13 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/48

“Çözüm süreci” ve Öcalan’ın Gever açıklaması..
Erbil’deki hesap Bağdat’tan döndü!
Ecel korkusu pervasızlaştırıyor!
Hak ve özgürlükler mücadele ile kazanılır!
“Yargılanan değil, yargılayan olacaklar!”
Maraş Katliamı’nı unutmadık, unutturmayacağız!
‘Kızılelma’ ve Alevi gerçekleri
Kazanmak için bir adım ileri!
Asgari ücret görüşmeleri başladı
Sefalet ücretine hayır!
Saldırı paketi, güç dengeleri ve sendikal hareket...
“İşçi sınıfı kazanılmış hakları konusunda ortaya bir irade koydu!”
Grev, soluklu bir mücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir
Köksüz bir yazarın kök arayışı - 2 K.Toprak
Mandela; düzene karşı direnişten düzenle uzlaşmaya...
ABD yönetimi ‘yeni bütçe krizi’ telaşında
Bölgede yeni durum ve İran
Savaşlarda kadına yönelik şiddet tırmanıyor
Kadın cinayetleri hız kesmiyor
Direneceğiz! Örgütleneceğiz!
İÜ’de gençlik, polisin keyfini kaçırıyor
Gençlik hareketi ve örgütlenme ihtiyacı
Gezi tutsaklarıyla dayanışmayı yükseltelim
Büyük zindan direnişinin 13. yıldönümü
“Bedel ödeteceğimiz günler çok uzakta değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mandela; düzene karşı direnişten
düzenle uzlaşmaya...

 

ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) 95 yaşında hayata veda eden eski lideri Nelson Mandela, 20. yüzyılın ikinci yarısında, dünyada öne çıkan liderlerden biriydi. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde (GAC) egemen olan eski ırkçı rejimi (Apartheid) yıkmaya hayatını adayan Mandela, bir hukukçu olarak başladığı mücadele sürecinde militan eylemci, silahlı direnişçi, zindan direnişçisi kimlikleriyle öne çıkmış, siyasi yaşamının son evresinde ise, GAC’ın devlet başkanı olmuştur.

Apartheid rejimine karşı “barışçıl” yöntemlerle mücadeleye başlayan Mandela, ırkçı devletin uzlaşmaz/saldırgan politikalarına yıllarca maruz kaldıktan sonra, ANC’nin bir kanadıyla silahlı mücadelenin başlatılmasında rol oynayan liderlerden biri olmuştur. Güney Afrika Komünist Partisi (GAKP) ile birlikte silahlı direnişi başlatma kararı alan Mandela ve yoldaşları, ırkçı rejimin sonunu getirecek direniş sürecini de başlatmış oldular.

Silah temini ve silahlı eğitim için ülkeden “yasadışı” yollarla ayrıldığı gerekçesiyle tutuklanan Mandela ve bazı yoldaşları, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Ancak rejimin vahşi saldırganlığı, “aşağı ırk” muamelesi gören siyahilerin direnişinin Apartheid’ı yıkacak düzeye ulaşmasını engellemeye yetmedi.

Yarım asırlık mücadele…

1944 yılında, o zaman barışçıl yöntemlerle mücadele eden ANC’ye katılan Mandela, 1994’te devlet başkanı seçilene kadar, yarım asır boyunca kararlılıkla mücadele etmiştir.

Tutuklandıktan bir süre sonra, 1964 yılının ilk aylarında, 46 yaşındayken ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Mandela, 27 yıl cezaevinde yattı. Gelişen halk hareketi ve uluslararası dayanışmadan dolayı basınç altında kalan Apartheid rejimi, 1990 yılında Mandela’yı serbest bırakmak zorunda kaldı. 27 yılın 18’ini Cape Town kenti açıklarındaki Robben (Fok) adasında geçiren Mandela, on yılları bulan zindan yaşamı boyunca da, ırkçılığa karşı dik duruşunu sürdürmüştür.

