3 Şubat 2012
Sayı: SYKB 2012/05

 Kızıl Bayrak'tan
Baharı kazanmak için ileri!!
DİSK Genel Kurulu yaklaşıyor
Sermaye saldırıyor
sendikaların eli kolu bağlı
DİSK saldırılara karşı alanlara çıktı
Roboski katliamının gösterdikleri
Güncel gelişmeler ışığında
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Direnişçi işçilere zabıta-polis terörü
Taşeron işçileri ihanetin
hesabını soruyor
Direnişçi Mersin Liman işçileri
Maltepe Belediyesi işçilerinin
direnişini selamladı
Kıdem tazminatı fonu
ve iş güvencesi tartışıldı
Metal İşçileri Birliği
Merkezi Yürütme Kurulu
Şubat Ayı Toplantısı Sonuçları
MİB yeni döneme hazırlanıyor
Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk
Gençliğe devrimci baharı kazanma çağrısı
Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) temsilcisi Hüseyin Çelik ile konuştuk
BES İzmir Şube Başkanı
Ramis Sağlam ile
22 Şubat grev üzerine konuştuk
“Davos Zirvesi” aynasında
kapitalizmin karanlık geleceği
Finans kapitalin korkusu artıyor
ABD’nin “yeni savunma (savaş) stratejisi
Emperyalist özneler arasında
kuşatma, gerilim ve çatışma-V.Yaraşır
Haydarpaşa ranta kurban
Gazi’de çete saldırısı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist özneler arasında kuşatma, gerilim ve çatışma...

ABD’nin yeni jeopolitik yönelimi: BOP’tan Asya Pasifik’e!

Volkan Yaraşır

ABD’nin yeni savunma stratejisi, Obama tarafından açıklandı. Strateji bir konsept değişikliğini ortaya koydu.

ABD’nin yeni konsepte bağlı olarak emperyalist politikalarında öncelikleri farklılaştı. Çin’i hedef alan, nüfuz ve ekonomik alanını daraltmayı ve kuşatmayı amaçlayan ABD, Avrupa ve Ortadoğu odaklı yönelimini, Asya Pasifik bölgesine kaydıracak.

2001’de açıklanan strateji “imparatorluk projesini” içermekteydi. Odak coğrafya olarak da Ortadoğu belirlenmişti. 2001-2011 arasında birbirini takip eden BOP’un evreleri başarısızlıkla sonuçlandı. Irak ve Afganistan çıkmazı ABD’yi konsept değişikliğine zorladı. İçine girdiği mali kriz, sorunları derinleştirdi.

Yeni konsept imparatorluk projesinin iflasının ilanı oldu. Ayrıca ABD’nin küresel güçler dengesine göre konumlanışını ortaya koydu ve muazzam askeri gücüne dayanarak küresel inisiyatif arayışını ifade etti. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’nın savunma stratejisinin “stratejik dönüm noktasında” hazırlandığını söylemesi boşuna değildir.


Kriz ve emperyalist özneler arasında hegemonya savaşları

Kapitalizmin yapısal krizi bir tarihsel momentumu işaretledi. Sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesi küresel düzeyde sınıf ve kitle hareketinin yükselişine neden oldu. Yeni “1968” diye de tanımlanan bu süreç, bir yüksek konjonktüre girişi ifade ediyor.

Kapitalizmin tarihindeki üçüncü büyük bunalım giderek yayılıyor ve derinleşiyor. Büyük bunalımların karakteristiğine uygun olarak bir kriz senkronu yaşanıyor. Emperyal özneler arasındaki hegemonya savaşları bu senkronlardan biri. Kriz kendini salt ekonomik boyutta değil, bir uygarlık krizi, ekolojik kriz, gıda krizi ve hegemonya krizi olarak da gösteriyor.

Böylesine yüksek konjonktür dönemlerinde, küresel direniş dalgası ve isyanların yanında, karşıdevrimci gelişmeler gözlemlenir.

ABD’nin yeni savunma stratejisi küresel bir karşıdevrim stratejisini içeriyor. Aynı zamanda emperyalist özneler arasında hegemonya “savaşlarının” dışavurumu oldu. Yeni konsept ABD emperyalizminin önümüzdeki dönemde stratejik yönelimlerini ve hedeflerini ortaya koydu.

ABD emperyalist ekspansiyonla-diplomatik, ekonomik ve askeri yayılmacılıkla Asya Pasifik bölgesini stratejik odak olarak belirledi. Özellikle Çin’in olağanüstü gelişimi, ABD’nin jeostratejik önceliklerini etkiledi. ABD’nin hızla hegemonya krizi içine girmesi, imparatorluk projesinin iflası, kapitalist krizin tahribatı ve eşitsiz gelişim yasasının yıkıcılığı yeni savunma stratejisinin ortaya çıkışına neden oldu.

Çin devlet kapitalisti bir ülke olarak 1990’lı yılların ortalarından itibaren 2000’li yıllarda küresel düzeyde son derece önemli ataklar yaptı. Yeni yükselen emperyalist güç olarak uluslararası düzeyde etkisini yaydı.

Çin 1979-2009 arasında yani 30 yıllık bir kesitte yılda ortalama 9.8 gibi olağanüstü büyüme gösterdi. Kriz koşullarında da büyüme yüzde 8’i buldu. Aynı dönem AB ve ABD’de büyüme oranı yüzde “0” bandında seyretti. Çin’in bu yıl ihracat ve sanayi üretiminde dünyada ilk sırayı alması bekleniyor.

ABD 2010 yılında 698 milyar dolarlık “savunma” harcaması yaptı. Çin’in harcaması ise 119 milyar doları buldu. 2002 yılında 51 milyar dolar olan bu harcama sonraki yıllarda hızla arttı. ABD dünya “savunma” harcamalarının yüzde 43’ünü gerçekleştirdi. Çin ise yüzde 7,5’le, ABD ve Rusya’nın arkasından geldi.

Çin’in küresel düzeyde sermaye ihracatı hızla arttı. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Uzak Asya’dan Avrupa’ya kadar yaygın sermaye ihracatları ve yatırımlar yaptı. Çin’in toplam döviz rezervi 2.5 trilyon dolara ulaştı.

Çin’in hızla yükselen bir emperyalist güç olarak yeni pazarlara, yatırım alanlarına, enerji ve hammadde kaynaklarına ihtiyacı var. Ayrıca Çin, sanayi yapısını değiştiriyor. Bu amaçla teknoloji geliştirmeye ve teknolojiye dayalı mallar üretmeye yöneldi. Yeşil enerji, biyo ve nano-teknolojiye yönelik araştırmalarını yoğunlaştırdı. Çin teknoloji yarışında önemli ataklar yaptı ve yapıyor. Bütün bu faktörler Çin’i zirveye taşıyor. 2030’larda Çin’in rakipsiz bir güç haline gelmesi bekleniyor. Özellikle kapitalist kriz koşulları Çin’e nüfuz ve ekonomik alanlarını genişletme olanağı sağlıyor. Çin, ABD’nin içinde bulunduğu hegemonya krizine karşılık etkin, yaygın ve derinden bir biçimde hegemonyasını güçlendiriyor.

Shanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de, bu hegemonya ataklarından biri oldu. ŞİÖ; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tataristan’ın biraraya gelmesiyle kuruldu. ŞİÖ’ye kısa bir süre önce Özbekistan da katıldı. ŞİÖ son derece önemli bir ekonomik yapı olarak etkinliğini arttırdı.

Rusya’nın hızla toparlanması, küresel bir aktör olarak devreye girmesi ABD’yi rahatsız etti. Küresel bir enerji santrali merkezi ve ikinci büyük askeri güç olarak kendini tahkim eden Rusya, başta eski Sovyet cumhuriyetleri olmak üzere, Uzak Asya’da, Asya’da ve Avrupa’da önemli ataklar yaptı.

