12 Aralık 2014
Sayı: KB 2014/49

Faşist baskıya ve gerici zorbalığa karşı birleşik-militan mücadeleye!
Dink’in faili devlettir!
'İç güvenlik' yasası: Devlet terörü!
Baskı ve terörde pilot bölge Yüksekova
İnsanca yaşam için mücadeleye!
Aslolan işçi sınıfının mücadele yasalarıdır
DİSK-AR: 75 kuruşa bir öğün!
Yatağan’ın gösterdiği - K. Toprak
“Maceracılık” söylemiyle saklanan ihanet! - T. Kor
Yatağan direnişinin özeti
TEKEL’den Yatağan’a 4C köleliği
“Ölen de yargılanan da işçi oluyor”
Çelik yine işçiyi suçladı
Ramsey’de sendikalı işçi kıyımı
Devrimci Gençlik Birliği 1. Genel Kurulu tebliğlerinden...
“Sokakta parçalayalım!”
Eğitimde gericilik tahkim ediliyor
Eğitimde tam gaz gericileşme
“Şura kararlarını engellemek için fiili-meşru mücadele”
Kapitalizmi zor günler bekliyor!
Dünyada işçi, emekçi, gençlik eylemleri
Kapitalizm 230 milyon çocuğu savaş ve salgına sürükledi
"Ortak irade ve davranış birliğini geliştireceğiz!"
“Türkiye’de aile içi şiddet teşvik ediliyor”
İnsan hakları kavramına sınıfsal bir bakış - K. Ehram
Komünist tutsak Kara’ya müebbet hapis cezası!
Erdel Eren kavgamızda yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amerika’da ve her yerde...

Kapitalizmi zor günler bekliyor!

 

ABD’nin Ferguson kentinde, Michael Brown adlı siyahi bir gencin vurulmasıyla başlayan protesto ve isyan hareketleri, davayı inceleyen jürinin tetiği çeken polisi aklamasının ardından yeniden canlandı. Ağırlığını siyahilerin oluşturduğu binlerce kişi, başta Ferguson’da olmak üzere pek çok yerde yeniden sokaklara çıktılar, öfke yüklü olarak jüriyi ve polisi protesto ettiler.

Bu kez protestolar bu sınırlarda kalmadı. Tepki öncekilerden de büyüktü. Dahası yeni güçleri kapsıyordu ve daha yaygın biçimde kendisini ortaya koydu. En dikkate değer yanı ise, protestoların bu kez, işçi ve sendika düşmanlığı ile ünlenmiş Walmart gibi kapitalist şirketlere yönelmiş olmasıdır. Nitekim, bu yeni protestolar sadece siyahi gencin yargısız infazının hesabını sorma sınırlarını aşarak, kölece çalışma koşullarının hakim olduğu Walmart başta olmak üzere, kapitalist şirketlerdeki çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi, asgari ücretlerde bir artışa gidilmesi gibi talepleri de içeriyor.

Walmart adlı işçi düşmanı kapitalist tekelin önünde eylem yapmak, toplumun dikkatini servet-sefalet arasındaki devasa uçuruma çekmek, kitleleri bu şirketleri boykot ederek alış-veriş yapmamaya çağırmak, bu tekele ait mağazaların kapılarını zincirlemek, kimi yerlerde ise kendilerini tren raylarına zincirleyip seferleri aksatmak ve trafiği kapamak... Protestoların bu defaki biçimleri bunlar oldu.

Siyahi genç Michael Brown’ı katleden katil polis istifa etti. Ancak bu da olayların durmasına yetmedi. Protestolar daha geniş kesimleri de içine alarak ve Amerika’nın irili-ufaklı pek çok yerine yayılarak devam etti.

Irk savaşı değil sınıf savaşı!

Amerika dünyanın en gelişmiş, sözde modern dünyanın lideri bir ülkedir. Kapitalist dünyanın kabesi olarak bilinir. Kimi zaman zenginliğinden dolayı ondan bir rüyalar ülkesi olarak söz edilir, kimi zaman da demokrasinin mabedi olarak propagandası yapılır. Amerikan demokrasisi sözü meşhurdur ve her fırsatta örnek gösterilir. Nedir ki, bu büyük bir yanılsamadır.

