13 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/48

“Çözüm süreci” ve Öcalan’ın Gever açıklaması..
Erbil’deki hesap Bağdat’tan döndü!
Ecel korkusu pervasızlaştırıyor!
Hak ve özgürlükler mücadele ile kazanılır!
“Yargılanan değil, yargılayan olacaklar!”
Maraş Katliamı’nı unutmadık, unutturmayacağız!
‘Kızılelma’ ve Alevi gerçekleri
Kazanmak için bir adım ileri!
Asgari ücret görüşmeleri başladı
Sefalet ücretine hayır!
Saldırı paketi, güç dengeleri ve sendikal hareket...
“İşçi sınıfı kazanılmış hakları konusunda ortaya bir irade koydu!”
Grev, soluklu bir mücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir
Köksüz bir yazarın kök arayışı - 2 K.Toprak
Mandela; düzene karşı direnişten düzenle uzlaşmaya...
ABD yönetimi ‘yeni bütçe krizi’ telaşında
Bölgede yeni durum ve İran
Savaşlarda kadına yönelik şiddet tırmanıyor
Kadın cinayetleri hız kesmiyor
Direneceğiz! Örgütleneceğiz!
İÜ’de gençlik, polisin keyfini kaçırıyor
Gençlik hareketi ve örgütlenme ihtiyacı
Gezi tutsaklarıyla dayanışmayı yükseltelim
Büyük zindan direnişinin 13. yıldönümü
“Bedel ödeteceğimiz günler çok uzakta değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kazanmak için bir adım ileri!

 

Feniş direnişi üç ayı aşkın bir süredir kendine özgün birçok soruna ve zaafiyetine karşın devam ediyor. Yaklaşık 20 milyon liralık bir soygun gerçekleştiren Sedat Aloğlu hala elini kolunu sallayarak dolaşmakta. İşçilerle şirket arasında haciz işlemlerine yönelik bir protokol imzalanmasına rağmen arsalar ve makineler ipotekli olmasından dolayı herhangi bir sonuç da elde edilemedi. Meclis, bakanlık ve benzeri yollar da denenip tüketildiği için buralardan bir sonuç elde edileceğine dair umutlar da tükendi. Uzun süredir sendika genel merkezine ve HAK-İŞ’e karşı direnişe destek, dayanışma bir tarafa konuyu gündemine bile almayan tavrından dolayı Feniş işçileri tarafından tepkiler yoğunlaşmıştı. Sendikaya karşı eylemli bir tepki ortaya konulacağının açıklanmasının ardından direnişi ziyarete gelen konfederasyon ve sendika yöneticileri bir süreliğine de olsa tepkileri dizginledi. Konfederasyon sözcüleri şu an hükümetle konu ile ilgili görüşmeler olduğu için eylemli süreçlerin olmaması gerektiğini söyleyerek işçilerin geri bilincine oynarak harekete geçmelerinin önüne geçmeye çalıştılar.

Bugün mecliste, yürütmede bulunanlar işçilerin sorunlarına bir çözüm üretmek yerine bu sorunları yaratan sistemin ve patronların yanında yer almaktadır. Muhalefette bulunanlar ise direniş alanlarına birkaç defa gelerek, işçilerin ve emekçilerin yaşadığı sorunlardan nemalanmak, oy tüccarlığı için yarışmaktadır. Geçmişte yaşanan ve hala devam eden direnişlerde her birinin aldığı tutumlar ortadadır. Sendikalaştıkları için işten atılan, haklarını alamadıkları için işten atılan, özelleştirme, taşeron çalışma gibi sorunları dile getirerek eyleme, direnişe geçen işçilerin sorunlarına çözüm üretmek onların ne programlarında, ne eksenlerinde, ne gündemlerinde ne de ilkelerinde vardır. Ancak işçilerin genelde umutları buralara bağlanmakta, kapıların kapanması ile birlikte çaresizlik hali yaşanmaktadır. Bu nedenle kriz dönemlerinde sıkışan patronların vergi indirimleriyle, bankalarıyla, yeni yasal olanaklarıyla yardımına yetişen, işçilerden kesilen vergiler ve işsizlik fonu gibi birikimleri patronlara karşılıksız peşkeş çekenlerden umut beklemek ham hayaldir.

Oysa işçilerin biraraya geldiğinde ortaya çıkardığı güç hiçbir şeyle ölçülemez. Ötesi birliğimizden başka, harekete geçmekten başka çaremiz yoktur. Bugüne kadar yaşadıklarımız, bugün yaşadıklarımız bunun kanıtıdır.

Açık, samimi ve gerçekçi olmak birarada hareket etmenin olmazsa olmazıdır. Aynı zamanda direnişi kazanıma götürecek olan da bunlardır. Bu doğrultuda Feniş işçilerinin her birinin gasp edilen hakları noktasındaki kaderi birbirine bağlıdır. Her bir işçinin atacağı adım direnişi ya kazanıma ya da erimeye, gerilemeye sürüklemektedir. Gasp edilen haklarımız için başlattığımız direnişin gün geçtikçe eridiğini gözeterek bir hedefe kilitlenmek zorundayız.

Her geçen gün özenli bir şekilde değerlendirilmek zorundadır. Aloğlu her gün zaman kazanmakta, üzerinde bir baskı hissetmediği gibi var olan durumdan da rahatsız olmamaktadır. Rahatsız olmaması demek direnişin olması gereken seyirde gitmediğini göstermektedir.

Direnişin en önemli sorunu bir hedeften yoksun olmasıdır. Evet, amaç tazminat ve ödenmeyen maaşları almaktır. Ancak bunun için işçileri birarada tutacak, dayanışmayı yükseltecek, direnişe soluk aldıracak, gündem oluşturacak hedefe kilitlenmektir. Bu hedef her krizde patronları koruyan, kollayan işsizlik fonunu onlara peşkeş çeken bakanlıklar veya devletten başkası değildir. Bu konuda birçok kurumu harekete geçirmesi gerekirken harekete geçmeyen devlet muhattap olarak görülmelidir. Aileleri ile birlikte binleri aşan bir sayıda insan sorun yaşamakta bu da sorunu toplumsal bir sorun haline getirmektedir. Devletten bu konu üzerine bir ödenek çıkarması ve alacağını her nasıl alıyorsa Aloğlu’ndan tahsil etmesi talep edilmelidir. Bu bir hedeftir. Aloğlu’nu her gittiği yerde rahatsız etmek, üzerinde bir basınç oluşturmak bir hedeftir. Ancak bunlar sürekliliği sağlanarak bir hedef olmuş olur. Bir kereye mahsus söylemek ve çekilmek sadece söylemek olarak kalır. Bir hat ortaya konulmadan, izlenmeden haklar noktasında kazanım Aloğlu’nun olmayan insafına bırakılmış olacaktır.

Böylesi bir hattın ortaya konulmasında öncelikle bazı engeller aşılmalıdır. Hareketsizlik ve hareketsizliği savunan anlayışlar direnişe hizmet etmemektedir.

Bir süre sonra ‘aslında şu da yapılabilirdi’ gibi yakınmalar için geç olacaktır. Hala birarada iken, haklılık noktasında kuşkuya yer yokken engellerden, ataletten bir şekilde arınılmalıdır. Bu engellerden birisi şu anki sendikal anlayıştır. İşçilerin tepkisi ve basıncı ile direnişe gelmek zorunda kalan sendika ve konfederasyon yöneticileri ile tam anlamı ile hesaplaşılamadı. Geldikleri gibi gittiler. Bir daha ne zaman teşrif ederler belli değil. Sorun da zaten tek tek kişilerle değil o anlayışla hesaplaşmaktır. Bu da demek oluyor ki onların izlediği, saptadığı çizgi ile hesaplaşmaktır. Onlar ‘iş barışı’ diyorlar. Oysa iş barışı diye bir şey yok bu ülkede. Her yer süt liman olarak gösterilmeye çalışılıyor onlar tarafından. Onlar eylemsizlik diyorlar, oysa hangi hak eylem olmadan kazanılmış burada veya dünyanın başka bir ülkesinde. İşte sorunlara gözlerini kapamış bu sendikal anlayış, kendi durdukları rahat yerden işçilerin atalet içerisinde olmalarını istemektedirler. Bu da işçileri denetlemelerini sağlamaktadır. Feniş’te de bunlar yaşandı. Sendikanın ‘haydi şunu yapalım, harekete geçelim’ dediği duyulmamıştır. İşçiler eylem kararlarını kendileri almış, önüne geçemedikleri koşulda onlar da katılmak zorunda kalmışlardır. İşlerini yapıyor olsalardı işçi ve emekçilerin durumu emin olunmalı ki bu durumda olmazdı. Demek ki onların denetiminden, ataletinden kurtulmak bir engeli aşmaktır.

Düzenin işçilerin bilinçlerini yönlendirerek bölüp parçalaması Feniş direnişinin bu sürecinde hala görülmektedir. Bu da diğer bir engeldir. Her bir işçinin hakları açısından kaderi birbirine bağlı iken hükümete, sendikaya zeval gelmesin anlayışı bölünmeye neden olmaktadır. Bugün başka bir hükümet olsa idi, sendika farklı bir sendika olsa idi izlenilmesi gereken hat değişmeyecekti. Her biri birbirinin aynı olan düzen partileri karşısında işçilerin hangi parti hükümette diye bakmadan hareket etmeleri esastır. Diğer türlüsü sömürü düzeninin ve Aloğlu’nun fazlası ile geçmişte işine yaramıştır, bugün de işine yaramaktadır.

Direnişin geleceğinin hüsrana dönüşmemesi, sınıf dayanışmasının güçlendirilmesine, Feniş işçilerinin ve özellikle öncü işçilerin atacağı adımlara bağlıdır. Benzer sorunlar ve engeller yaşayan ve bu sorunları çözemeyen, engelleri aşamayan direnişlerin hüsranla bittiği unutulmamalıdır. Aynı akıbeti paylaşmamak, geçirilen günlerin boşa geçmemesi komitenin, öncü işçilerin süreci dinamik bir şekilde ele almasına, sınıf dayanışmasının güçlendirilmesine bağlıdır.

Gebze’den sınıf devrimcileri

 
§