01 Mart 2013
Sayı: KB 2013/09

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı heyetinin ardından
Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyareti
Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı
Kamu TİS’leri yaklaşırken
Berfo Ana 105 yaşında hayatını kaybetti
İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları
Polis copu, gaz bombası, işkenceler,
yargısız infazlar
Büro emekçileri
hakları için grevdeydi
Kamu emekçileri
kurultayda buluştu!
Suçları sendika yönetimine
girmeye çalışmak!
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Kartal Belediyesi işçileri kazandı
Kurultay çağrısı büyüyor

Önderlik, örgüt ve
kadro sorunları

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 3
Manisa’da 8 Mart etkinliği
Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları
Militan kitle hareketinde güçlenme eğilimi
Gerici cepheden
savaşı Lübnan’a taşıma girişimleri
Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!
Devrimci baharı kazanmak için ileri
Doğaya ve yaşama sahip çıkalım!
Gerçeği derinliklerinde,
ölümü yüzeyinde bir tarih
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Polis copu, gaz bombası,
işkenceler, yargısız infazlar...

 

Sermaye devleti faşist-militarist uygulamalarını sistematik hale getirerek devlet terörünü tırmandırıyor. Baskı ve zor araçları, burjuva hukukunu dahi hiçe sayacak yöntemlerle işçi ve emekçilere tam anlamıyla kin kusuluyor. İşkence ve yargısız infazlara katılan kolluk kuvvetleri ise sermaye devletinin koruması altına alınarak göstermelik davalarla kimi zaman hukuki kovuşturmaya dahi uğramadan ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya devam ediyorlar. Burjuva demokrasinin en kaba kuralları bile yok sayılarak işçi ve emekçilere koyu bir polis rejimi altında yaşam dayatılıyor.

Kapitalizmin derinleşen krizi ile birlikte ‘terörizme karşı mücadele’ adı altında demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı ve yer yer yok edildiği polis devleti uygulamaları tüm dünyada yaygınlaştırıldı. Siyasal gericiliğin kurumsallaşmış biçimi olan polis devleti uygulamaları krize yönelik sistemin bütünsel hazırlığıdır. Sermaye devletinin türlü demagojiyle yıllardır maskelemeye çalıştığı siyasal gericilik, bugün gündelik yaşama yönelik polis terörü ile en kaba biçimiyle kendini hissettiriyor.

Hakları için mücadele eden işçiler, emekçiler, öğrenciler, Kürt halkı, çevreciler polisin azgınca saldırıları ile teslim alınmaya ve düzenin yargısıyla yıldırılmaya çalışılıyor. Artan baskı ve devlet terörü tüm toplumsal muhalefeti sindirmenin bir yöntemi olarak kesintisiz olarak uygulanıyor.

Sokak ortasında katliamlar, gözaltında ‘intihar’ süsü verilmiş yargısız infazlar, polisin asayişi sağlamak adına herkese yönelik uyguladığı şiddet üstü örtülemez boyutlara ulaşmıştır. Bu tabloyu işçi ve emekçilerin öncüleri olan ilerici ve devrimci güçlere yönelik sistematik polis operasyonları, tutuklamalar tamamlamaktadır.
Geçtiğimiz aylarda polis tarafından katledilen Hasan Latif Kaplan, Cem Aygün ve polis tarafından vahşice saldırıya uğrayarak ağır yaralan Ahmet Koca’nın başına gelenler devlet terörünün ulaştığı boyutları gözler önüne sermek açısından önemlidir.

Ahmet Koca’nın polisler tarafından darp edildiğine ilişkin 11 polisin yargılanacağı soruşturmanın iddianamesi bu ay tamamlandı. Böylece iddianamede tanıkların ifadesi ve kamera görüntülerinin uyumlu olduğu söylenerek 11 polisin işkence yapma suçundan 3 ile 12’şer yıla kadar hapisle yargılanacağı bir işkence davası görülmeye başlayacak. Ahmet Koca, 18 Haziran 2012’de Fatih’te yer tartışması yaşadığı polislerin saldırısına uğradı. Polisler tarafından ters kelepçelenip arabanın arkasına atılan Ahmet Koca iki saat Balat ve Eminönü’nde gezdirildikten sonra ıssız bir yere götürülüp vahşice dövülmüştü.

Ahmet Koca’nın iddianamede yer alan ifadeleri artan polis şiddetinin sermaye devletinin ırkçı-faşist politikalar eşliğinde uyguladığı, siyasal gericiliğin doğrudan ürünü olduğunu gösteriyor. Tek başına bu olay dahi toplumsal yaşamın her alanının ne şekilde Nazi kampları haline dönüştürüldüğünü gözler önüne sermeye yetiyor. Sermayeninin kolluk kuvvetleri ise adeta SS subayları gibi tüm bireylerin tepesinde terör estirerek sermaye düzeninin yeni dönem politikasına uygun bir şekilde hareket ediyor.