Şöyle ki, siyahi genç Michael Brown’ı vuran polisin bir ırkçı olduğu kesindir. Ferguson kentindeki polis teşkilatının benzeri polislerden oluşan bir teşkilat olduğu da bir veridir. Ancak bunlar, kapitalist dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, örneğin Avrupa’da, Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde olduğu gibi, Amerika’da da ırkçılığın bir devlet politikası olduğundan, küresel krizin derinleşmesi ile daha da güçlenip somut ve yakın bir tehlike haline gelmesinden ayrı ele alınacak bir durum değildir. Tam tersine, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kaynağı kapitalizmdir ve ırkçı akımlar da bu batakta üremektedirler. Amerika’daki siyahi düşmanı ırkçılık da, Amerikan kapitalizmi denen bataklıkta üremektedir. Ve denilebilir ki, günümüzde, ırkçılığın en yaygın ve en güçlü olduğu, ırkçı akımların en fazla olduğu ülke Amerika’dır. Amerika’da ırkçılık gitgide büyük bir tehlike haline gelmektedir ve bundan böyle oluşturacağı tehlike daha da vahim boyutlar kazanacaktır.

Amerika eskiden beri siyah-beyaz çatışmasına sahne olan bir ülkedir. ‘60’lı yıllar ırkçılık karşıtı büyük gösterilere tanık olmuştur. Dünyanın en acımasız ırkçı akımları ve örgütleri burada ortaya çıkmış, en dramatik olaylar burada yaşanmıştır. Yani, Amerika’da ırkçılığın geçmiş temeli de bulunmaktadır. Fakat, bu gerçeğin sadece görünen tarafıdır. Oysa ki, gerçeğin başka bir yüzü daha vardır.

Kapitalizm katmerli sömürü demektir, baskı demektir. Özellikle kriz dönemlerinde tam bir kabus haline gelen kitlesel boyutlarda işsizlik demektir. Açlık, yokluk ve yoksulluk, onur kırıcı bir sefalet ücreti demektir. Servet ve sefalet arasındaki mesafenin tam bir uçuruma dönüşmesi, gitgide büyüyen eşitsizlik ve isyan ettirici boyutlarda bir adaletsizlik demektir. Bir yandan konutsuzluk ve bunun dolaysız sonucu olarak milyonlarca insanın sokaklarda yatması, diğer tarafta ise, gökdelenler ve zenginlere ait villalar demektir. Bir yanda çöp konteynerlerinde yiyecek arar hale gelen aç ve yoksul insanlar, diğer yandan sefahat içinde yaşayan burjuvalar vardır.

Tüm lehte propagandaların aksine, Amerika denen “rüyalar ülkesi”nin gerçek tablosu budur. Amerika, tüm bu gerçeklerin en çok, en yaygın ve en çarpıcı biçimde görülebileceği bir ülkedir. Sanılanın tersine Amerika’da yoksulluk diz boyudur ve Ebola virüsünden daha hızlı yayılmaktadır. Bir nüfus sayımı raporuna göre Amerika’da 50 milyon yoksul var. Bunun içindir ki, Amerika’da toplumsal çelişkiler daha derin, çatışmalar daha sert, toplum her yerdekinden daha bir öfke yüklüdür.

Amerika’da canı yananların başında siyahi nüfusun gelmesi, en öfkeli olanların onlar olması, en önce onların sokağa çıkması çok doğaldır. Ancak, siyah aynı zamanda bir işçidir. Siyah ırk geçmişte köleydi, şimdi ise modern köledir. Kapitalizm için işçinin renginin siyah ya da beyaz olmasının hiç ama hiç önemi yoktur. İkisi de ücretli köledirler ve ikisi de kapitalist yoğun sömürünün nesneleridir onlar için. Ne var ki, kapitalist sınıf ırk ve renk ayrımını kaşımaktan, kışkırtmaktan ve kendi sefil çıkarları için kullanmaktan vazgeçmez. Tersine, bu konuda ayrımcı politikalar izler, sınıfı bir de renk ve ırkına göre böler. Hedefi ise, sınıfın gücünü ve sınıf mücadelesini zayıflatmaktır. Amacı dikkatleri gerçek alandan, yani sınıf mücadelesinden uzaklaştırmaktır, görülür olmasını engellemektir. Mücadeleyi bir ırk savaşı olarak topluma sunmaktır, mücadelenin hedefini saptırmaktır. Amerika geçmişten beri bunu yapma deneyimine sahip bir ülkedir. Krizin en çok derinleştiği koşullarda bunu yaptığı ise bilinen bir diğer gerçektir.

