18 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/03

 Kızıl Bayrak'tan
Paris katliamı ve “İmralı görüşmeleri” üzerine
Sermaye iktidarı, Suriye’deki çatışmaları körüklemeye devam ediyor
Kürt halkı tepkili,
AKP pervasız ve pişkin!
Devrimci Kadın Kurultayı’ndan 8 Mart’a
Yeni Akit, eski hikaye!
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Bir direnişin ardından... / Can Şafak
Teknopark işçileri: Ücret hakkımızı gaspettirmeyeceğiz!
Manisalı metal işçileri, birliğin çatısı altında güçleniyor!
Daiyang-SK Metal işçileriyle dayanışma etkinliği
“Eylemlerimizi sürdüreceğiz!”
Türk Metalciler’in gardiyanı olduğu
bir çalışma kampı!
Hatice Yürekli Parti Okulu Açılış Konuşması
Gıdanın jeo-politiği / Volkan Yaraşır
Mali’ye emperyalist müdahale, yalanlar ve gerçekler
Onbinler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i andı
Yeni YÖK Yasa Taslağı’nın son hali hazırlandı
RedHack YÖK’ü hackledi
Emperyalizmin Ortadoğu projesinin faturasını en çok kadınlar ödüyor!
Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıklarından
“Sistem değişmedikçe
kadın sorunu da çözülemez!”
Kapitalizm enerji sorununu çözer mi?
Çocuk işçiliği üzerine
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalizmin Ortadoğu projesinin faturasını en çok kadınlar ödüyor!

 

Emperyalist savaş ve işgallerin geride bıraktığı tabloda en çok mağdur olan ve yıkıma uğrayanlar her zaman için kadınlar olmuştur. Emperyalizmin bölgesel ihtiyaçları çerçevesinde Ortadoğu halkları da, uzun süredir emperyalist işgalin tüm yıkımını yaşamaktadır. Ancak kadınların yaşadıkları sorunlar daha katmerli olmaktadır. Irak’a, Afganistan’a yapılan emperyalist işgallerde ortaya çıkan tablo bunu açıkça göstermektedir. Savaşın yarattığı her türden yıkıma ek olarak kadınlar cinsel şiddetin hedefinde yer almaktadırlar.

Son olarak Suriye üzerinden gündeme gelen emperyalist müdahale sonucu Suriye halkları yıkıma uğratılırken, kadınlar yine daha katmerli bir şekilde saldırıların hedefindedir. Emperyalist, kirli savaşların yaşandığı diğer örneklerde olduğu gibi, Suriyeli kadınlar da bir savaş stratejisi olarak tecavüzün mağduru olmaktadır. Uluslararası Kurtarma Komitesi IRC tarafından hazırlanan Suriye raporu bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Lübnan’da ve Ürdün’de IRC’ye konuşan Suriyeli mülteci kadınlar, ailelerin Suriye’yi terk etmelerinin temel sebebi olarak tecavüzleri göstermektedirler.

Rapora yansıyan bilgilere göre, birçok kadın, silahlı kişilerce, halka açık yerlerde ya da evlerinde tecavüze uğramaktadır. Bu tecavüzlerin sıklıkla aile üyeleri önünde gerçekleştiği de ifade edilmektedir.

Suriye’de kadınları tehdit eden bu tehlike yanında gerici değer yargılarıyla baskı altında tutulan kadınların, tecavüz ve işkence sonunda hayatta kalsa bile, çoğunun “lekelenmemek” adına yaşadıkları cinsel şiddeti ihbar edemedikleri belirtilmektedir.

Yine benzer gerici ataerkil basınç nedeniyle, bazı kadınların da aileleri tarafından öldürülmekten korktukları için maruz kaldıkları cinsel şiddeti sakladıkları ifade ediliyor. Rapordaki dikkat çekici bir başka veri ise, bir babanın kızını silahlı bir grubun tecavüzünden “korumak” için öldürdüğü bilgisidir.

Hatırlanırsa, Suudi Arabistanlı Şeyh Muhammed El Arifi verdiği bir fetvada, Esad’a karşı savaşan silahlı grupların, 14 yaşından büyük çocukları ve kadınları kısa süreliğine hatta birkaç saatliğine kendi nikahlarına geçirebileceklerini söylemişti. Bunun tecavüzü meşrulaştıran ve teşvik eden bir fetva olduğu ortadadır.

***

Emperyalist işgal ve savaşlarda kullanılan kirli savaş yöntemlerinden biri olan tecavüzün sıklıkla gündeme geldiği Irak’ta ve Afganistan’da yaşananlar ise toplumsal hafızada asla unutulmayacak izler bırakmıştı. Hatırlanırsa, işgal sonrası hapishanelerde kadınların yaşadıkları, özellikle Ebu Garib Cezaevi’nde yaşananlar, oldukça ibretlik örneklerdir. 2006 yılında İngiliz askerlerinin Irak’ta tecavüz edip işkence yaptıkları 62 yaşındaki bir kadını öldürerek askeri ceset torbasıyla yol kenarına atmaları da bir başka vahşet örneği olmuştu. Bu örnek işgal döneminde kayıtlara geçen ve bilinen örneklerden sadece biridir. Kayıtlara geçmeyen pek çok kadın işgal güçlerince kaçırılıp, işkenceye ve tecavüze uğramıştır.

Afganistan’da da yaşları 17-30 arası olan kadınların ve 12-17 yaş arası erkek çocukların kaçırılıp kamera karşısında tecavüz edildikleri ve sonra işgalci güçlerin bu kasetleri sattıkları ortaya çıkmıştı.

Ortadoğu’da yaşanan haksız ve kirli savaşların kadınlara ödettiği faturanın örneklerine Lübnanlı, Filistinli ve de bölündükleri dört ayrı parçada Kürdistanlı kadınların yaşadıkları eklenebilir. Haksız ve kirli savaşların getirdiği yıkıma ek olarak kadınlar daima cinsel şiddetin hedefinde bulunmaktadır.

Emperyalist güçlerin kirli sicili

Sadece Ortadoğu’da değil, dünya genelinde de emperyalizmin vurucu gücü NATO askerlerinin tecavüz suçları açısından sicilinin oldukça kirli ve kabarık olduğu görülmektedir. Kurulduğu günden beri gerek Balkanlar’da, Afrika’da, Kore’de, Somali’de, Kosova’da ve diğer yerlerde yüzbinlerce kadın tecavüze uğramıştır. “Barış Gücü” adı altında konuşlandırılan askerlerin yaptıkları tecavüzlerin listesi oldukça uzundur. Dahası, insan hakları kuruluşlarının raporlarında yansıyan bilgilerde işgal edilen topraklarda “ganimet” diye esir alınan binlerce kadının Batılı ülkelere satıldığı belirtilmektedir.

***

Emperyalist hesapların sonucu yaşanan yeni vahşet örnekleri Suriye tablosunda yer almaktadır. Bu tabloyu değiştirecek, emperyalist müdahaleyi durduracak olan ise işçilerin ve ezilen halkların birlikte verecekleri mücadeledir. Bu nedenle emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı işçi ve emekçilerde bilinç uyandırılmalı ve onun vurucu gücü NATO’nun yaptıkları zulüm teşhir edilmelidir. Özellikle kadınların yaşadıkları zulme dikkat çekmek ve toplumsal tepki oluşturmak önemlidir.

 

 

 

 

Kiliseler taciz ve tecavüz olaylarını gizleyemiyor!