Mandela zindandayken, ANC ve komünist partisi önderliğinde Apartheid rejimine karşı sürdürülen mücadele, ülke sathına yayılarak kitlesel bir boyut kazandı. Devrimci şiddet dahil bütün eylem biçimlerinin kullanıldığı ırkçılık karşıtı mücadele, ezici çoğunluğu siyahilerden oluşan işçi sınıfı tarafından da militan bir şekilde desteklenmiştir. Hem sınıfsal sömürüye hem ırk ayrımcılığına karşı kitlesel, militan bir mücadele yükselten Güney Afrika işçi sınıfı, komünist partisine veya ANC’ye yakın sendikalarda örgütlenerek, ırkçı rejimin çökmesinde belirgin bir rol oynamıştır.

İngiltere başta olmak üzere emperyalistler tarafından korunan Apartheid rejimine karşı ağır bedeller pahasına gelişen mücadele, 1980 yıllarının başında, sesini tüm dünyaya duyurmayı başarmıştı. O yıllardan itibaren Mandela’nın özgürlüğü de gündeme gelmeye başladı. Irkçılığa karşı mücadele ve Mandela’nın özgürlüğüne kavuşması talepleri, 1980’li yılların ortalarında uluslararası çapta da büyük destek bulmaya başladı.

Irkçılık karşıtı mücadelenin güçlenmesi ve Apartheid rejimine karşı uygulanan boykot, sonunda emperyalistleri ırkçı rejimi savunamaz duruma düşürdü. Hem içerden hem dışardan gelen basınçlar altında sıkışan Apartheid rejimi, emperyalistlerin desteğini çekmesiyle, “havlu attı” ve Mandela’yı serbest bırakıp ANC ile uzlaşmak zorunda kaldı. 1990’da aleni bir hal alan görüşmeler, 1994’te yapılan “ırkçı temele dayalı olmayan” seçimlerde Mandela’nın devlet başkanlığına seçilmesiyle, Apartheid rejimi resmen sona ermiştir.

Azılı terörist”e Nobel ödülü…

Irkçılığa karşı silahlı direnişin başlatılmasında rol oynayan Mandela, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığında, o dönem Sovyetler Birliği’ne karşı “özgür dünya” olduğunu iddia eden batılı emperyalistler nazarında, “azılı terörist”ten başka bir şey değildi. “Özgür dünya” yaftasını taşıyan batılı emperyalistler, insanlık tarihinin gördüğü en iğrenç rejimlerden biri olan Apartheid’ı, 20. yüzyılın sonlarına kadar savunmakta bir sakınca görmediler.

Irkçı rejimi savunamaz duruma düştüklerinde Mandela’ya “kahraman” muamelesi yapmaya başlayan batılı emperyalistler, ikiyüzlülük ve çifte standartta, şimdiki gibi, o zaman da başı çekiyorlardı. Öyle ki, hızla düne kadar himaye ettikleri Apartheid rejimine karşıymışlar havasına büründüler.

Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına dayanan rejimin barışçı yollardan ortadan kaldırılması ve yeni bir demokratik Afrika’nın temellerini atmak” yönündeki çalışmaları nedeniyle 1993′te Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Mandela, ödülü, ırkçı rejimin son şefi F.W. de Klerk ile paylaşmak durumunda bırakıldı.

1918’de bir kabile şefinin oğlu olarak hayata başlayan Mandela, yarım asırlık mücadelenin ardından, 76 yaşındayken devlet başkanı olduğunda, direnişten düzen safına da geçmiş oldu. Emperyalistlerin, on yıllar boyunca “azılı terörist” kabul ettikleri Mandela’ya ödüller vermesi, tam da bu aşamada olmuştur. Direnişçiyken “terörist”, düzenle uzlaşınca “kahraman” sayıldı Mandela emperyalistler tarafından. Bundan dolayı adeta ödüllere boğuldu.

Geçerken belirtelim ki, Kürt halkına karşı kirli savaş sürdüren Türk devleti de, 1992 yılında, Mandela’ya -daha önce faşist diktatör Kenan Evren’e de verilen- “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü” vermeyi “lütfetti”. Ancak, onurlu bir tutum alarak, Kürt halkını ezen bir devletten ödül almayı reddeden Mandela, bunun üzerine sermaye medyasının ırkçı saldırılarına maruz kalmıştı.

ANC ve düzenle uzlaşma

Mandela, 1990 yılında serbest bırakıldıktan sonra ANC liderliğine seçildi. Irkçılığa karşı mücadelenin sembol ismi olmasına rağmen, Mandela, Apartheid rejiminin sonunu getiren mücadelenin geliştiği on yıllar boyunca cezaevindeydi ve –zindandan yaptığı önemli katkılar olsa da- fiili mücadelenin içinde değildi. Ancak serbest kalınca, doğal olarak hareketin lideri kabul edildi.