Michael Brown’ı vuran polisin ardından başlayan yeni protesto gösterileri, bu gerçeklerin bir doğrulanmasıdır. Siyah olanı da dahil olmak üzere, ortaya konan öfkenin temelinde sömürü, işsizlik, açlık ve yoksulluk, gelir adaletsizliği vb. toplumsal sorunlardan kaynaklanan sınıfsal öfke yatmaktadır. Protestoların işçi düşmanı kapitalist tekellere yönelmesi, göstericilerin başta işçi ücretlerinde artış talep etmeleri olmak üzere, çalışma ve yaşam koşullarında iyileştirme talebinde bulunmaları, toplumdaki gelir adaletsizliğine dikkati çekmeleri ve bunları yapanların yalnızca siyahlar olmayıp, hatırı sayılır oranda beyaz insanların da olması bunun en dolaysız kanıtıdır.

Amerika bir polis devletidir

Tüm gelişmiş kapitalist ülkelerdeki burjuva demokrasisi üzerine hikayeler anlatılır, onlardan övgüyle söz edilir. Hepsinin de demokrasinin birer mabedi olduğu sanılır. Bu aynı şeyler Amerikan demokrasisi/devleti için de ileri sürülmektedir. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Michael Brown’ın ırkçı-faşist bir polis tarafından infaz edilmesinin ardından patlak veren olaylar, diğer şeylerin yanı sıra Amerikan demokrasisi denen şeyin de gerçek mahiyetini ve niteliğini açığa çıkartmıştır.

Her yerde kopkoyu bir siyasal gericilik egemen hale geliyor. Polis devleti uygulamaları hız kazanıyor. En demokratik (!) devletler dahi giderek bir faşist polis devletine dönüşüyor. Deyim uygunsa, günümüzde, burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki sınırlar oldukça silik hale gelmiştir. Parlamenter sistem, icabında örtündükleri şal fırlatılıp atılınca altında faşizmin kanlı dişleri ortaya çıkıyor. Dahası, kapitalist tüm ülkelerde, militarizm azdırılmış olup, çılgınlık düzeyinde bir silahlanma yarışının içine girilmiştir. Emperyalist saldırganlık ve savaş dizginlerinden boşalmış, her yere emperyalist işgal orduları gönderilmektedir. Ekonomiler hızla birer savaş ekonomisine dönüşüyor. Yoğun ve hararetli bir savaş hazırlığı yürütülüyor.

Hiç kuşkusuz tüm bu hazırlıklar sadece dışa dönük değil. Olayların akış yönünü ve gelecekte alacağı muhtemel biçimleri biliyorlar, açıkça bir sınıf savaşı beklentileri var. Bir korkuları var. Bu korku ise yeni yeni mayalanan sınıf mücadeleleridir. Dolayısıyla buna göre de hazırlanıyorlar. Polisi bu nedenle teçhizatlandırıyorlar. Onu daha geniş yetkilerle donatmaları da bu nedenledir. Sadece geri ülkelerde değil, sözde demokrasinin mabedi ülkelerde de polise öldürme hakkı veriyorlar ve bunu meşrulaştırıyorlar.

Amerika’nın Afganistan, Irak, Libya ve dünyanın pek çok yerinde "demokrasi ve insan hakları götürüyoruz" yalanı ile gerçekleştirdiği emperyalist işgaller sırasında yerli halka dönük uygulamaları, Guantanamo cezaevinde uygulanan işkenceler, tecavüzler ve onur kırıcı diğer icraatlar da, Amerika demokrasisinin ne menem bir şey olduğunu anlatmaktadır.

Devletlerin ve rejimlerin renginin, başındakinin renk ve ırkının hiç mi hiç önemi bulunmamaktadır. Aslolan onun sınıf karakteridir. Hangi sınıfın devleti olduğu ve hangi sınıfa hizmet edildiği önemlidir. Her beyaz ve her siyah, kaçınılmaz olarak devlet adına, bir sınıf adına işbaşına gelir. Onlar Amerika’nın en büyük birkaç tekelinin temsilcileridirler. Gerçek iktidar bu tekellerdir ve hangi renkten ve ırktan olursa olsunlar bu gerçek iktidara hizmet ederler. Onlar bir Amerikalı’dırlar ve gerçek hayatta geçerli olan budur. Onlar da bunu unutmadıkları ve kendilerine biçilen misyonu yerine getirdikleri sürece işbaşında kalırlar. Bundan başka bir şansları da yoktur.