Ortadoğu’ya sıkışmış ve bloke olmuş ABD bu iki emperyalist gücün hamleleri karşısında “gerilemeye” başladı.

Kapitalist krizin son derece tehlikeli bir seyir izlemesi, ABD’nin, askeri üstünlüğüne dayanarak küresel çıkarlarını “şiddetle” korumak için hamleler yapmasına yol açtı. Yeni savunma stratejisinin oturduğu bağlam bu zemin üzerinden kuruldu.

ABD “11 Eylül konsepti” ve 2001’de açıkladığı savunma stratejisiyle hegemonyasını restore etmeyi amaçlamıştı. İmparatorluk projesi bu yöndeki emperyal bir ataktı. Irak ve Afganistan fiyaskosu, Latin Amerika’daki gelişmeler, Rusya ve Çin’in hamleleri küresel düzeyde farklı bir jeopolitik sürecin önünü açtı.

Dünya hızla çok kutupluluğa evrildi. ABD yaşanan yeni konjonktüre bağlı ve içine düştüğü “gerilemenin” farkında olarak, gerçek anlamda bir savunma stratejisi oluşturdu. Muazzam askeri varlığına dayanarak hegemon güç konumundan, küresel düzeyde güçler dengesini kurmayı amaçlayan bir politik hattın içine girdi. Yeni yönelimini “uzaktan dengeleme” olarak ifade etti. Bu vurgular, ABD emperyalizminin agresyonunun düşmesi değil, tam tersine yaşanan konjonktür ve emperyalist özneler arasındaki gerilimin şiddetle artmasına bağlı olarak daha yoğun ve konsantre agresyon anlamı taşıyor. ABD bütün savaş gücünü de buna göre yeniden şekillendiriyor. Bir anlamda bölgesel savaşları tetikleyen ve yerel düzeyde kontrgerilla faaliyetlerinin önünü açan ve “istikrar” adı altında Haiti, Panama ve Somali gibi işgal taktiklerine yöneliyor. Ayrıca Libya’da olduğu gibi küresel bir savaş aygıtı olarak NATO’yu devreye sokup “kolektif” emperyalist bir tarzda ve yerel dinamikleri gözeten, koordine eden, silahlandıran ve yönlendiren askeri stratejilere yöneliyor. Bunun yanında siber uzayda ve uzayda hakimiyetini kalıcılaştırıyor.

ABD’nin Asya Pasifik odaklı jeopolitik değişikliği, Ortadoğu öncelikli politikaların Orta Asya’ya doğru kaymasına yol açacak. Artık Asya emperyalist paylaşımın, işgal ve savaşların coğrafyasına dönüşüyor. Bunun yanında Pasifik de hareketli. 2011 sonlarında yapılan ve 21 Pasifik ülkesinin katıldığı toplantıda Hillary Clinton ABD’nin Pasifik’teki çıkarlarının ne derece öncelikli ve yaşamsal olduğunu açıkladı.

ABD, Asya-Pasifik odaklı yönelimiyle Rusya ve Çin’i kuşatmayı ve “denetlemeyi” amaçlıyor. (1)
Bu yönde bir yandan “İran Savaşı”nın zeminlerini hazırlıyor, böylece Asya’ya ulaşmayı Rusya’yı güneyden, Çin’i batıdan kuşatmanın önünü açıyor ve büyük bir askeri güçle Asya’nın merkezinde yer almayı hedefliyor. Öte yandan Japonya, Filipinler, Tayland, Güney Kore ve Avustralya’nın içinde bulunduğu altılı blokla Çin’in Pasifik’te nefes almasını engellemeyi ve radikal bir şekilde ekonomik ve nüfuz alanlarını daraltmayı arzuluyor.