Apartheid karşıtı direnişte komünistlerin etkin bir rol oynaması ve işçi sınıfının bu mücadelede belirgin bir yer tutmasından dolayı, Güney Afrika’da nesnel olarak devrimin koşulları da vardı. Yani anti-Apartheid/anti-kapitalist bir devrimin nesnel koşulları oluşmuştu. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağıldığı bir konjonktürün olumsuz etkileri ve öznel alandaki zaaflar, yani işçi sınıfıyla müttefiklerinin devrimci siyasal önderlikten yoksun olması, bu fırsatın kaçırılmasında önemli bir rol oynadı.

Bu noktada, önderlik ettiği ANC ile Mandela’nın da önemi bir rol oynadığını vurgulamak gerekiyor. Evet, Mandela devlet başkanı seçildikten sonra, yoksullukla mücadele, sağlık, eğitim ve barınma sorunlarının çözümü için bir takım çabalar harcadı. Ama bu arada yıpranan kapitalist sistemi de restore etti.

Elbette Apartheid rejiminin yıkılması, hem siyahiler hem insanlık için büyük bir kazanımdı. Ancak ırkçılığa maruz kalanlar aynı zamanda işçiler, emekçiler ve yoksullardı. Yani ırkçılığın belirgin bir sınıfsal boyutu da vardı. Bundan dolayı ırkçılığın kurbanlarının gerçek kurtuluşu ancak anti-Apartheid/anti-kapitalist bir devrimle mümkündü. Lider olarak Mandela, hareket olarak ANC, tam bu noktada devrimin önündeki en büyük engellerden birini teşkil ettiler.

Mandela’nın emperyalistler tarafından “kahraman” ilan edilmesi, yaşamının sonunda sisteme yaptığı bu büyük hizmetin “ödülü”dür aynı zamanda. Ölümünün ardından, Mandela için emperyalist şefler tarafından yayınlanan “yüceltici” mesajları da, “ödüllendirme seremonisi”nin devamı saymak gerek.

Gerçek kurtuluş ANC rejimine karşı
mücadele ile sağlanacaktır

4 milyon beyaza karşı 25 milyon siyahinin yaşadığı Güney Afrika’da (Hidularla diğer azınlıkların seçimler üzerindeki etkileri sınırlıdır) ANC 1994’ten beri iktidarda. 20 yıllık ANC iktidarı döneminde bu ülkenin işçileri, emekçileri ve yoksullarının sorunları çözülmek bir yana, daha da derinleşiyor. Zira ANC, iktidarda kalmayı siyahi emekçilerin desteğine borçlu olsa da, Güney Afrika burjuvazisinin çıkarlarının bekçiliğini yapıyor.

Apartheid rejiminin dayanağı olan “beyaz burjuvazi” ile uzlaşan ve son 20 yılda iktidarın “nimetlerinden” yararlanarak palazlanan “siyahi burjuvazi” ittifakının temsilcisi olan ANC, artık işçi ve emekçileri katlediyor. Geçen aylarda direnen maden işçilerini otomatik silahlarla tarayan ANC’nin “siyahi” polisleri, Apartheid polisinden de rezil olduklarını ispatladılar. Ki maden işçileri, militan mücadeleleriyle ırkçı rejimin yıkılmasında özel rol oynamışlardı.

Kabul etmek gerekiyor ki, ANC’nin halen siyahi işçi ve emekçiler üzerinde kayda değer bir etkisi var. Buna karşın bu iktidar, bir bütün olarak Güney Afrika burjuvazisinin çıkarlarını temsil ediyor. Dolayısıyla siyahiler başta olmak üzere bu ülkenin işçi sınıfı ve emekçilerinin baskı ve sömürüden kurtulabilmeleri için, ANC ve temsil ettiği burjuvaziye karşı sınıf eksenli bir direniş geliştirmekten başka alternatifleri bulunmuyor. Irkçılığa karşı mücadelede kazanılan zengin deneyimler ise, Güney Afrika işçi sınıfının anti-kapitalist mücadelesi için güçlü bir dayanak oluşturmaktadır.

 
§