Örneğin, bugün Amerika’nın başında Barak Obama adlı bir siyahi başkan vardır. Obama işbaşına geldiğinde Amerikalı siyahiler ve başka yerlerdekiler için bir umut olmuştu. Keza Afro-Amerikalılar, göçmenler, Müslümanlar ve hatta yoksullar da iyimserlik içine girmişlerdi. Tümü de büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Obama’nın hayal kırıklığı yaşattığı tüm bu toplumsal kesimlerin Obama’ya cevabı ise, seçimlere katılmamak, ona oy vermeye gitmeyerek onu cezalandırmak oldu.

Amerika’yı sert sınıf mücadeleleri bekliyor

Her yerde ve Amerika’da fay hatlarında sürekli enerji birikiyor. Bir vesileyle ve her biri kendisine özgü biçimler alarak öfkeyi dışa da vuruyorlar. Bundan sonra da yeni kırılmalar yaşanacaktır. Şimdi yaşananlar sadece gelecekteki daha büyük sarsıntıların ilk örnekleridir.

Ne yazık ki, Tunus ve Mısır başta olmak üzere, dünyadaki önemli tüm kalkışmalar eninde sonunda kırılıyor ya da aldatıcı kimi manevralarla gerisin geri sistemin içine çekiliyorlar. Hatta ve hatta sitemin yeniden restorasyonunun bir imkanı haline getirilmek gibi talihsiz bir uygulamanın kurbanı oluyorlar. Zira devrimci bir partiden, devrimci bir programdan ve hedeften yoksunlar, kalkışmaya damgasını vuran sınıf her bakımdan hazırlığını yapmış bir işçi sınıfı değil.

Bu aynı şey Amerika için de geçerlidir. Amerika’nın siyahi öfkesi de, gitgide biriken yoksul tepkisi de halihazırda bu tür bir önderlikten yoksundur. Kapitalist sembollere, şirketlere, banka ve borsalara, kapitalist sınıfın temsilcisi politikacılara yönelen eylemler de, tüm potansiyel imkanlarına karşın, bu çıplak gerçeği değiştirmiyor. Her yerde devrimci sınıf ve devrimci sınıfın hazırlığı ile sınıfa önderlik edecek olan devrimci parti yakıcı bir ihtiyaçtır. En yakıcı görev ve sorumluluk ise, bu ihtiyacı karşılamak üzere seferberliği büyütmektir.

 

 

 

 

ABD’de öfke dinmiyor

 

ABD’de polis tarafından katledilen siyahi Eric Garner’la ilgili yürütülen soruşturmada, jüri bir kez daha katil polisi korudu. New York kentinin Staten Island bölgesinde 17 Temmuz’da kaçak sigara sattığı gerekçesiyle polislerin hedefi olan Garner, gözaltına alınmaya çalışılmış, bu sırada boğazı sıkılarak katledilmişti.

ABD Adalet Bakanlığı ise Michael Brown kararının ardından gerçekleşen militan eylemlerin tekrarlanması korkusu ile Garner cinayetinde federal soruşturma başlatma kararı aldı.

Açıklamanın ardından 4 Aralık günü birçok kentte eylemler düzenlendi. New York’ta Times Meydanı’nda toplanan yüzlerce kişi Rockefeller Center’a yürüdü. Eylemciler, geleneksel Noel ağacı ışıklandırma töreninin iptal edilmesini isterken polis kitlenin alana girmesine izin vermedi. Bunun üzerine kitle siyahi nüfusun yoğun olduğu Harlem’e doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında zaman zaman oturma eylemleri yapılarak yol kesildi. Harlem’e gelindiğinde ise eylem semtte bulunan bir karakol önünde sürdürüldü.