Bu stratejik yönelim için İran ve Suriye’deki gelişmeler önem taşıyor. Ayrıca ABD’nin Asya Pasifik odaklı jeopolitik yönelimi Ortadoğu’nun “bırakılması” veya “terkedilmesi” anlamı taşımıyor. Tam tersine Ortadoğu katastrofik sarmalın içine sokularak, Orta Asya’ya sıçramanın önü açılıyor. Ortadoğu’nun hızla Balkanlaşması, savaşlar ve iç savaşlar coğrafyasına dönüşmesi büyük bir olasılıktır.


Ortadoğu’da emperyalist savaşlar,

katastrof ve Balkanlaşma süreci


Ortadoğu, tarihinin en tehlikeli dönemine girdi. Savaşlara, kıyımlara, iç savaşlara ve yıkımlara sahne olan bu kadim coğrafya yeni dönemde tam bir katastrofun içine sürüklenebilir.

Emperyalist savaşlar tüm coğrafyaya yayılabilir, halklar birbirinin celladına dönüşebilir.

ABD stratejik önceliğini Asya-Pasifik’e vermesiyle bu bölgede aktif taşeronluğunu yapacak güçleri öne çıkardı. Başta T.C olmak üzere İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır bütünüyle ABD politikalarına angaje oldu. Bölgede emperyalist agresyonun taşıyıcılığını yapmaya başladılar. Bu devletler bölgesel karşıdevrim merkezlerine dönüşüyor. Zaten İsrail’in tahihsel konumu buna göre belirlenmişti. Körfez savaşlarıyla birlikte Suudi Arabistan ve son dönemde Türkiye hızla devreye girdi. Bölgenin bütünüyle yeniden dizaynı gündemde. Yeni dizayn ihtiyacının bir nedeni de Arap dünyasını saran devrimci süreç oldu.

Tunus ve Mısır’da yaşanan ayaklanmalar ve devrimci süreç bölge içi tüm dengeleri sarstı. Başta Yemen, Bahreyn, Ürdün, Suriye ve Libya olmak üzere Arap coğrafyasını yaygın ve geniş kitle gösterileri sardı. Tunus ve Mısır’da muazzam kitle hareketi mobilizasyonuyla diktatörler yıkıldı. Mısır’da devrimci süreç 20 milyon kişiyi harekete geçirdi. Arap ülkelerinin bazılarında siyasal değişimlerin yanısıra devlet sübvansiyonlarıyla kitleler yatıştırılmaya çalışıldı.

Arap coğrafyasında girilen devrimci süreç bir dizi karşıdevrimci operasyonla engellenmek istendi.

Mısır ve Tunus’ta restorasyon politikaları izlendi. Mübarek sonrası ordu devreye girdi. Cunta süreci kontrol etmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ve siyasal İslam’ın değişik klikleri cuntayla açık işbirliğine girdi. Kitle hareketi geriletilmek istendi.

Bir müddet sonra seçimler yapıldı. Seçimleri Müslüman Kardeşler kazandı. Yer yer grevler yaşansa da kitle hareketi bu dönemde geri çekildi. 2011 sonunda özellikle işçi sınıfının aktif katılımıyla kitleler ikinci kez ayağa kalktı. Tahrir Meydanı yeniden işgal edildi. Mısır ayaklanmasının yıldönümünde görkemli kitle gösterileri gerçekleşti. Askeri cuntaya karşı kitleler yeniden mobilize oldu. Mısır’daki devrimci süreç geri çekiliş ve yükselişlerle devam ediyor.

Tunus’ta da devrimci süreç restorasyon politikalarıyla engellenmeye çalışıldı. Yapılan seçimleri AKP’yi örnek aldığını açıklayan En-Nahda kazandı. Siyasal İslam’cıların bu başarısına rağmen kitlelerin arayışı sürüyor. Mısır ve Tunus’un Arap dünyasının en gelişkin işçi sınıfına sahip olması devrimci süreci besleyici ana faktör olarak önem taşıyor.

Mısır ve Tunus’ta restorasyon politikalarıyla sistemin bekası hedeflenirken Bahreyn’de Suudi Arabistan açık işgal politikası izledi. Yemen’de kitle hareketi şiddetle bastırılmaya çalışıldı.

