20 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/07

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!
Devrimci bir bahar mücadelesi!
Özgecan’ın hesabını sormak için örgütlü mücadeleye!
İdam tartışmaları üzerine - B. Olgun
İşçi ve emekçiler vahşete karşı sokaktaydı!
Özgecan’ın kentinde büyüyen öfke!
Metal grevi ve reformist sol
“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”
Grev yasağı ve sonrası
Ezber bozan sınıf ve AKP’nin oyunları
Yapı yükseliyor
Yeni mücadele sahaları ve Bilecik
Yeni Yunan hükümeti ve parolası: "Ne itaat, ne çatışma"
Ukrayna: Hegemonya savaşının yeni sahnesi
Gerici Körfez rejimlerinin Yemen telaşı
Almanya'da metal işkolundaki uyarı grevleri ve işçileri bekleyen tehlike
"Etkinlikte işçiler güçlerini gördüler"
8 Mart'ta mücadele alanlarına!
Kapitalizmin kâr yasaları kadının köleliğinin sürmesidir
Ankara EKK'nın 8 Mart programı
Liselerde Özgecan fotoğraflarına engelleme!
"Burjuva gericiliği katiller yaratmaya devam ediyor..."
Eğitimde gericiliğe karşı okul boykotu!
Başkaldıran dizelerin işçisi - K.Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!

 

6-8 Ekim Kobanê eylemlerinden sonra gündeme getirilen “İç Güvenlik Paketi” geçtiğimiz hafta meclis genel kurulunda görüşülmeye başlandı. Dinci-gerici partinin açıklamalarına göre meclis genel kurulu 19-27 Şubat ile 2-6 Mart tarihleri arasında paketi görüşmeye devam edecek.

Dinci-gerici iktidarın yasayı çıkarmak konusundaki kararlılığı, en yetkili isimleri tarafından her vesileyle dile getirilmişti. AKP’nin yasayı çıkarmak konusundaki gözü dönmüşlüğü 17 Şubat’taki kapalı oturumda HDP ve CHP’li vekillere yönelik saldırılarıyla bir kez daha görüldü. Sözde milletin olan mecliste görüşmelerin millete kapalı tutulması, yasanın “aziz millete” ne getireceğini gösteriyor zaten. Tabii 5 milletvekilinin yaralandığı son saldırı, kapalı oturumun gerekçelerinden birini de açığa çıkarttı. Her ne hikmetse bu kez MHP gibi bir koltuk değneğinin desteğini bile alamadığı bir yasayı çıkarmak için, mecliste şiddet de dahil her yolu kullanmak için en uygunu kapalı oturumdu.

İç güvenlik”ten kasıt faşist baskı ve
polis rejimini yoğunlaştırmaktır

Bilindiği gibi paket, başta devrimci kitle eylemleri olmak üzere her türlü toplumsal muhalefete karşı devlet terörü ve faşist baskıyı yasal zırha büründürmeyi amaçlıyor. Örneğin gösterilere taş, sopa, sapan, demir bilye ile havai fişek, yakıcı, yaralayıcı maddelerle katılanlara veya yüzlerini bez ve benzeri unsurlarla tanınmayacak biçimde kapatanlara 2.5 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Pakette, molotof silah olarak kabul ediliyor ve molotof atanlara karşı polise silah kullanma yetkisi tanınıyor.

Polise tanınan haklardan bir diğeri de toplumsal olayları önlemek için kişilerin bulundukları yerden geçici olarak uzaklaştırabilmesi veya bir yere girmelerinin engellenmesi. Toplumsal olaylar sırasında alınan tedbirlere uymayanlara ise 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Geçmiş örnekleri 1 Mayıslarda görülen fiili OHAL’ler ve sokağa çıkma yasakları böylece yasal zırha kavuşturulmuş olacak.

Ayrıca polise yalnızca savcı veya hakim değil, kaymakam ve vali gibi mülki idare amirleri de arama izni verebilecek. Pakette polis okulları ve jandarma ile ilgili yer alan düzenlemeler ise AKP’nin düzen kolluğunda tam kontrol isteğinin bir yansıması.

