01 Mart 2013
Sayı: KB 2013/09

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı heyetinin ardından
Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyareti
Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı
Kamu TİS’leri yaklaşırken
Berfo Ana 105 yaşında hayatını kaybetti
İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları
Polis copu, gaz bombası, işkenceler,
yargısız infazlar
Büro emekçileri
hakları için grevdeydi
Kamu emekçileri
kurultayda buluştu!
Suçları sendika yönetimine girmeye çalışmak!
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Kartal Belediyesi işçileri kazandı
Kurultay çağrısı büyüyor

Önderlik, örgüt ve
kadro sorunları

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 3
Manisa’da 8 Mart etkinliği
Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları
Militan kitle hareketinde güçlenme eğilimi
Gerici cepheden
savaşı Lübnan’a taşıma girişimler
i
Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!
Devrimci baharı kazanmak için ileri
Doğaya ve yaşama sahip çıkalım!
Gerçeği derinliklerinde,
ölümü yüzeyinde bir tarih
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gerici cepheden savaşı
Lübnan’a taşıma girişimleri

 

Kökten dinci çetelerle Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı çapulcular, bir süre önce Lübnan Hizbullah’a karşı saldırıya geçtiklerini ilan ettiler. Suriye-Lübnan sınırında meydana geldiği söylenen çatışmalara dair farklı açıklamalar yapılsa da, saldırılar olduğunu Hizbullah lideri Hasan Nasrallah da doğruladı.

Henüz karşılıklı bir çatışma olmadığını belirten Nasrallah, Şii-Sünni çatışmasını kışkırtan ve Hizbullah’ı mezhep savaşının içine çekmeye çalışan iç ve dış güçler olduğunu belirtti. Mezhep kışkırtıcılığının çok tehlikeli olduğunu hatırlatan Nasrallah, bu tuzağa düşmemek için sabrettiklerini belirterek, Suriye’deki yıkıcı savaşı Lübnan’a taşımaya çalışanları, altını çizerek uyardı.

Karşı-devrimci koalisyon bölge halklarının
geleceğini tehdit ediyor

Ortadoğu halklarını etnik, dinsel, mezhepsel parçalara ayırarak birbirine kırdırmak, emperyalist/siyonist güçlerin planıdır. Britanya emperyalizminden miras alınan böl-parçala-yönet taktiğinin güncellenmiş hali olan bu planın özü, Ortadoğu halklarını ortaçağ karanlığına sürüklemek ve bölgeyi hegemonya altına almaktır.

Halkların 20. yüzyılda ulaştıkları kazanımları ortadan kaldırmak anlamına gelen bu uğursuz planın uygulanmasında, emperyalist/siyonist güçlerin esas müttefiki Müslüman Kardeşler ve kökten dinci çetelerdir. Zira emperyalistlerle işbirliği yaparken dini/imanı bir kenara atan dinci-gerici güçler, aynı anda etnik, dinsel, mezhepsel çatışmaları körükleyen vahşi saldırılar düzenliyorlar. Suriye’de emekçilerin başlattığı kitle hareketini hedefinden saptırıp, karşı-devrimci cephenin elinde bir araca dönüştüren bu güçler, dinsel, mezhepsel çatışmaları bölge geneline yayma planına göre saldırılar düzenliyorlar.

Hizbullah’ın Suriye’ye binlerce militan gönderdiği yalanını ortaya atan silahlı çeteler, bu yalana dayanarak Şiileri hedef alan saldırılar düzenlemeye başladılar. Tabi silahlı çetelerin arkasında duran Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsü de, yangına körükle giden bir tutum içerisindeler. Nusra cephesi ile ÖSO, sınıra yakın bölgede bulunan Şiiler’in yaşadığı köylere saldırırken, bunların Lübnan’daki uzantıları ise, aleni bir şekilde mezhepler arası çatışma yaratmak için uğraşıyorlar. El Kaide’nin Lübnan’daki uzantıları, bunların arkasında duran şeyhler ve bazı gerici siyasi partiler, Hizbullah’ı iç çatışmanın içine çekebilmek için dört koldan saldırıyorlar.

