6 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/27

 Kızıl Bayrak'tan
İçerde faşist baskı ve teröre, dışarda saldırganlık ve savaşa karşı; Birleşik-militan bir kitle hareketi!.
KCK davasında keyfiyet ve saldırı
Savaş çığırtkanlığı
düzen medyası eliyle büyütülüyor
Makyaj tazeleme operasyonu:
“Terör mahkemeleri”
Katliamcı devletten
hesap sorma çağrısı
BDSP’den 2 Temmuz
eylem ve etkinlikleri..
4+4+4 yasasına yönelik tepkiler sürüyor
İş cinayetleri
Temmuz’da da sürüyor
Havayolu direnişinde
sorunlar ve görevler
Birleşik Metal’de
temsilciler kurulu
Kristal-İş Sendikası TİS Dairesi Müdürü Can Şafak ile
MESS Grup TİS süreci üzerine...
İşçi sınıfı hareketinin
tablosu üzerine
Mısır’da dinci-gerici aday cumhurbaşkanı oldu
20. AB Zirvesi gerçekleştirildi
General Motor’un Opel saldırısı
ve kaçırılan direniş fırsatı
Her kıtada eylem, direniş!.
Lefkoşa Belediyesi’nde işgal!..
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için;
3-4-5 Ağustos’ta
9. Mamak Kültür-Sanat Festivali’nde buluşuyoruz!.
Ya sendika girecek ya kepenkler inecek!.
Samsun’da rant dönüşümü can aldı
ekimgencligi.net yayında...
Bir savaşın kirliliği çocukları ne kadar hedef aldığıyla anlaşılır!.
Rüzgar eken fırtına biçer!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Analar: Zulme ortak olmayın!

Cumartesi Anneleri kayıpların akıbetini sormaya, Mehmet Can Ayşin’in dosyasını gündeme getirerek devam etti. 379. haftasına girilen eylemde, kayıpların akıbetini ortaya çıkarmayarak suç işleyen sorumluların, aileleri belirsizlik içerisinde bırakarak suç işlediklerine dikkat çekildi.

Eylemde ilk olarak Hasan Ocak’ın akıbetini aramada ve daha sonraki kayıp eylemlerinde aktif olarak yer alan Baba Ocak için Maside Ocak ve Hasan Karakoç birer konuşma yaptı. Konuşmacılar, yakınlarının akıbetini arayan anne-babaların özverilerine saygı duyduklarını ve onların iradesinin eylemlerde büyük rol oynadığını vurguladılar.

Basın açıklamasını Mine Nazari okudu. Suçluların yıllardır ortaya çıkarılmadığını ve kayıp mücadelesinde yer alanlara yapılan baskı ve zulümlerin sorumluluğunun tüm hükümetlerde olduğuna vurgu yapılan açıklamada, ağır hak ihlallerinin devam ettiğine işaret edildi. Nazari insanlık suçunun işlenmeye devam edildiğinin altını çizerek, şunları söyledi: “kendi yönettiği topraklarda kayıp ailelerine yaşatılan zulüm karşısında susan başbakan, ‘zulme ortak olmayın’, diyerek Suriye için küresel vicdan çağrısı yapıyor. Kayıp ailelerine yaşattığı zulüm karşısında biz de başbakana vicdan çağrısı yapıyoruz; ‘zulme ortak olmayın’, ‘Zulme rıza zulümdür, zalimlerin yanında yer almak, zalimliği benimsemektir.”

Kızıl Bayrak / İstanbul


 

 

 

TKMP’den tecrit açıklaması

Tecrit Karşıtı Mücadele Platformu (TKMP) İstanbul’da yaptığı eylemle hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekerek, hasta tutsakların serbest bırakılmasını talep etti.

Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelen katılımcılar “Yaşasın 19-22 Aralık direnişmiz! Katliamı unutmadık unutturmayacağız! / TKMP” pankartı açtı.

TKMP adına yapılan açıklamada hapishanelerin politik sorunlara refleks gösterilen alanlar olduğuna, devletin buna dönük olarak sistemli tecrit uygulayarak tutsakları teslim almaya çalıştığına vurgu yapıldı. Açıklamada şunlar söylendi: “Urfa hapishanesinde 13 adli tutsağın yakılarak öldürülmesi böylesi bir örnektir. İlk değildir, son da olmayacaktır. Çünkü devletin hapishane politikasının sürdürüleceği, bizzat başbakanın ağzından ilan edilmiştir.”

Eylem tutsaklarla dayanışmayı büyütme çağrısıyla sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul


 

 


“İş kazası değil ev kazası!”

22 Haziran’da Eskişehir Oto Tamirciler Sitesi’nde 4 işçi yaşamını yitirdi.

23 Haziran tarihinde Isparta’da çalışan bir inşaat işçisi iskeleden düşerek can verdi.

26 Haziran’da Kocaeli’de bir spor salonu inşaatında çalışan bir işçi elektrik akımına kapılarak iş cinayetine kurban gitti.

29 Haziran’da Türkiye Taş Kömürü Kurumu çalışanı 13 maden işçisi minübüsün devrilmesi sonucu yaralandı.

Hemen hemen her gün bir işçi ya yaralanıyor ya sakat kalıyor ya da ölüyor. Sizce bu tesadüf mü?

Devlet buna “kader”, bizim işyeri ise “ev kazası” diyor.

Sizlere geçen aylarda işyerinde yaşadığım “ev kazasını” anlatmak istiyorum.

Jeneratörleri test ettikten sonra yük kablolarını sökmeye başlayacaktık. Sökme işlemine başlamadan önce mühendisin enerjinin kesilip kesilmediğini kontrol etmesi gerekiyordu. Bize mühendisler tarafından enerjinin kesildiği söylendi fakat kabloları sökmeye başlarken ben çarpıldım, anahtar elimde patladı. Hemen işyeriyle anlaşmalı özel bir hastaneye götürüldüm. Tedavim yapıldıktan sonra işe geri dönüp çalıştım.

Kazayı anlatan bir tutanak hazırlayıp götürdüm ama tutanağım çöpe atıldı. Bir süre sonra mühendis elinde bir tutanakla karşıma çıktı. Tedavi olduğum hastaneden tutanak istenildiğini ve kendilerinin bu tutanağı hazırladığını söyledi. İşyerinin hazırladığı tutanakta yaşadığım iş kazası şöyle anlatılıyordu:

“Evde lambanın duyunu takarken lamba anahtarını açık bıraktığım için çarpıldım. İşyerine gittim. İşyeri beni hastaneye götürerek burada tedavi ettirdi”

Bu olaydan kısa bir zaman sonra benimle aynı bölümde çalışan bir arkadaşım da aynı iş kazasını yaşadı.

Görüldüğü gibi iş kazaları ve iş cinayetleri artık çalışmanın bir parçası olmuş durumdadır. Çalışmak demek, her an ölebilmek demektir.

Ben bu tutanağı imzalamadım, bireysel olarak yapabileceğim tek şey buydu. Fakat biz işçilerin yapması gereken üzerimizden milyarlar kazanırken canımızı hiçe sayan bu düzene karşı örgütlü bir şekilde tutum alabilmek, örgütlü mücadele edebilmektir.

Biz işçilerin kolu, bacağı, kanı, canıyla dönen çarkları kırmamız gerekir. Bizleri öğüten bu çarkları kırabilmek için örgütlenelim!

Sancaktepe’den bir elektrik işçisi