Cem Aygün ise 30 Ağustos 2012’de Ankara Keçiören’de polisin “dur ihtarı”na uymadığı gerekçesiyle polis kurşunuyla katledilmişti. Sermaye devleti bu cinayeti de ört bas etmenin peşindedir. Cinayetin ardından gelişen olaylarda sermaye devletinin faşist kudurganlığı dizginlerinden iyice boşaldı. Sermaye devleti, gerçekleşen polis cinayetinin ardından Aygün’ün ailesini zor ve baskıyla susturmaya çalıştı. 1 Eylül 2012’de Cem Aygün’ün ablalarının Ankara Emniyeti önünde yaptıkları protestoya polisler azgınca saldırdı. Her iki tarafın şikayetçi olmasının ardından dava süreci başladı. Düzen mahkemeleri polislere basit yaralama ve hakaretten takipsizlik aileye ise 58 yıllık hapis cezası ile yargılanmaları kararı vererek katliamcı polisleri koruması altına almaya devam etti. Cem Aygün’ün ablaları, eniştesi ve yeğeni hakkında “basit yaralama, görevi yaptırmamak için direnme, mala zarar verme, insan öldürmeye teşebbüs” suçlarında toplam 58’er yıllık hapis cezası talebiyle yargılanıyor. Yalnızca toplumsal eylemlere yönelik değil rutin asayiş olaylarında polisin estirdiği terör ve işkencenin her geçen gün artması nedensiz değildir. Tüm bu olaylar AKP iktidarının emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik-sosyal-siyasal alandaki yıkım programını engelsizce uygulamak için tüm toplumsal güçleri düzene entegre etmekteki kararlılığına bir işarettir. Dikensiz gül bahçesi yaratmanın peşinde oldukları için devlet terörünü kesintisiz bir şekilde hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Dün olduğu gibi bugün de artan devlet terörünün hedefinde tüm işçi ve emekçi hareketi, daha genelinde ise toplumsal muhalefet yer almaktadır.

 

 

 

 

Devlet terörüne kitlesel tepki

 

18 Ocak’ta gerçekleştirilen operasyon sonucu tutuklanan Çağdaş Hukukçular Derneği’nden avukatlar ve Grup Yorum üyeleriyle dayanışmak için “11 kapılı kozmik sahneli konser” 24 Şubat günü Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Baskı ve sindirme operasyonlarına karşı mücadeleyi büyütme çağrısı yapılan konser programının sunumunu Pelin Batu ve tiyatro sanatçısı Serdar Orçin gerçekleştirdi. Sunum sırasında, polis operasyonundan sonra ortaya atılan “11 Kapı” ve “Kozmik oda” iddialarına yanıt olarak sahne arkasına asılan sembolik kapıları gösteren Orçin “işte 11 kapı işte kozmik sahne” diyerek devletin yalanını teşhir etti.
“Sanat özgürdür” diyen Batu, “Bugün burada sanat konuşacak” diyerek programı başlattı. İlk olarak ÇHD adına Av. Evrim Deniz Karatana’ya söz verildi. Karatana, tutsak avukatlar adına kitleyi selamlayarak başladığı konuşmasında devrimci avukatlık geleneğinin Halit Çelenklerden Fuat Erdoğanlardan devralındığını vurgulayarak şimdi bu geleneğin tecrit altında da olsa devam edeceğini ifade etti. 
Karatana’nın konuşmasından sonra sinevizyon gösterimi yapıldı. Baskın görüntülerinden oluşan sinevizyonun ardından Kandıra 1 No’lu F Tipi’nde tutsak olan ÇHD’li avukatların etkinliğe gönderdikleri mesaj okundu. 11 kapı iddialarını anımsatan avukatlar “11 demir kapı arkasından” seslendiklerini belirterek mücadelenin sürdüğüne dikkat çektiler. Kandıra’daki tutsak avukatların ismi sayılırken emekçiler alkışlarla desteklerini sundular.

Sanatçılar mücadelenin yanında

Dayanışma konserine Rahmi Saltık’tan Kardeş Türküler’e, Zuhal Olcay’dan Mor ve Ötesi’ne Niyazi Koyuncu’dan Hakan Yeşilyurt’a, Redd’den Ferhat Tunç’a, Pınar Aydınlar’dan Hasan Karayol’a kadar birçok sanatçı katılırken, Grup Yorum, ÇHD’li avukatlar ve özgür sanat vurguları öne çıktı. Sanatçılar hem seçtikleri parçalarla hem de yaptıkları konuşmalarla baskılara karşı mücadeleyi öne çıkarttılar. Şairler de şiirleriyle mücadele çağrısı yaptılar. Mehmet Özer, İbrahim Karaca, Menderes Samancılar gibi şairler de şiirleriyle programa katıldılar. Tiyatro sanatçıları Bilgesu Erenus, Ragıp Yavuz, Işıl Özgentürk, Bülent Emrah Parlak da sahnede yer aldılar.
Sanatçılardan Yasemin Göksu ve Ferhat Tunç geçtiğimiz Cuma günü kaybettiğimiz Berfo Ana’yı da yad ederek sahneden onu andılar.
Coşkulu program Grup Yorum’un ezgileriyle son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul