir dille Yunanistan’ın, dolayısıyla da Syriza-Anel hükümetinin, madem ki AB ve Avro’ya bir itirazları yok, madem ki AB ile müzakerelerden yanadırlar, o halde AB ile yaptıkları sözleşmeye uymalarını, verdikleri sözleri yerine getirmelerini istediler. Kendilerinin dayattıkları reform programını vakit geçirmeden hayata geçirmelerini, tasarruf tedbirleri adı altında dayattıkları kemer sıkma paketlerine devam etmelerini talep ettiler. Aksi durumda Yunanistan’ın bugünkünden daha felaketli bir konuma düşeceğini ileri sürüp, bir de, böyle yapılmazsa birlikte çalışmayacaklarını belirttiler. Hiç kuşkusuz bu bir şantajdı.

Bunları, Avrupa Merkez Bankası’nın, Yunanistan’ın bankalarına verdiği kredilerde artık Yunan tahvillerini teminat olarak kabul etmeyeceği açıklaması ve ardından da, kredi derecelendirme kurumunun 5 Yunan bankasının/eşdeyişle Yunanistan’ın notunu düşürmesi kararları izledi. Özellikle bu ikincisi gerçekten de ağır bir karardı ve Troyka’nın, esas olarak da Almanya’nın çok kararlı olduğunun resmi bir anlatımıydı. Bir kez daha, Troyka tahakkümünün tanınmasını dayatıyordu, kayıtsız koşulsuz itaat istiyordu.

Syriza lideri Tsipras’ın buna cevabı hazırdı, "Ne çatışma, ne itaat!". Bir başak anlatımla, Tsipras, kesin bir dille, çatışma istemediklerini, ancak, adil bir müzakereden yana olduklarını, bu anlama gelmek üzere şartların yumuşatılmasını istediklerini ve dayatmaları, en çok da Troyka memurlarının denetimlerini, iç işlerine müdahalelerini kabul etmeyeceklerini dile getirdi. Bunun Yunanistan’a ve haliyle de Yunanistan halkına dönük son derece onur kırıcı bir kölelik ilişkisi olduğunun altını çizdi.

Maliye Bakanı Yanis Varufakis ise, ‘’Yunanistan’ın Avro bölgesinden atılması durumunda, sıra diğer ülkelere de gelir. Zira, Avro kırılgan. Kağıttan kale gibi. Yunan kağıdını çekerseniz diğer kağıtlar da çekilir’’ şeklinde açıklamalar yaptı. Bunun bir şantaj olmadığını belirtmeyi de ihmal etmedi. ‘’Biz şantaj yapmıyoruz, ama, şantajı da kabul etmiyoruz". Maliye Bakanı Varufakis bir de, Yunanistan da dahil tüm Avrupa’da kol gezen ırkçı-faşist saldırganlığa, bu çerçevede de, Yunanistan’daki Altın şafak, Fransa’daki Ulusal Cephe ve İngiltere’deki Britanya Bağımsız Partisi tehlikesine, yani gelinen yerde yakın bir tehlike haline gelen faşizme dikkat çekti.

Yunan makamları bir süre önce, gerekirse Rusya, Çin ve ABD’den de yardım isteyebiliriz açıklaması yapmıştı. Nitekim Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias’ın Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’la görüşmesi diğer şeylerin yanı sıra bunun da vesilesi oldu. S. Lavrov, Syriza’dan yardım talebi gelirse düşüneceklerini belirtti.

Hatırlanırsa eğer, ABD Başkanı Barack Obama da Syriza’nın zaferi ilan edilir edilmez, koşulların az çok bilindiğini, Yunanistan’ın söz konusu borçlarının ödenmesinin bugün için mümkün ve gerçekçi olmadığını ileri sürüp, yeni hükümeti sıkıştırmamak gerektiğini dile getirmişti.

Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varufakis ise, ilk görüşmelerin hemen ardından Alman Stern dergisiyle yaptığı bir mülakatta "Bir borç eğer artık ödenmeyecek durumdaysa saç tıraşına gidilir" şeklinde dikkate değer sözler sarf etti.

Bununla birlikte AB ile Yunanistan hükümeti arasında karşılıklı olarak kapılar hala tümüyle kapanmış değil. AB ve AB dışında görüşme trafiği hem de yoğunlaşarak devam ediyor.

Hayaller ve gerçekler

Günümüz dünyasında koşullar öyledir ki, en sıradan bir reform dahi ancak kurulu düzene karşı dişe diş bir mücadele ve ağır bedeller ödenerek elde edilebiliyor. Bu nedenle söz konusu olan sistem içi bir hareketse eğer, başarı sansı hemen yoktur ya da çok özel koşulları gerektirir.

Şöyle ki, Yunanistan’ın da organik bir parçası olduğu kapitalist sistem 2008’den beri bir bütün olarak kriz içindedir. İktisadi, toplumsal, siyasal, kültürel ve ahlaki, çok yönlü bir niteliğe sahip olan bu kriz, atlatılmak şurada kalsın, her geçen gün daha da azıyor, daha bir derinleşiyor. Bu kriz, gelişmişi ve az gelişmişi ile tüm dünya kapitalizminin bir gerçeğidir. Sadece geri ve yoksul ülkelerde değil, en gelişmiş ülkelerde de, örneğin zengin kıta Avrupa’da da yıkıcı sonuçlar üretmektedir. Krizin ilk önce sistemin kalbinde patlak vermesi bunun en iyi ve en açıklayıcı anlatımıdır.

Avrupa’ya gelince, söz konusu çok yönlü kriz bu yaşlı ve de zengin kıtanın da inkardan gelinemez bir gerçeğidir. Öyle ve o kadar ki, AB’nin, İtalya, Fransa, İngiltere gibi ekonomisi az çok güçlü ülkeleri dahi krize yenik düşmüşlerdir ve tablo her alanda oldukça iç karartıcıdır. AB’nin emekçilere dayattığı kemer sıkma paketlerinin hiçbiri derde deva olamıyor, hatta ve hata durumu daha da vahim boyutlara taşıyor. Yeniden yapılandırma adı altında uygulanan sözde reformlar bu ülkelerin bazılarını, hatta en güçlülerini bile AB, AMB ve IMF’den oluşan Troyka canavarına el açtırıyor.

Krizden en çok etkilenen ve her alanda tam bir yıkım yaşayan, en kötüsü de AB’nin, esas olarak da Almanya’nın sömürgeci politikaları yüzünden onur kırıcı kölelik statüsüne düşen Yunanistan’dır. Yunanistan’da tablo gerçekten de vahimdir, ağırdır, isyan ettiricidir.

Ekonomisi deyim yerindeyse çökme noktasına gelmiştir. Sömürü katmerlidir. İşsizlik tavan yapmıştır. Ve en çok gençliği vurmaktadır. Ağır sanayi yoktur, ekonomi daha çok hizmet sektörüyle karakterize olmaktadır. Ancak olduğu kadarıyla da durum vahimdir. Önceki hükümetler döneminde sağlık alanında yapılan özelleştirmelerin dolaysız bir sonucu olarak çok sayıda hastane kapatılmıştır. Bunu eğitimin paralı hale getirilmesi ve buna bağlı olarak okulların kapatılması tamamlamaktadır. Var olan, özellikle de küçük ve orta ölçekli fabrikaların kapısı da kilitlidir. İşçi ücretleri en alt düzeydedir ve sefalet ücreti tanımı dahi durumu tam olarak anlatmamaktadır. Yoksulluk diz boyudur.

Daha vahim olan da, Yunan ekonomisinin Troyka ile ilişkisidir. Bugüne kadar işbaşına getirilen hükümetlerin hepsi de teknokratlar hükümetiydi. Troyka’ya tam bir teslimiyet içindeydiler, hiçbir direnç göstermediler ve AB’nin denetçilerine itirazsız biçimde hizmet ettiler. Troyka, Yunanistan’a krediler açtı, yardımlar yaptı, ama bu yardımların nerede ve nasıl kullanılacağına dek her şeye kendisi karar verdi. Deyim uygunsa Yunan ekonomisini AB’nin tayin ettiği denetçiler yönetti. Bu tam bir sömürge muamelesiydi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde tanık olunan Duyun-u Umumiye rejiminin benzeriydi. Ve son derece onur kırıcıydı.

Ekonomi çökme noktasında olduğu halde, olduğu kadarıyla elde avuçta olan, askeri harcamalara ayrıldı. Militarist politikalar burada da azdırıldı. Çok ilginçtir, Yunanistan perişan tablosuna rağmen savaşa en çok para harcayan ülkelerden biridir. Burada da ırkçılık bir devlet politikasıdır, devletin ve polisin koruması ve desteği ile tehlikeli bir güç haline getirilmiştir. Avrupa’nın en azılı ırkçı-faşist örgütlerinden biri olan Altın Şafak bu politikanın eseridir. Devlet burada da bir faşist polis devleti haline getirilmiştir. Altın Şafak açık cinayetler işlemiş, ancak çetenin başı başta olmak üzere, hiçbir mensubu hala yargılanamamışlardır. Yunanistan’ın göçmen politikası ise kapitalizmin ve Yunanistan’daki polis rejiminin acımasızlığının somut bir örneğidir. İltica kampları Hitler’in toplama kamplarını aratmamaktadır. Sınır boylarına örülen tel örgüler ve utanç duvarları, Meksika’daki sınır devriyeleriyle hiçbir farkı olmayan, hepsi de katil yol devriyeleri vb...

Bütün bunlar Yunanistan’daki bugünkü tablonun bir yüzünü oluşturan gerçeklerdir. İşte Syriza bu vahim tablonun içinde ortaya çıkmıştır. Syriza bu tabloya itiraz edenlerin, toplumun ezici çoğunluğunun, AB, AMB ve IMF üçlüsü ve onların işbirlikçisi Yunan burjuvazisinin soygun ve yıkım politikalarını içine sindirmeyip buna karşı mücadele eden, işçisi, emekçisi, genci ve kadını, çevrecisi ve ötekileştirilenleri, orta sınıfı, samimi yurtseveri ve göçmenleri ile tüm bir Yunanistan halkının desteği ile birinci parti oldu. Geleceği de dahil, her şeyini çok büyük ölçüde bu mücadeleci kitleye borçludur.

Yunanistan halkı bugünkü tabloya kesin olarak karşıdır ve değiştirilmesini istemektedir. Bu konuda deyim yerindeyse Syriza’nın da ilerisindedir. Gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğinden bağımsız olarak, bunu kesin olarak Syriza’dan beklemektedir. Bugün için Syriza’ya güvenmekte, onu umut olarak görmektedir. Ondan belli beklentileri vardır.

Syriza yükselen halk hareketinden etkilenmiş, ondan güç almıştır. Haliyle çok şey borçlu olduğu bu harekete ve hareketi oluşturan, başta işçi ve emekçiler olmak üzere, toplumun yoksullarına verdiği sözlerin tümünü değilse de, acil olanları yerine getirmek durumundadır. İşbaşına gelir gelmez bazı özelleştirmeleri durdurması vb. uygulamalar bunun ifadesidir.

Syriza ve Yunan hükümeti sisteme, Troyka üçlüsüne, NATO’ya temelde itiraz etmemesine karşın bazı şeylerin eskisi gibi sürdürülemeyeceğini, bu nedenle de kendilerine dayatılan ağır koşulları yumuşatmalarını, borçlarının bir kısmının silinmesini talep ediyor. Bir başka anlatımla, Yunan hükümeti, 'adil' bir müzakereden yanadır. Tüm bunların gerçek olabilmesi için de daha iddialı bir hedef belirlemiştir kendisine; "Yeni ve adil Avrupa!". Avrupa kendisini adil bir birlik olarak yenilerse tüm bunların gerçek olacağı düşüncesindedir. Yeni bir Yunanistan ve "Yeni ve adil Avrupa" Syriza’nın ve benzerlerinin yegane rüyasıdır.

Hayal kurmak, rüya görmek her canlının ve canlı organizmanın, bu arada da Syriza’nın hakkıdır. Ancak kabul etmek gerekir ki, hayallerle gerçekler arasında her zaman bir mesafe vardır. Bazı özel koşullarda kimileri gerçekleştirilse bile, çoğu gerçekten de bir rüya olarak kalır.