Suriye’deki çatışmalara dinsel/mezhepsel boyut kazandıran karşı-devrimci cephenin çatışmaları Lübnan’a taşıma çabası, Suriye ve Lübnan’ın yanı sıra, tüm bölge halklarının geleceğini tehdit eden bir boyut kazanmaya doğru yol alıyor. Bu arada AKP şeflerinin, bu olaylara paralel olarak mezhepsel ayrımcılığı kışkırtan söylemlere ağırlık vermesini de tesadüf sayamamak gerekiyor.

Elbette sorun Hizbullah’ın Suriye’deki çatışmalarda taraf olması değil. Olaylara dair fikri olan herkes, bu iddianın temelden yoksun olduğunu söylüyor. Suriye’deki olaylarla ilgili farklı bir duruşları olduğunu açıkça beyan eden Nasrallah, bu farkın mezhepsel ayrımcılıkla değil, siyasi bakış açısıyla ilgili olduğunun altını çiziyor. Suriye’deki çatışmalara katılmış olsalardı bunu saklamayacaklarını da ifade eden Nasrallah, mezhepsel çatışmayı kesin bir şekilde reddettiklerini bir kez daha beyan etti. Karşı-devrimci cephenin çok sayıda provokatif saldırı ve açıklamalarına rağmen, Hizbullah’ın çatışmadan uzak durması, bu konuda şu ­ana kadar tutarlı bir çizgi izlediğini gösteriyor.

Hal böyleyken, ÖSO ile kökten dinci çetelerin savaşı Lübnan’a taşımak için ısrarcı olmaları, ortada mezhep çatışmalarını körükleyen, vahim bir karşı-devrimci bir plan olduğuna işaret ediyor.

Amaç anti-siyonist direnişi kırmaktır!

Suriye’deki çatışmaları Lübnan’a taşıma girişimlerinin temel hedefi, Hizbullah’ı bir mezhep savaşının içine çekip güçten düşürmektir. Bu, esas olarak emperyalist/siyonist güçlerin planıdır. İsrail savaş makinesinin Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırmasının amacı da bu idi. Girişimin fiyaskoyla sonuçlanması hem İsrail ordusunun suratına patlayan bir şamar olmuş hem Hizbullah’ı askeri, siyasi ve moral açıdan güçlendirmişti. Şimdi ise, ÖSO ile kökten dinci çeteler, İsrail adına, Hizbullah’a karşı vekalet savaşı yürütme noktasına gelmiş görünüyorlar.

Lübnan’da mezhep savaşını kışkırtmanın öne çıkan bir diğer hedefi ise, belli bir güce ulaşan El Kaide uzantısı kökten dincilerin, özellikle Sünni Arapların yaşadığı alanlara hakim olma hevesidir. Nusra cephesinin Lübnan şubesini kurmaya hazırlanan kökten dinci çeteler, ortaçağ zihniyetli şeyhler ve Saad Hariri gibi politikacılar tarafından da destek alıyorlar. Bilindiği üzere 14 Mart koalisyonunun başını çeken Hariri, Suudi Arabistan ve emperyalistlerle sıkı işbirliği içinde olan biridir.

Irkçı-siyonist rejimin ordusuna hem 2000’de hem 2006’da şamar indiren Hizbullah’ı güçten düşürmenin tek yolunun, tüketici bir mezhep çatışması olduğu tespitinin patenti İsrail’e aittir. Dolayısıyla mezhep çatışmasını kışkırtanlar da, öncelikle emperyalist/siyonist güçlere hizmet ediyorlar. Tam bu günlerde İsrail’in, Suriye’deki çatışmalarda yaralanan silahlı çetelere hastanelerini açtığını ilan etmesi, bir tesadüf değildir elbet. Bu gelişmeyi, İsrail’le karşı-devrimci cephe arasındaki dolaysız işbirliğinin kanıtı saymak gerek.

Savaşın Lübnan’a taşınması, zaten siyasal/sosyal yapısı kırılgan olan bu ülkenin cehenneme çevrilmesi anlamına gelir, fakat bununla sınırlı kalmaz. Zaten hedeflenen salt Suriye ve Lübnan değil, tüm bölge halklarıdır. Dolayısıyla mezhep çatışmalarının fitilini ateşlemeye çalışanlar da, bölge halklarının geleceğini karartmak isteyenlerdir. Dolayısıyla bölge halklarının da bu gericilik cephesine karşı mücadele edip bu planı bozması gerekmektedir.