New York ile New Jersey’i birbirine bağlayan Lincoln Tüneli'ni kapatmak isteyen eylemciler ise polis saldırısına uğradı. Grand Central İstasyonu’nun karşısında caddede yere yatılarak polis katliamlarına dikkat çekildi. 30’u aşkın eylemci gözaltına alındı. Staten Island’daki eylemdeyse Garner’ın katledildiği noktaya çiçek bırakan ve mum diken protestocular adalet sistemine eleştiriler yöneltti. Başkent Washington’da Beyaz Saray önünde toplanan yüzlerce kişi de sloganlarla caddeleri dolaşıp belirli kavşakları trafiğe kapatarak Eric Garner ve Michael Brown’ın katledilmesini kınadı. Washington’ın ana meydanlarından Dupont Circle’a yürüyen eylemciler, elleri havada meydan etrafındaki yollarda dizilerek trafiğin akışını engelledi.

Adalet Bakanlığı şiddeti itiraf etti

ABD devleti basınç nedeniyle polis şiddetine karşı adımlar atacağını duyurdu. New York Belediyesi, 20 bin polisi eğitimden geçirme sözü verdi. ABD Adalet Bakanlığı, geçen ay polisin elinde oyuncak silah olan 12 yaşında bir çocuğu da öldürdüğü Cleveland kentinde, polislerin “sıkça ve sistematik şekilde aşırı ve gereğinden fazla güç kullandığını” saptadı.

6 Aralık’ta New York’ta Columbus Circle’da toplanan eylemciler 5. Cadde’deki Apple mağazasına girerek eylem yaptı. 200’ün üzerinde eylemci gözaltına alındı.

Avrupa'da da eylemler düzenlendi. 7 Aralık günü Paris’te Eyfel Kulesi’nin yakınlarındaki Trocadero Meydanı’nda toplanan kitle “Ateş etme”, “21. Yüzyılın linçi”, “Ferguson Paris’te” gibi dövizler taşıdı. 9 Aralık günü ise Berkeley’de yaklaşık bin 500 kişi bir araya gelerek ırkçı cinayetleri protesto etti. Eylemciler ile polis arasında çatışmalar yaşandı.

 

 

 

 

Meksika’da eylem planı

 

Geçtiğimiz eylül ayında Meksika’nın Guerrero Eyaleti’nde bir protestoya katılmaları sonrası 43 öğrenci çeteler tarafından kaybedilmişti. O günden beri ülkedeki sosyal medya kullanıcıları arasında #Yamecanse (#Bıktım) etiketi giderek yaygınlaştı ve bir protesto biçimini aldı.

Başsavcı Jesus Murillo Karam’ın, öğrencilerin kaybolmasının ardından düzenlediği basın açıklamasında kullandığı “Bıktım” ifadesinin ardından yaygınlaşan ‘etiket’ eylemine dakikalar içinde binlerce Meksikalı, “Bıktım” etiketiyle artık kayıp öğrencilere ne olduğuna dair bir açıklama beklediklerini söyleyen yorumları paylaştı.

Kaybedilen 43 öğrenciden birinin cesedi teşhis edildi. Alexander Mora Venancio’nun cesedine Cocula’da bir toplu mezarda ulaşıldı. Arjantinli adli tıp uzmanlarının DNA incelemeleriyle Venancio teşhis edildi. Toplu mezardaki diğer cesetler üzerindeki DNA testleri sürüyor.

Mexico City’deki eyleme Alexander Mora Venancio’nun babası da katılırken aileler adına söz alan Felipe de la Cruz, şunları söyledi: “Biz Alexander için ağlamıyoruz, tam tersine onun gidişi ülkemizde derin değişiklik yaratacak devrimin üzerindeki bir çiçek olacak. Nerede olursa olsun şunu bilmeli kayıpların babaları ve aileleri olarak biz onlar adına adalet sağlanana kadar durmayacağız.”

CNTE üyesi eğitim emekçileri ise yakaladıkları 12 ajanı, bağlayarak kitleye teşhir etti.

43 öğrencinin ailelerinin avukatı ve aynı zamanda Tlachinollan adlı insan hakları örgütü temsilcisi Vidulfo Rosales, saldırıda milli güvenlik güçlerinin parmağı olduğuna dair yeterli delillerin olduğunu açıkladı.

Milli Halk Meclisi (ANP – Assamblea Nacional Popular) 43 öğrenci için hazırladığı‚ Genel Eylem Planı’nı duyurdu. ANP ve bağlı 15 örgüt bu eylem planıyla kaçırılan öğrencilerin aileleriyle dayanışmalarını dile getirmek istiyor. Geçen hafta Cumartesi günü, Guerrero eyaletine bağlı altı kentte yerel konseylerin oluşturulmasıyla ilk eylem gerçekleşti.

 
§