Libya’da ilk başta Kaddafi diktatörlüğüne karşı başlayan ayaklanma bir evreden sonra manipüle edildi ve metamorfoza uğratılarak emperyalist politikaları tabi kılındı. NATO müdahalesiyle Kaddafi rejimi yıkıldı. Libya’da iç savaş tohumları ekildi. Ülkede aşiretler ve klanlar arasında ganimet paylaşma ve iktidar savaşlarının yaşanması büyük bir olasılıktır. Libya objektif olarak iç savaş süreci içindedir. Libya’da emperyalist müdahale ve yerli işbirlikçilerin militarize ve mobilize edilmesi ve mevcut statükonun bu güçler aracılığıyla yıkılması karşıdevrimci taktikler açısından önemli bir deneyim oldu.

Libya müdahalesi iki boyutta önem taşıdı. Birincisi, Arap coğrafyasını saran devrimci dalganın kırılması hedeflendi, ikincisi, Libya’da hayata geçirilen karşıdevrimci taktikler diğer coğrafyalara taşınmak istendi. Bu noktada kitlelerin reaksiyonlarının ve mobilizasyonlarının dejenere edilmesi, manipülasyonla yoldan çıkarılması ve emperyalist projelerle uyumlulaştırılması yönünde adımlar atıldı. Özellikle Suriye hedef olarak belirlendi.

Bu politikalar yeni savunma konseptine uygun biçim alışlar olarak dikkat çekti. “Rakip” ülkenin çelişkileriyle oynayan, yeni çelişkiler ortaya çıkaran, siyasal istikrarsızlık yaratan, mevcut rejimi halk nezdinde itibarsızlaştıran, bu yönde gizli servis operasyonları dahil çeşitli taktikler gündeme sokuldu.

Katar ve T.C Libya’daki muhaliflere askeri eğitim verdi. Muhalifleri militarize etti. Lojistik ve finansal yardımlarda bulundu. Bugün benzer uygulamaları T.C Suriye’ye karşı da yapıyor.

Yukarıda belirttiğimiz Mısır ve Tunus’ta restorasyon politikaları, Bahreyn’de açık işgal ve Libya’ya yönelik emperyalist müdahale şeklindeki karşıdevrimci taktikler Ortadoğu’nun yeni dizaynında gündemde tutulacaktır.

Bu politikaların realizasyonu bölgesel hegemon güç ve aktör olarak İsrail, Suudi Arabistan, T.C ve Mısır’ın misyonu dahilindedir. Bugün açısından Mısır iç sorunlarından dolayı atıl durumda olsa da restorasyon politikalarıyla sürece dahil olmayı amaçlıyor.

Ortadoğu’nun bir savaş coğrafyasına çevrilmesi ya da sürekli savaş hali, dizaynın ana yönelimidir. ABD’nin çıkarlarına zarar verdiği ve bölgenin stabilizasyonunun önünde engel olarak görülen Suriye ve İran hedef olarak belirlendi. Bu iki ülke jeostratejik önemleri yanında, bölge ülkeleri içindeki etkileri ve mezhebi özellikleriyle dikkat çekiyor.

Suriye müdahalesi ve özellikle İran Savaşı bir Ortadoğu savaşı ve Ortadoğu’da derin bir polorizasyon anlamına geliyor. Bu iki ülkeye yönelik emperyalist müdahale ve savaşın olağanüstü katastrofik sonuçları olacaktır.

Sürekli savaş hali ABD’nin yeni Ortadoğu projesidir. Bu halin İran kanalıyla Asya’ya taşınması da büyük bir olasılıktır.