Koltuk değneğinin muhalefeti

Düzenin faşist partilerinden MHP’yi ürküten, elbette toplumsal mücadeleye karşı olan maddeler değil, özellikle AKP’nin tam denetimindeki mülki amirlere tanınan yetkiler ile kolluk güçlerinin tam kontrolü konusundaki düzenlemelerdir. Her zaman olduğu gibi AKP’ye muhalefeti Kürt düşmanlığı üzerinden yapan MHP’nin grup başkanvekili, “Derdiniz molotof ise ki biz de bunu destekliyoruz. Demir bilye peki bakır olduğu zaman ne olacak? Bunlarla ilgili MHP olarak bunlara tam destek veriyoruz ama bunlar ekseninde sen kalkıp bizi izleme ve dinlemeyi meşrulaştırarak, vatandaşların gözaltına alınmasına, insanın hürriyetini kısıtlayan ceberut korku devleti oluşturan bu devlet yönetim anlayışına karşı hukuk devletini savunuyoruz” diyerek bunu açıkça itiraf ediyor. Yani korkuları kendileriyle ilgili. Yoksa “aziz milletin” zapturapt altına alınmasını en az dinci-gerici partinin gerçek şefi Erdoğan kadar istiyorlar.

Dinci-gericiliğin “demokratikleşme”
maskesinin sonu

AKP iktidarının yasayı çıkarmak konusunda gözünü kan bürüyecek derecede kararlılık sergilemesi, yalnızca despotik genetiğinden kaynaklanmıyor elbette. Dinci-gerici parti, zamanında ve iktidarlaşmanın kritik evrelerini başarıyla tamamlaması için gerekli uzun bir süre boyunca “demokrasi” balonları şişirmekten de geri durmadı. Seçimleri kazandığı ilk dönemde “AB’ye uyum, demokratikleşme, açılım” gibi yalanlar eşliğinde düzenin ihtiyaç duyduğu faşist baskı ve zorbalık yasalarını peşpeşe çıkarmıştı.

Bütün bunlar solun önemli bir kesiminin gözlerini bile kör edebilmiş, yanılsamalar yaratabilmişti. Rejim içi dalaşmada 2007’den itibaren girilen kritik evreden sonra bile devam eden bir körleşmeydi bu. Şimdinin düşman ikizleri fetullahçılar ile tayyipçilerin gerici koalisyonunun, derin devleti ele geçirme ya da yeniden yapılandırma manevraları olarak gündeme gelen Ergenekon benzeri operasyonları, gözlere inen perdenin iyice kalınlaşmasını sağlamıştı. Öyle ki AKP iktidarı 2007’de PVSK’yı yenileyip polisin tasmalarını gevşettiği, polisin cinayet işlemesinin yolunu iyice düzlediği, polis devleti uygulamalarında geçmişe rahmet okutacak bir sürecin önünü açtığı halde yıllarca “demokratikleşme, açılım, çözüm” iradesi olarak görüldü.

Dinci-gericiliğin körleştirici perdesini, ancak 2013 Haziran Direnişi yırtabildi. Üstelik sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada da…

AKP’nin çaresiz despotizmine yasal zırh

Haziran Direnişi nedeniyle, dinci-gerici iktidarın tüm sahte maskeleri bir yana bırakıp özündeki faşizmi, zorbalığı, despotizmi önplana çıkarmasından başka bir çaresi kalmadı. 12 yıllık iktidarı boyunca ekonomide yarattığı yıkımların, sosyal ve kültürel yaşamda gerçekleştirdiği gerilemenin, siyasal planda sergilediği despotizmin biriktirdiği tepki, toplumun önemli bir kesiminde sürekli bir hareketliliğe dönüştü. AKP iktidarı, hiçbir alanda esneme payı kalmadığı ölçüde, daha pervasız, şiddetli, acımasız ve maskelenmemiş zorbalıkla gücünü ve mevzilerini korumaya çalışıyor.