Bu uğursuz plana AKP iktidarının da dahil olması, Türkiye işçi sınıfına, emekçilerine ve ilerici-devrimci güçlerine büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Halkların kardeşliği şiarını gür bir şekilde haykırmak ve bu sesi bölge halklarına ulaştırmak tarihi bir sorumluluktur.

 

 

 

 

 

Kıbrıs’ta krizin gölgesinde cumhurbaşkanlığı seçimleri

Kıbrıs’ta cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu hafta sonu yapıldı. Muhafazakar Demokrat Derleniş Partisi (DİSİ) lideri Nikos Anastasiades ile iktidardaki Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) adayı Stavros Malas’ın yarıştığı seçimlerde Anastasiades oyların yüzde 57,5’ini alarak cumhurbaşkanlığına seçildi.

Eski Cumhurbaşkanı Dimitris Christofias (AKEL) adaylığını koymayı kabul etmemişti.

Seçimi kazanan Anastasiades, Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Birliği ile ekonomiyi kurtarma programları hazırlayacağını söyledi.

Christofias’ın görev yaptığı sürede Kıbrıs ve Rusya arasındaki ilişkiler güçlenmişti. Özellikle Ortadoks olmaları nedeniyle Rus ve Rumlar’ın aralarındaki geleneksel bağ iki ülkenin arasındaki ilişkiyi daha da sağlamlaştırmıştı. Bunun dışında Kıbrıs, Rusya için yasadışı sermaye transferinin yapıldığı ve naylon Rus firmaların kurulduğu önemli bir saha olma özelliği taşıyordu. Alman emperyalistlerinin şefi Merkel ve AB’li emperyalistler, adanın daha fazla Rus etkisine girmesinden rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Hatta Kıbrıs’ın neredeyse Rusya’ya bir üs alanı açacağı yönlü kaygı bile taşıyorlardı.

Alman şefi Merkel ile özel ilişkileri olan yeni cumhurbaşkanı Anastasiadis, NATO tarafından yönetilen, “Barış için ortaklık” ( PfP )oluşumuna üye olacağını da açıkladı. Bu birlik içinde eski Sovyetler Birliği’ne üye birçok ülke yer alıyor. PfP’nin görevi NATO’ya  yeni üye kazandırmak. Kıbrıs parlamentosunun, 2011 yılında PfP’ye üyeliği gözden geçirecekti.  Ama cumhurbaşkanı Christofias veto hakkını kullanmıştı. Kıbrıs böylece AB’de NATO’ya ve PfP’ye üye olmayan tek ülkeydi. Nedeni ise AKEL’in programında adayı “askersizleştirmenin” yer almasıydı.

Kıbrıs ekonomisi son 40 yılın en kötü sürecini yaşıyor. Ekonomik krizin etkileri sarsıcı bir biçimde hissediliyor. Yunanistan’ın kredi paket ve borçlarının yapılanmasından derin bir biçimde etkilenen Kıbrıs’ta bankalar yatırımlarının yaklaşık yüzde 75’ini kaybederken, halkın gelir düzeyinde ise çok ciddi bir düşüş yaşanıyor. İşsizlik resmi rakamlara göre yüzde 15. Adanın 17 milyar Euro’ya ihtiyacı var. 8 aydır AB ve IMF ile yardım paketi konusunda görüşmeler yapılıyor. Christofias batılı emperyalistlerin yardıma karşılık, özelleştirme ve kemer sıkma politikaları nedeniyle krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarma konusunda zorlanıyordu. Buna karşın Rusya’dan yardım istemiş ve Rusya da 2,5 milyar Euro’luk yardımda bulunmuştu.

Anastasiadis’in yardım paketi konusunda  batının çok daha kolay anlaşabileceği bir cumhurbaşkanı olduğu kesin. Zaten yeni cumhurbaşkanı batının her türlü talebini yerine getirmeye hazır olduğunu da açıkladı. Gerçi fazla seçeneği de yok. Basında yer alan haberlere göre, yardım bulunamazsa Kıbrıs Nisan’da iflas ediyor.