01 Mart 2013
Sayı: KB 2013/09

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı heyetinin ardından
Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyareti
Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı
Kamu TİS’leri yaklaşırken
Berfo Ana 105 yaşında hayatını kaybetti
İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları
Polis copu, gaz bombası, işkenceler,
yargısız infazlar
Büro emekçileri
hakları için grevdeydi
Kamu emekçileri
kurultayda buluştu!
Suçları sendika yönetimine girmeye çalışmak!
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Kartal Belediyesi işçileri kazandı
Kurultay çağrısı büyüyor

Önderlik, örgüt ve
kadro sorunları

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 3
Manisa’da 8 Mart etkinliği
Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları
Militan kitle hareketinde güçlenme eğilimi
Gerici cepheden
savaşı Lübnan’a taşıma girişimleri
Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!
Devrimci baharı kazanmak için ileri
Doğaya ve yaşama sahip çıkalım!
Gerçeği derinliklerinde,
ölümü yüzeyinde bir tarih
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!

K. Selim

... süreç, toplumsal üretimin plansız ve anarşik gelişmesinin ürünü olan devresel aşırı üretim bunalımlarıyla daha da şiddetlenir. Toplumsallaşmış üretimin mülk edinmenin özel biçimine başkaldırısının ifadesi olan bu bunalımlar, toplumsal servetin israfına yolaçar, kitlesel işsizliği dev boyutlara ulaştırır, küçük üreticilerin yıkımını hızlandırır, kitlelerin yoksulluk ve sefaletini çoğaltır. Yarınına güvensizlik tüm emekçiler için genel bir durum halini alır. Servet-sefalet kutuplaşması gitgide büyür, sermaye sınıfı ile emekçiler arasındaki uçurum derinleşir.”

(Türkiye Komünist İşçi Partisi Programı)

Kapitalist dünyanın önemli merkezlerine ilişkin son ekonomik veriler, burjuvazinin propaganda eşliğinde yaratmaya çalıştığı iyimser beklentileri boşa çıkardı.

ABD ekonomisinde beklenen yüzde 1.1’lik büyüme gerçekleşmedi, tersine %0,1 oranında küçüldüğü açıklandı. İngiltere ekonomisi de geçen yılı küçülerek tamamladı. İstatistik Dairesi, imalatın yüzde 1.5 oranında gerilediğini, hizmet sektöründe “0” seviyesinde değişim olduğunu, inşaatçılıkta binde 3’lük artış yaşandığını, imalat madencilik ve taş ocaklarında üretimin yüzde 10.2 oranında düştüğünü açıkladı. Avrupa’nın en büyük ekonomileri olan Almanya ve Fransa’da da küçülme yaşandı. Fransa ekonomisi 2012 yılının son üç ayında yüzde 0.3 oranında küçüldü.

Açıklanan son rakamlar, burjuva çevrelerin ekonominin düzelmeye başlayacağına dair yaydığı beklentilerin temelsizliğini ortaya koydu. Kapitalist ekonominin iniş çıkışlı bir seyir izleyen krizi, burjvazinin iyimserlik yayma çabalarını boşa çıkarıyor.

Gerçeğin tersyüz edilmesi ve sahte umutlar

Kapitalist dünya ekonomisin son krizi önce finans alanında patlayarak reel alana doğru yaygınlaştı. Burjuva devletler ve ekonomistler, krizin suçunu bir kısım finans sektör yöneticilerinin üzerine yıkarak krizin gerçek derinliğini gizlemeye çalıştılar. Bir dönem banka ve sigorta şirketlerinin yöneticileri istenmeyen yöneticiler ilan edildiler. Oysa;

Yeniden-üretim sürecinin tüm sürekliliğinin krediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredinin birdenbire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerli olduğu sıralarda –ödeme araçlarına olan büyük hücum karşısında– bir bunalımın mutlaka ortaya çıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütün bunalım sırf bir kredi ve para bunalımı gibi görünür. Ve aslında bu, yalnızca, poliçelerin paraya çevrilebilme sorunudur. Ne var ki bu poliçelerin çoğunluğu, fiili alım-satımları temsil eder ve bu alım-satımların genişliğinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerinde olması, en sonunda, bütün bu bunalımın temelidir. Aynı zamanda, bu poliçelerin muazzam bir miktarı, şimdi günışığına çıkan ve sabun köpüğü gibi sönen düpedüz bir dolandırıcılığı; ayrıca, başkalarının sermayesi ile yapılan başarısız spekülasyonları; ve ensonu, değer kaybeden ya da hiç satılmayan meta-sermayeyi, ya da hiç bir zaman tekrar gerçekleştirilemeyecek olan geriye dönüşleri temsil eder. Yeniden-üretim sürecindeki zoraki genişlemeye dayanan bu baştan sona yapay sisteme, hiç kuşkusuz, İngiltere Bankası gibi bir bankanın, bütün dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye vermesi ve değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satın almasıyla çare bulunamaz. Ayrıca burada her şey çarpıtılmış bir görünüştedir, çünkü bu senet dünyasında, gerçek fiyat ile bunun gerçek temeli hiç bir yerde görünmez, yalnız külçeler, madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler, senetler vardır.” (K. Marks, Kapital, Cilt III)

Finans alanında başlayan 2008 krizini görüntüsünden hareketle salt bir “finans krizi” sunan burjuvazi, likidite bolluğu yaratarak krize çözüm bulunabileceği beklentisi yarattı. Sadece 2008 yılında ABD, Avro Bölgesi, Japonya ve İngiltere, piyasaları yatıştırmak için 11 trilyon dolar pompaladılar. Amerika Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) piyasalara her yıl para pompalamaya devam ettiler. Faizleri düşürüp parayı ulaşmayı kolaylaştırdılar. Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF) ve Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve İspanya’nın kamu borç krizinin kontrol edilmesini üstlendiler.

2010’dan sonrada belli aralıklarla piyasalara 1.4 trilyon dolardan fazla likidite pompalayan ECB’nin ucuz para politikası piyasaları yatıştırmada yetersiz kaldı. Bu durumu aşabilmek için, Almanya’nın muhalefetine karşın, iflas eden devletlerin batık borç tahvillerini satın alma yoluna gitti. ABD Merkez Bankası da 2009’da piyasalara 1.25 trilyon, 2010’da 600 milyar ve 2011’de 400 milyar dolar sürdü. İngiltere ve Japonya’nın merkez bankaları da ucuz para politikasını sürdürdüler. Ancak yaratılan likidite bolluğuna karşın başarı sağlayamadılar. Ucuz para politikasının krizin aşılmasında çözüm olamayacağı gerçeğini, Comerz Bank’ın baş iktisatçısı Jörg Kremer‚ “ucuz para politikası ile kriz bastırılıyor, krizin üstü örtülüyor” diyerek kabul ediyor.

2008’den bu yana belli başlı emperyalist merkezlerin piyasaya sürdüğü para miktarı 20 trilyon doları aştı. Ancak krizin denetim altına alınması bile sağlanamadı. Marks’ın bilimsel bir çözümleme ile ortaya koyduğu gibi, burjuvazinin kapitalist krizler karşısındaki çaresizliğine bir kez daha tanık olduk.

Bundan çıkan sonuç nedir? Kapitalist üretimin derinleşerek süren krizinin temelinde yatan gerçek neden likidite kıtlığı değildir. Tersine, likidite bolluğu ekonomik ve mali krizin nedeni ve sonucudur.

Kapitalist üretim süreci tıkanmıştır

Kapitalist finans merkezlerinin piyasaya sürdüğü trilyon dolarla sağlanan likidite bolluğuna karşın kapitalizmin bunalımı hafiflememiştir. Zira, ECB’nin ve diğer merkez bankalarının piyasaya sürdüğü trilyon dolarlar yatırıma yönelememiş, piyasalar yatıştırılamamıştır. Bazı özel bankalar ellerindeki fazla parayı, geri dönmeyebileceği korkusuyla, ihtiyacı olan başka bankalara yüksek faizle borç vermek yerine, daha düşük faizle ECB’ye yatırmayı tercih etmektedirler. Bu durum şöyle yorumlanmaktadır: “Bu kadar parayı merkez bankasına yatırmak, parayı işletmeyip yastık altında saklamakla aynı anlama geliyor. “Nerede kullanacaklarını bilemedikleri paranın emin ellerde olmasını tercih ediyorlar.”

Kapitalist üretim anarşisi ve rekabeti, pazarların ‘boş’ olduğu veya öyle sanıldığı zamanlarda her kapitalist tekeli ‘boş’ olan pazardan rakiplerinden daha çok pay kapabilmek için üretim çılgınlığına sürükler. Ancak pazar sonsuz bir alan değildir ve bir noktada doyuma ulaşır. Ticaret durur, pazarlar tıkan(ır), ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim araçlarından yoksun kalırlar, iflaslar iflasları, zoraki satışlar zoraki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim ve değişim yeniden yavaş yavaş canlanana değin, yığın halinde israf ve imha edilirler.” (Engels, Anti-Dühring)

Toplumsal üretim ile özel mülk edinme
arasındaki çatışma keskinleşmiştir

Tıkanan kapitalist pazar karşısında çaresiz kalan burjuvazi “nerede kullanacaklarını bilemedikleri paranın emin ellerde olmasını tercih eder” duruma gelir. Kapitalist üretim artık tıkanmıştır. Burjuvazi çaresizdir. Üretici güçler üretim ilişkilerine başkaldırmıştır. Kapitalist üretimin toplumsal karakteri ile ürünlerin bireysel mal edinilmesi arasındaki çatışma açık hale gelmiştir.

Bu durum, ya toplumsal üretim ile çatışma içerisinde olan burjuva özel mülk edinme tasfiye edilerek, mülkiyet sorunu üretimin toplumsal karakteriyle uyumlu hale getirilerek, üretimin sonuçları olan ürünler üretici işçi için köleleştirmenin koşullarını sağlayan bir nesne olmaktan çıkartılarak aşılacaktır. Ya da üretici güçlerin yıkıma uğramasıyla, kapitalist için meta olmaktan başka bir anlamı olmayan ve satılamadığı için de kâr getirmeyen, işçi ve emekçilerin zihinsel ve bedensel çabalarının öz ürünü olan ürünlerin gerçek sahiplerine, ihtiyacı olanlara ulaşması engellenerek, çürümeye terk edilmesiyle aşılacaktır.

Kapitalist özel mülkiyet sisteminin yıkıcı barbar karakterini, hem meta hem de sermaye bolluğunda görüyoruz. Kapitalizm öncesi toplumlarda geçim araçlarında yaşanan kıtlık ekonomik krizlerin ve açlığın nedeni olurken, bu durum kapitalist sistemde tersine dönmüştür. Geçim araçlarındaki bolluk, kapitalizmde krizlerin temel nedenidir.

Kapitalist üretimin yıkıcı karakteri itiraf ediliyor

Kapitalist üretimin bu akıl dışı, insana ve doğaya düşman karakterinin sonuçlarını, emperyalist sistemin kurumlarından olan BM’nin yaptırdığı araştırmanın sonuçları da ortaya koymaktadır.

BM Çevre Programı (UNEP) ve BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) gıda israfıyla ilgili açıkladığı araştırma sonuçları oldukça çarpıcıdır. Buna göre, her yıl dünya genelinde üretilen gıda maddelerinin üçte biri çöpe atılıyor. 1 milyar 300 bin tona tekabül eden gıdaların maddi değeri ise 1 trilyon dolar.

Öte yandan, dünya ölçüsündeki devasa zenginlik birikimine rağmen, insanların en temel ihtiyaçları (giyim, barınma, sağlık, ulaşım, kültürel vb.) karşılanamıyor. Yine BM verilerine göre, dünya nüfusunun yarısına yakını, 3 milyardan fazla insan, günde 2.5 dolardan az bir gelirle yaşam savaşı veriyor. Bir milyar insan açlık çekiyor. Her gün 22 bin çocuk yoksulluk yüzünden ölüyor. 72 milyon çocuk okula gidemiyor. Yaklaşık 1 milyar insan okuma-yazma bilmiyor. 2.6 milyar insan temel sağlık olanaklarından mahrum. Bu nedenle insanlar sıradan hastalıklardan ölüyor. 40 milyon insan AIDS virüsünden muzdarip ve her yıl yaklaşık 3 milyonu ölüyor. Burjuvazinin suç sicili kabardıkça kabarıyor!

Kapitalizmin yıkıcı karakteri kriz süreçlerinde kendisini çok daha açık bir biçimde ortaya koyar. Engels bunun bunalım dönemlerinde nasıl yaşandığını şöyle betimler:

Her bunalımda toplum, kullanılmaz durumda bulunan kendi öz üretici güçleri ile kendi öz ürünlerinin yükü altında boğulur ve şu saçma çelişki karşısında çaresiz kalır: Üreticilerin tüketecek hiçbir şeyleri yoktur, çünkü tüketiciler eksiktir.” (Engels, Anti-Dühring)

Dünya gıda üretiminin üçte birine denk gelen 1 milyar 300 bin ton ürün, milyarlarca insan açlık, yoksulluk ve sefaletle boğuşurken, çöpe atılmaktadır. Kaptalizm bu denli akıldışı bir sistemdir. Çöpe atılan tüm ürünler milyarlarca yoksul insan için “ihtiyaç” iken, bir avuç asalak burjuva için azami karı engelleyen bir “fazlalık”tır. Sonuç olarak bugün de, Engels’in belirttiği gibi, “her bunalımda toplum, kullanılmaz durumda bulunan kendi öz üretici güçleri ile kendi öz ürünlerinin yükü altında” boğulmaktadır.

Bu durum kapitalizmin temel karakteristiğidir. Onun bu çürütücü ve yıkıcı karakteri yok edilemeyeceği içindir ki, insanlığın önünde bu sistemi aşmak dışında bir alternatif bulunmamaktadır.

 

 

 

 

İtalya’da krizin gölgesinde
genel seçimler

 

Derin bir ekonomik durgunluğun yaşandığı, işçi ve emekçilere kemer sıkma politikalarının dayatıldığı İtalya’da, 24-25 Şubat tarihleri arasında genel seçimler yapıldı. Oyların açıklanmasının ardından parlamentonun alt kanadı (temsilciler meclisi) ve üst  kanadı (senato) Demokrat Parti ve gerici ırkçı-faşist koalisyon Özgürlüğün Halkları Partisi arasında bölündü.

Aylar öncesinden tüm anketlerin favori olarak gösterdiği Demokrat Parti’nin (PD) liderliğini yaptığı merkez sol blok, temsilciler meclisi için oyların yüzde 31,63’ünü alarak birinci olurken, parlamentonun üst kanadı olan senatoda ise 113 sandalye alarak ancak ikinci olabildi.

Liderliğini Silvio Berlusconi’nin yaptığı merkez sağ Özgürlüğün Halkları Partisi (PDL), ırkçı-faşist Lega Nord partisi ile birlikte girdiği seçimlerde senatoda 116 sandalye ile birinci parti olurken, parlamentoda ise yüzde 29,18 oy alarak ikinci oldu.

Seçimlerde eski komedyen Beppe Grillo’nun 5 Yıldız Hareketi 3. oldu. 5 Yıldız Hareketi senato seçimlerinde oyların yüzde 23,79’luk oranını alarak 54 sandalyenin sahibi oldu. Temsilciler Meclisi’nde ise oyların yüzde 25,54’ünü almayı başardı.

Teknokrat hükümetin lideri Mario Monti ise borsaları ve AB emperyalistlerini düş kırıklığına uğrattı. Monti, Senato için oyların sadece yüzde 9,3’ünü alırken, Temsilciler Meclisi oyları ise yüzde 10,5‘te kaldı.

Büyük hayal kırıklığı “Komünist” Partileri (PRC ve PdCI)’nin saflarında yaşandı. Rivoluzione Civile (Sivil Devrim) Koalisyonu olarak katıldıkları seçimlerde, oyları yüzde 2’nin altında kaldı ve  barajı aşamadılar.

Seçimlere katılan partiler işçi ve emekçi kitlelere sunabilecekleri somut bir programdan yoksundu.

Kasım 2011 den bu yana İtalya’yı yöneten teknokrat hükümet; arkasında sıfır büyüme, ağır vergiler, eğitim ve sağlık alanında kesintiler, çığ gibi büyüyen işsizlik ve iflaslar bıraktı. Seçim öncesi Monti, şimdiye değin sürdürdüğü ekonomi politikalarını sürdüreceği yönlü sinyaller verdi.

Monti’nin en büyük “hatası” ise, Berlusconi’nin başbakanlığı döneminde kabul edilen emlak vergisini uygulamaya koyması oldu. Bu, kitlelerde büyük bir öfkeye neden oldu. Berlusconi ise tam da bunu, halkın emlak vergisine olan öfkesini kullandı. Emlak vergisinin kaldırılması ve şimdiye değin ödenmiş olanların tümünün geri iadesi üzerine yaptığı demagojik propaganda onu seçimlerde ikinci parti durumuna getiriverdi.

Eski komedyen Grillo ise, İtalyan siyaset sistemine ve AB’ye savaş ilan ettiğini söyleyerek, onlara verip veriştirdi. Grillo sistemin uşakları olarak nitelendirdiği İtalyan televizyonlarına ve gazetecilerine hiç röportaj vermedi. Grillo kemer sıkma politikaları ile bunaltılmış emekçi kitlelerin, özellikle gençliğin öfkesini temsil ediyor.