“İç Güvenlik Reform Paketi” son yıllara damgasını vuran bu zorbalığa yasal kılıf oluşturmaktan başka bir şey değil. Yoksa AKP iktidarı yönetimindeki Türkiye’de fiilen ve alenen polis devleti rejimi yürürlüktedir. Fetullahçılarla iç iktidar kavgasının geriye dönülemez aşaması olan 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla birlikte, bu açıdan tam bir sıçrama yaşanmıştı. İç dalaşma neticesinde tüm çirkefleri ortalığa saçılan dinci-gerici ortakların her biri, ötekini altetmek için burjuva düzenin tüm resmi normlarını en kaba şekilde çiğnemekten geri durmadı. AKP şefi ve müritleri, devlet gücünü kullanırken sınır diye bir şey tanımadılar, tanımıyorlar. Artık Türkiye’de burjuva düzenin ve hukukunun biçimsel normları diye bir şey bile kalmadı.

Dinci-gerici zorbalığın kaynağında
acizlik ve korku var

Siyaseten bilinir ki egemendeki zorbalık, acizlik ve korkunun en temel yansımasıdır. AKP acz içindedir, zira sınıf ve emekçi kitlelerde, kadınlarda, gençlerde, Kürt halkında birikmiş öfkeyi-tepkiyi herhangi bir şekilde yatıştırabilecek bir “vizyonu” kalmamıştır. Demokrasicilik oynama devri çoktan kapanmış durumda. Servet-sefalet uçurumu büyümekte, işsizlik rakamları katlanmakta, iç-dış borçlarda rekorlar kırılmaktadır. Böylesi bir ekonomi politika üzerinde ayakta kalabilmek için de daha ağır çalışma koşulları, taşeronluğa dayalı esnek çalışmanın yaygınlaşması, düşük ücretler, güvencesiz çalışma vb., yani daha yoğun sömürü ve kölelik dayatmak dışında bir seçenek yoktur. Bu ise siyasi hak ve özgürlükler alanında faşist baskı, devlet terörü ve gerici zorbalıkla uygulanabilir.

AKP korku içindedir, zira son birbuçuk yıldır yüreğini ağzına getiren bir toplumsal çalkantı atmosferiyle karşı karşıyadır. Her olay toplumsal bir patlama sebebi olmaya adaydır; Berkin Elvan’ın ölümü, Soma ve Torunlar’daki iş cinayetleri, Kobanê’ye saldırganlık, kadın cinayetleri gibi… Toplumun yarısının, üstelik dinamik ve hareketli olan kesiminin, kendisini bir kaşık suda boğacak denli nefretini kazanmıştır.

Ve bunlara bir de emperyalist efendilerin eski desteğini kaybetmiş olmanın, gözden çıkarılmanın, bölge halklarının nefretini kazanmanın, dış politikada yalnızlaşmanın, örselenmenin, rezaletlere imza atmanın çaresizliğini ve korkularını eklemek gerekir.

Hayat memat meselesi saydığı bir seçim döneminde, bütün bu olgular dinci-gerici iktidarı alabildiğine saldırganlaştırmakta ve her türlü ölçüyü bir yana bırakmaya itmektedir. Onun korkularını gerçeğe çevirmek içinse, sandık hesapları, meclis düelloları değil, ekseninde işçi sınıfının olduğu devrimci kitle mücadeleleri gerekiyor. Ayrıca unutmamalı ki özgürlük ve demokrasinin alanını, burjuva yasalarındaki maddeler (ki her fırsatta bizzat sahipleri tarafından paçavraya çevrilmektedirler) değil, işçi ve emekçi kitleler ile tüm ezilenlerin militanca yürüttüğü fiili-meşru mücadeleler belirler. Komünistler olarak her türlü olanağı ve gücü değerlendirerek, tüm alanlarda bu mücadeleyi örgütlemekle yükümlüyüz.

 
§