 

Kiliseye bağlı insanların zorunlu olarak ödediği vergilerle semiren kiliseler, devasa bir sermayeye hükmediyorlar. Sınırsız bir özerkliğe sahip olan kiliseler, ellerinin altında bulundurdukları sermayeyi istedikleri gibi kullanabiliyorlar. Kiliselerin öncelikli yatırım alanları, çocuk yuvaları ve eğitim alanları olmaktadır. Bu kurumlar üzerinden kendi ideolojik etki alanlarını genişleterek yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.

Yönetim ve mali işlerinde oldukça kapalı olan kiliseler, tüm bu koruyucu önlemlere karşın rüşvet, zimmete para geçirme, taciz ve tecavüz olaylarıyla gündemden düşmüyorlar. Burjuva yayın kuruluşlarının, burjuva sistemin ruhani tastikleyicilerinin yaptıklarını ne kadar görmezden gelseler de, durum katlanılmaz olunca zorunlu haberler yapıyorlar.

Avrupa ülkelerinde kiliselerle ilgili çıkan taciz ve tecavüz haberlerinin ortaya koyduğu olgular tüyler ürpertici düzeydedir. Kiliselerin bulaştığı bu iğrenç ve aşağılık olaylar hiç de tekil olaylar değildir. Kiliselerde sistematik olarak taciz ve tacavüz olayları yaşanmaktadır. Burjuvazinin diğer kurumları gibi kiliselerde, taciz ve tacvüz mağdurlarını önerdikleri tazminatlarla susturmaya çalışıyorlar.

Geçen yıldan bu yana, Belçika’da Katolik din adamlarıyla ilgili yaklaşık 500 taciz iddiası kayda geçti.

Geçen yıl konuyla ilgili olarak yapılan bir soruşturmada, İrlanda’daki üst düzey kilise mensuplarının on yıllar boyunca çocuklara cinsel tacizde bulunan rahipleri kolladığını ortaya çıkarmıştı.

Bir başka raporda da Katolik okulları ve yetimhanelerinde yıllar boyunca devam eden cinsel, fiziksel ve psikolojik taciz vakaları belgelenmişti.

Hollanda’da bağımsız bir komisyon, Katolik Kilisesi’ne bağlı kurumlarda onbinlerce çocuğun cinsel tacize uğradığını açıkladı.

Kiliseye ait okullar, dini eğitim kurumları ve yetimhanelerde 1945’ten itibaren taciz vakalarını araştıran komisyon, bu olayların bugün de sürdüğünü açıkladı.

Komisyon, 10 bin ile 20 bin arasında çocuğun uğradığı istismarı “hafif, ciddi ve çok ciddi cinsel taciz” olarak niteledi. Bunların tecavüze dek vardığını kaydetti.

Almanya’daki Katolik Kiliseleri de aynı iddialarla suçlanıyor.

Kiliselerden çevreye yayılan pis kokular, kiliseye bağlı insanların kiliselerden koparak uzaklaşmalarına yol açıyor. Almanya’da 2011 yılında 130 binden fazla insan kiliselerden resmen ayrıldılar. Kiliselerden yaşanan kopuşlar, kiliselerin gelirlerinde yol açtığı düşüşler asalaklar takımını oldukca tedirgin etti. Kiliselerrden kopuşları durdurmak için piskoposlar tarafından yayımlanan bildiride, gelir vergisinin yüzde 8’i oranındaki özel vergiyi ödemeyenler için dini cenaze töreni de düzenlenmeyeceğini açıkladılar. Tanrı aşkına hizmet ettiğini iddia eden ve pisliklerini ruhani perdeler altında gizleyen asalakların tehdidi “para yoksa cenaze duası da yok’ oluyor.

Ahlakcı ilkelere bağlılıklarıyla prim yapmaya çalışan dini kurumların ahlakcılığı kelimenin gerçek anlamıyla tam bir riyakarlıktır. Onlar her durumda, varlıklarını borçlu oldukları özel mülküyet dünyasının kutsayarak, özel mülküyeti tanrı adına kutsamayı kendilerine iş edinmişlerdir.