İtalya’da derinleşen kriz ve sınıfa saldırılar

Berlusconi’nin seçim konuşmalarında AB ve Almanya’ya karşı kullandığı sözde saldırgan ifadeler, vergileri düşüreceği ve 3 milyon işyeri istihdamı gibi sahte vaatleri emperyalist AB devletlerini ve uluslararası bankaları telaşa düşürmeye yetti. Bu vaatler üzerine Berlusconi’ye tehditler savruldu, İtalyan halkına seçimlerde Berlusconi’ye oy vermeme çağrısı yapıldı.

AB’li emperyalistlerin, Avrupa ve dünya piyasalarının  en büyük endişesi seçimlerden borç krizinin üstesinden gelemeyen zayıf bir hükümetin çıkması ve buna bağlı olarak  tasarruf ve reform programlarının rafa kaldırılmasıydı.

Avrupa’nın üçüncü büyük ekonomisine sahip İtalya’da bir yandan hükümet borç düzeyini düşürmek için kamu harcamalarında bir dizi kesintiye giderken, ekonomi bir önceki yıla kıyasla yüzde 2,6 oranında küçüldü.

Ekonomi 2008’den bu yana yüzde 7 oranında daralma kaydederken, işsizlik aynı süre içinde yüzde 6,5’ten yüzde 11,2’ye yükseldi. Gençler arasında işsizlik yüzde 37. Sadece geçtiğimiz yıl yarım milyon insan işini kaybetti. İtalya’da kişi başına düşen ortalama gelir, 1993 yılının düzeyine düştü.

Emperyalist krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek için başa getirilen Monti’nin teknokrat hükümetinin ilk icraatı, sosyal hak gaspları oldu. Bu, İtalyan işçi ve emekçilerine karşı savaş sonrasında yaşanan en büyük saldırı dalgasıydı.

Monti hükümeti, 30 milyar dolarlık kısıtlamaya gidileceğini açıkladı. Bunun için 2018 yılına değin kademeli olarak emeklilik yaşı 58’den 66’ya yükseltildi. Prim ödeme süresi 35 yıldan 42 yıla çıkarıldı. Emekliliğin enflasyona göre düzenlenmesi kaldırıldı. KDV yüzde 2 artırıldı. Birinci ev için emlak vergisi uygulaması başladı. 1970’li yıllarda işçi sınıfının militan mücadeleleri ile kazandığı ve işverenin işçileri geçerli bir nedeni olmadan işten atmasını yasaklayan iş hukukunun 18. maddesi değiştirildi.

Geçtiğimiz yaz Monti hükümeti tasarruf paketlerini genişletti ve 2012 yılı bütçesinde 4,5 milyar Euro, 2014 yılının sonuna değin ise 21,5 milyar Euro tasarruf etmeyi kararlaştırdı. Bununla işverenlerin vergilerini düşürürken, sağlığa ayırdığı bütçeyi küçülttü. Yaz aylarında 10 şehir belediyesi iflas ettiğini açıkladı. Belediyelere ayrılan bütçelerdeki kısıtlamalar nedeniyle güneydeki birçok şehir ve Sicilya’nın da iflasın eşiğine geldiği ifade ediliyor. Eğitim alanında planlanan 182 milyon Euro’luk kısıtlamalar öğrencilerin protestoları ve yürüyüşleri nedeniyle şimdilik terkedilmiş durumda.

Ortalama işçi ücretlerinin AB ülkeleri içinde en düşük olduğu İtalya’da (Yunanistan ve İspanya’nın gerisinde) 653 bin çocuk yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 50 bin kişi evsiz. Pahalılık, vergilerin yükseltilmesi, cezalar, haciz, işten atılma, evini kaybetme gibi nedenlerden dolayı umutsuzluğa düşen kitleler intihara sürükleniyor.

***

Seçimlerde Monti’nin aldığı oy oranının düşüklüğü, İtalyan işçi ve emekçilerinin AB’nin dayatmalarına ve tasarruf paketlerine karşı öfkesinin sandığa yansımasının bir göstergesi oldu.

Demokrat Parti’nin lideri Bersani, önümüzdeki günlerde koalisyon hükümeti için diğer partilerle görüşmelere başlayacak.

Bersani’nin hükümeti kurup kuramamasından bağımsız olarak, iktidara gelen her hükümet AB, Avrupa Bankası ve IMF’nin dayattığı kemer sıkma politikalarını harfiyen yerine getirmeye çalışacak. Bu ise işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırıların daha da azgınca sürmesi anlamına gelecek, dolayısıyla İtalya’da yeni bir politik krizi ve sosyal patlamayı hazırlayacaktır. Yunanistan, İspanya, Portekiz işçi sınıfı ve emekçilerinin ardından bir mücadele cephesi de İtalya’da açılacaktır.