"Yeni ve adil Avrupa" mümkün mü?

Sistem ve sistemin temel kurumları konusundaki tutumu, programı, toplumun temel sorunlarına ilişkin temel politikaları, mücadele yol ve yöntemleri ve dilinden düşürmediği en popüler sloganları ile Syriza düzen içi reformist sol, daha isabetli bir tanımla sosyal-demokrat bir bileşimdir, bir şemsiye partisidir. Dönem bir yükseliş dönemidir, Syriza bu dönemin ve bu dönemde Yunanistan’da toplumu sarsan sınıf ve kitle hareketinin öne çıkardığı bir üründür.

Ancak bir başka gerçek de vardır. Syriza’nın kapitalist sisteme ve kurumlarına temelde bir itirazı yoktur. Onun sadece aşırılıklarına karşıdır. Toplumu yıkıma uğratan politika ve uygulamaların kaynağının kapitalizm değil, kimi kapitalist hükümetler olduğunu savunur. Programını buna göre oluşturmuştur, yol ve yöntemleri bununla uyumludur, sloganlarına hep bu sınırlılık egemendir. Kısacası o anti-kapitalist değildir. Kapitalist aşırı sömürüyü bir parça sınırlamak, demokratik hakları genişletmek, yani düzenin sınırlarını aşmayan bazı iyileştirmeler yapmak; Syriza’nın ve Yunanistan hükümetinin sınırları bundan ibarettir. Syriza’nın hedeflerini de anlatan popüler, "Yeni ve adil Avrupa", "Yeni ve adil Yunanistan" gibi şiarlar ile Ecevit’in 60’lı ve 70’li yılardaki "İnsanca ve hakça bir düzen", "Toprak işleyenin, su kullananın" şiarları arasında bir benzerlik vardır. Hepsi de eninde sonunda temel gerçeklerle karşı karşıya gelirler, önce bir parça direnirler, ama zaman içinde düzenle uzlaşma siyaseti güderler, adım adım yozlaşarak borçlu oldukları yığınlara yabancılaşırlar. Bir adım sonrası ise, düzenin koltuk değneği olmaktır, emekçileri düzene bağlamada ve dizginlemede bir köprü vazifesi görmektir. Syriza da bugünkü programı ve çizgisini korudukça adeta bir kaçınılmazlıkla eninde sonunda aynı akıbetle karşı karşıya gelecektir.

Öte yandan, dünyada ve de Yunanistan’ın bir parçası olduğu Avrupa’da koşullar, sosyal yıkım politikalarında bir yumuşamaya, bir barışa, adil bir düzen kurmaya uygun değildir. Tam tersine çelişkiler daha da derinleşmektedir, barış değil çatışma esastır ve çelişkiler giderek daha da keskinleşmektedir. Adil bir düzen ise kapitalizmin doğasına aykırıdır. Kaldı ki, Avrupa’da burjuva demokrasisi yavaş yavaş yerini kopkoyu bir siyasal gericiliğe bırakıyor. Düne kadar demokrasinin mabetleri olarak sunulan tüm Avrupa devletleri birer polis devletine dönüşmüş bulunuyor. Her yere barbarlık düzeni hakimdir. Bu arada, sömürü, soygun ve yıkım politikaları geri çekilmeyecek, daha da acımasız biçimde uygulanmaya devam edilecektir. En başta Yunanistan olmak üzere, Avrupa’yı boydan boya sarsan proleter kitle hareketleri tam da bu saldırılara verilmiş bir cevaptır.

Avrupa burjuvazisi bunun bilincindedir ve bunun korkusunu da en çok Avrupa burjuvazisi duymaktadır. Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, Syriza’dan çok bundan korkmaktadırlar. Bunu bilerek davranmakta ve güne göre değil, geleceğe göre hazırlanmaktadır. Yunanistan’da halihazırda cereyan eden sınıf ve kitle hareketleri dahi onu çok rahatsız etmektedir. Zira, önü alınmaz, dizginlenmez ve denetim altına alınamazsa, daha tehlikeli hale geleceğini, 'kötü' bir örnek olarak tüm Avrupa’ya sıçrayacağını düşünmektedir. Böylesi bir durumda AB’nin bir dağılma ile yüz yüze geleceği kuvvetli bir ihtimaldir. O halde bu gelişme şimdiden önlenmelidir. Ezilemiyorsa bile, hiç değilse dizginlenmeli, denetim altına alınmalı ve yozlaştırılmalıdır.