Asya’ya açılan kapı:
“İran Savaşı” ve ön cephe Suriye

Suriye Ortadoğu’nun en stratejik ülkelerinden biri. Ortadoğu’nun Doğu Akdeniz’e uzanan kapısı. Hafız Esad döneminde kurulan Filistin, Lübnan ve Ürdün ilişkileri bugün hala önemini koruyor. Suriye Lübnan’ın siyasal yaşamında örtük aktörlerden biri. Ayrıca İran’la gelişmiş bir ilişki düzeyine sahip. ABD’nin 2001 sonrası izlediği politikalar İran ve Suriye’yi birbirine daha fazla yakınlaştırdı. Her ne kadar ABD’nin Irak işgali, “haydut devlet” tanımlaması ve uluslararası izolasyon politikalarıyla Suriye sıkıştırılsa da Ortadoğu’da Esad rejiminin belli bir ağırlığı var. Halen bu ağırlık bir düzeyde korunuyor. Devlet kapitalizmi özelliği taşıyan Suriye’de 2000’li yıllarda ekonomide bazı revizyonlar yapıldı. Neoliberal politikalar gündeme getirildi. Rejim bu adımlarla ABD ve batıyla ilişkilerini yumuşatmaya çalıştı.

ABD önce Suriye’yi markaja aldı. Lübnan’da etkisini kırdı. Askeri olarak Lübnan’dan çekilmesini sağladı. Bölge ülkeleri içinde nüfusunu bozdu. Çeşitli ambargolarla (devreye AB’yi de sokarak) ülke ekonomisini sarstı. Çeşitli blokajlarla rejim sıkıştırılmaya çalışıldı. Baas diktatörlüğünün mezhebi patronaj ilişkilerine dayanma özelliği kullanıldı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan ama iktidarda temsil edilmeyen Sunniler’in reaksiyonlarından yararlanıldı.

Bu dönemde Kürtler’in Suriye’nin siyasal yaşamında etkisi arttı. Baas rejiminin Kürtler’e yönelik asimile ve diskrimine edici politikaları Kürtler’in reaksiyonlarını arttırdı. Irak işgali sonrası gelişmeler, Kürt Federe Devleti’nin kurulması ve son yıllarda rejimin iyice sıkışması Kürtler’i Suriye’de önemli bir toplumsal güç konumuna getirdi.

Libya müdahalesi ve Kaddafi rejiminin yıkılışı ABD’nin Suriye’ye kilitlenmesine yol açtı. Özellikle bu yönde T.C ve Arap Birliği devreye sokuldu. Suriye’nin destabilize edilmesi yönünde operasyonlar yoğunlaştırıldı.

Suriye’de Esad rejiminin yıkılışının ve destabilizasyonunun sarsıntısı Türkiye dahil İran, Irak ve Ürdün’ü etkileyecek boyuttadır.

Suriye’de bu süreç mezhebi bir iç savaş şeklinde de gelişebilir. Böylesine bir durum yıkıcı sonuçlar yaratacaktır. Küçük bir Ortadoğu olan Suriye’den başlayacak bir mezhebi yarılma Şii nüfusunun bulunduğu bütün coğrafyalarda etkisini gösterebilir.

Her şeyden önce Suriye İran’ın ön cephesi konumundadır. Lübnan’da Hizbullah ve EMEL Örgütü ile, Filistin’de ise Hamas’la özel ve gelişkin bir ilişkiye sahiptir. Her ne kadar Hamas-Suriye ilişkisi yeni süreçte ABD müdahalesi ile farklı aşamaya girse de, Suriye’nin Filistin üzerinde uzun yıllara dayanan etkiye sahiptir. Ayrıca Suriye’nin Ürdün ve Irak’ta azımsanmayacak bir desteği bulunmaktadır. Irak Şiiler’i, Suriye’ye yapılacak müdahaleye karşı olduklarını açıkladılar.

ABD bu ön cepheyi yıkarak İran Savaşı’nın zeminlerini yaratmaya çalışıyor. Suriye müdahalesinin bir başka boyutu da Lübnan’la ilintilidir. Lübnan’da Hizbullah ve EMEL faktörünün devredışı bırakılması hedeflenmektedir. Bu ikili emperyalist operasyon İsrail açısından da ciddi önem taşıyor. T.C bu süreçte Libya’da Katar’la birlikte oynadığı role soyundu.

Bugüne kadar zaten çeşitli düzeylerde Suriye’ye müdahale edildi. Birkaç yıldan beri yoğunlaşan ekonomik, sosyal ve siyasal müdahaleler Baas rejimini giderek zorlamaya başladı. Askeri müdahale bu sürecin devamı olacaktır. Bu direk ABD’nin askeri müdahalesinden öte T.C aracılığıyla gerçekleştirilen, NATO destekli bir tarzda gündeme gelebilir. Ülkenin destabilize koşulları, körüklenen Alevi-Sunni çatışması, hatta bir iç savaş ortamı müdahalenin “meşruluk” zeminlerini sağlayabilir.

ABD’nin bu politikalarına Rusya anında yanıt verdi. Coğrafyada söz sahibi olmaya ekonomik ve nüfuz alanlarını korumaya çalışan Rusya Suriye’ye yönelik girişimlere karşı olduğunu açıkladı ve harekete geçti. Rusya savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e yolladı. Herhangi bir askeri müdahaleye karşı tavır alacağını açıkladı.

Suriye’deki gelişmeler 2012’de Ortadoğu’daki gelişmeleri etkileyecek içeriktedir. Katastrofik anaforun başlangıcı Suriye’dir.

Suriye’de “sol tandanslı” güçler olarak da tanımlayabileceğimiz yapıların ülke siyasetinde belirli bir ağırlığı var. Bu güçler rejimle ve ABD güdümlü muhalefetle aralarına mesafe koymuş durumdalar. İşgali onaylamadıkları gibi aynı zamanda rejimin politikalarını da reddediyorlar. Bu güçlerin Suriye’de etkileri artmaya başladı. Kürtler’in bu sürecin parçası olması Suriye’deki gelişmeleri başka bir mecraya taşıyabilir. Ayrıca her ne kadar yıpranmış ve inisiyatif kaybetmiş olsa da, Beşir Esad yönetiminin yapacağı radikal reformasyonlarla (ekonomik, sosyo-politik ve demokratik içerikli) süreç farklılaşabilir.

Bunun dışında Suriye hızla iç savaşa sürüklenen büyük altüst oluşların ve yıkımın yaşandığı bir ülke haline gelebilir. Suriye’nin Lübnanlaşması, Ortadoğu’nun Lübnanlaşmasının startı olacaktır.

İran “savaşı”

2012 yılının gündeminde İran savaşı var. Savaş zaten istihbarat servisleri tarafından (MOSSAD ve CIA) birkaç yıl önce başlatıldı.

İran’ın Ortadoğu’da tarihsel bir etkisi bulunuyor. Özellikle Şii nüfus üzerinde ciddi bir otoritesi var. Bu yön Suudi Arabistan’dan Bahreyn’e, Lübnan’dan Ürdün’e ve Yemen’den Suriye’ye kadar İran’ın güç yayabilmesine olanak sağlıyor.

Şahlık rejiminin yıkılması, ABD’nin İran merkezli Ortadoğu kurgularını boşa çıkardı. Son 30 yıllık süreç İran rejimiyle ABD arasında yer yer şiddetlenen gerilimlere sahne oldu. Bu bazen kendini, Irak-İran savaşında olduğu gibi İran’ı felç etme taktikleri şeklinde dışavurdu. Bazen de ülke içinde ulusal azınlıklarla ya da Halkın Mücahitleri gibi muhalif gruplarla kurulan ilişkiler şeklinde kendini gösterdi.

ABD’nin bir dönem Ortadoğu’da bölgesel karşıdevrim merkezi olarak kullandığı, vazgeçilmez partner olarak gördüğü İran, Şahlık sonrasında Ortadoğu’nun istikrarını bozucu bir güç olarak değerlendirildi.

İran rejimi bu yıllar içinde bin yıllık devlet geleneği birikimlerine yaslanarak ve Şii geleneklerinden beslenen İran milliyetçiliğini öne çıkararak ayakta kaldı.