AB ve esasta da Almanya şimdiden gardını almıştır. Yeni Yunan hükümeti temsilcilerine karşı ilk tutumları bu açıdan açıklayıcıdır. Alman burjuvazisi sınıf mücadelelerine karşı çok birikimli ve deneyimlidir. Kendi burjuva devrimini sınırlamış, sosyal-demokratların da yardımı ile Alman Kasım devrimini boğmuş, Ekim Devrimi’ne Hitler faşizmi ile cevap vermiş bir burjuvazi ve devlet gerçeğidir söz konusu olan. Bugün de acımasızdır. İki savaşın suçlusudur, ama bir yenisine hazırlanmaktadır. Yunanistan onun için sömürgeleştirilmesi gereken bir ülkedir. İkinci savaş döneminde kalan bir hesabı da vardır Yunanistan halkıyla. Bu nedenle de Yunanistan hükümeti temsilcilerine tavizsiz davranmaktadır. En küçük bir gediğin İspanya’dan Potekiz’e ve İtalya’ya dek tüm öteki ülkelere de örnek olacağını, bunun da AB ve Avro’nun sonu olacağını düşünerek yapmaktadır bunu. AB’nin kimi ülkeleri bir parça esnemeden yana olsalar dahi, tayin edici olan Almanya’nın tutumu çok katı ve nettir. Bu bakımdan da Yunan hükümetinin şansı çok zayıftır.

Sonuç olarak; "sosyal devlet" ve "sosyal Avrupa"ya epeydir elveda denilmiştir. Avrupa’da geçmişin klasik türünden sosyal-demokrat partileri dahi kalmamıştır. Tümü de yozlaşmış, merkez sağ partilere dönüşmüş olup, burjuva iktidarlarının payandası konumuna düşmüşlerdir. Alman sol partisi gibi, bunların yerlerini doldurmak isteyenler dahi klasik sosyal-demokrat bir çizgiyi sürdürememektedirler. Yeni olanlar da, Brezilya’daki Lula örneğinde olduğu gibi, eninde sonunda düzen sınırlarına doğru geri gelmektedirler. Peki ama durum bu denli umutsuz mudur? Elbette ki hayır!

Yunanistan’ın geleceğini devrimci sınıf ve kitle hareketi belirleyecektir

Syriza, Yunanistan’ı ve ötesinde Avrupa’yı sarsıp telaşa düşüren sınıf ve kitle hareketlerinin bir çeşit mahsulüdür. Yani toplama güçlerden oluşmamaktadır. Her biri bir soruna yoğunlaşan ve kitle hareketinin bir tarafını tutan canlı bir organizmadır. Her daim sınıfa ve emekçilere yakın durmuştur. Bu nedenledir ki, emekçi yığınlar devrimci sınıf partisinden yoksunluk koşullarında, kendisiyle az çok uyumlu politikalar izleyen ve pratik tutumlar alan Syriza’yı kendilerine yakın bulmuş ve desteklemişlerdir. O kadar ki, adeta iterek hükümet koltuğuna oturtmuşlardır. Yığınlar ve yığın hareketi, seçim zaferinin de, olası yeni başarıların da, AB, AMB ve IMF çetesine karşı direnmenin de, olmazsa olmaz koşulu ve temel gücüdür.

Yunanistan Hitler faşizmine karşı onurlu bir kavga geleneği olan bir topraktır. Hitler'in vahşetine boyun eğmemiş, devrimin kıyısından dönmüş, iç savaşın acısını yaşamış onurlu ve yiğit bir halk gerçeğine sahiptir. Bu onun tarihsel onuru ve kimliğidir. Bunun kendisi bugün ve gelecek açısından paha biçilmez bir imkandır, güçtür ve avantajdır. Bu tarihsel geleneğe güvenmek ve bundan güç alarak daha ileri gitmek, daha doğru bir anlatımla bugünü aşmak mümkündür. Ancak bu Syriza gibi güçlerin işi değildir. Syriza, bu ara dönemin ortaya çıkardığı, kitle hareketinin adeta ileri ittiği geçici bir duraktır. Bu iş, kelimenin gerçek anlamıyla devrimci bir partinin önderliği altında, diğer emekçi sınıfları da arkasına almış devrimci sınıfın başarabileceği bir iştir.

Günümüzde olmayan da budur. Bu bir büyük eksiklik ve tehlikedir. Ancak giderilemez bir eksiklik de değildir. Zira, Syriza’yı yaratan koşullar aynı zamanda devrimci sınıf hareketini mayalayan bir niteliğe sahiptir, devrimci partilerin oluşmasının da nesnel olarak zeminidir. Her şey bu koşullara uygun konumlanmaya, her alanda ve her bakımdan geleceğe hazırlıklı olmaya bağlıdır.

 

 

 

 

İtalya'dan Libya'ya saldırı

 

Savaş çığırtkanlığı yapan İtalya Dışişleri Bakanı Paolo Gentiloni, ‘savaşmaya hazırız’ mesajı verdi.

İtalyan emperyalizmi, eski sömürgesi olan Libya’ya karşı işgal planları yapmaya başladı. 2011’de Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle sonuçlanan emperyalist saldırıda da yer alan İtalya, iç savaş çıkmasına neden oldukları ülkeye yönelik tekrar saldırıda bulunabileceklerinin sinyalini verdi.

Gentiloni, açıklamalar yaparak Libya’daki iç savaşın kendilerini de “tehdit ettiğini” savundu. Gentiloni, “İtalya’dan tekneyle birkaç saatlik mesafede aktif bir terör tehdidinin var olması fikrini kabul edemeyiz” ifadelerini kullandı.

Birleşmiş Milletler’in Libya’daki arabuluculuk faaliyetlerini desteklediklerini belirten Dışişleri Bakanı, “Ancak bir orta yol bulmak mümkün olmazsa daha fazlasını yapmak için meseleyi BM ile birlikte ele almak gerekir. İtalya uluslararası meşruiyeti olan bir bağlamda savaşmaya hazırdır” dedi.

Malta Başbakanı Joseph Muscat da BM tarafından yapılacak bir saldırıya İtalya’nın katılmasından ‘memnun’ olacaklarını ve ‘kendi rollerini oynayacaklarını’ kaydetti.

İtalya Başbakanı Matteo Renzi de geçtiğimiz günlerde Akdeniz’de 400’e yakın göçmenin hayatını kaybetmesini suistimal ederek sorunun kaynağını Libya olarak göstermeye çalışmıştı. “Bu sorun Libya’daki sorun çözülene kadar çözüme kavuşmayacak” diyen Renzi, sorunu AB gündemine de taşıyacağını belirterek askeri müdahalenin de sinyalini vermişti.

 

 

 

 

‘Eğit donat’ anlaşmasında sona gelindi

 

Emperyalistler ve işbirlikçisi Türk sermaye devletinin Suriye’de Esad rejimine karşı desteklediği gerici çetelerin eğitimi konusunda ABD ile Türkiye arasında imzalanacak anlaşmada sona gelindi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, 18 Şubat günü konuyla ilgili bir soru üzerine şunları söyledi: “Türkiye ile Suriyeli muhalefet gruplarının eğitilmesi ve teçhizatlandırılması konusunda prensip anlaşmasına vardığımızı teyit edebilirim. Daha önce açıkladığımız gibi, Türkiye, ılımlı Suriyeli muhalif gruplara yönelik eğit donat programı için bölgesel ev sahiplerinden biri olmayı kabul etmişti. Türkiye ile anlaşmayı yakında neticelendirerek imzalamayı bekliyoruz.”

Psaki, Kırşehir’de yapılacak eğitimlerin Mart ayında başlamasının planlandığını belirtti.

 
§