Özellikle Irak Savaşı ve ABD karşıtlığı bu yönün canlı tutulmasını sağladı. Ayrıca devlet geleneğinin rejime kazandırdığı esneklik ve soğukkanlı pragmatizm iyi kullanıldı. İran rejimi karşılaştığı hamleleri boşa çıkardı. İran özellikle petrol ve doğalgaz zenginliğini ve jeopolitik konumunu iyi kullanarak Ortadoğu’da her zaman hesaplanması gereken temel aktörlerden biri oldu.

Yeni dönemde ABD’nin Irak’tan çekilmesi, İran’ın gücünü arttırıcı bir etken oldu. Çekilme, İran’a (Irak, Suriye ve Lübnan’ı kapsayan) Doğu Akdeniz’e uzanan geniş bir etki alanı açtı. Bu durum ABD’yi şiddetle rahatsız ediyor ve oluşan Şii ekseni İsrail’in kuşatılması anlamına geliyor. İsrail’e Tahran’dan yönelen nükleer füzelerle, İsrail’in metropollerini vuracak Hizbullah füzelerinin birleşmesi İsrail açısından yıkıcı olacaktır.

ABD’nin yeni jeopolitik yöneliminde İran belirleyici bir yerde duruyor. Ortadoğu’dan Asya’ya yönelen ABD İran faktörünü devredışı bırakmayı hedefliyor. Bu amaçla önce bölgede İran’ın ittifaklarına yöneldi. Suriye’ye odaklandı. Lübnan da siyasal sistemi revizyona tabi tuttu. Hizbullah’ı izole edecek politikaları devreye soktu. Hamas’ın Suriye ile ilişkilerini kopardı. Irak’ı işgal ederek, İran’a en yakın askeri üssünü kurdu. Irak’ı tam anlamıyla etnik ve mezhebi polarizasyon içine soktu.

İçine girdiğimiz süreçte Suriye’de Esad rejiminin yıkılması ve Hizbullah’ın enterne edilmesi ABD’nin ana hedefleridir.

Bu yönde T.C, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Katar aktif olarak devreye sokuldu. Suudi Arabistan İran’ı, Selefi gücünü kıracak, Arap Yarımadası’nda ve Ortadoğu’da kendini etkisizleştirecek tek güç olarak görüyor ve bu yönde İran’a yönelik her operasyonun içinde yer alıyor. Aynı zamanda ABD’nin bölgedeki askeri üssü ve ön cephesi misyonunu yükleniyor. Körfez savaşlarında ve Irak işgalinde bu yönde önemli işlevler gördü.

İsrail de İran’ı stratejik düşman olarak değerlendiriyor. İran’a yönelik açık ve gizli her operasyon içinde rol alıyor. İsrail bölgede ABD’nin mızrak ucu gibi hareket ediyor.

T.C de hızla İran karşıtı cephede yerini aldı. Bugün Suriye’ye yönelik gösterdiği “performans” İran savaşına hazırlık olarak değerlendirilebilir.

(Devam edecek...)

Dipnotlar:

(1) ABD daha önce de Asya-Pasifik’e yönelmişti. II. Paylaşım Savaşı sonrasında kurulan dengelerde Asya-Pasifik stratejik bir bölge olarak öne çıktı. İngiltere ve özellikle Fransa’nın nüfuz alanlarında ABD ataklar yapmaya başladı. Uzak Doğu’da başta Japonya ve Filipinler’i etki alanına aldı. Japonya’nın savaşacak bir gücü kalmamasına rağmen atom bombasıyla yıkımına neden oldu ve ülkeyi askeri üssüne dönüştürdü. Filipinler’i işgal ederek son derece stratejik bir coğrafyayı kontrolü altına aldı. Aynı dönem Soğuk Savaş’ın da başlangıcı oldu ve dünyayı sarsan Çin Devrimi gerçekleşti. ABD Kore’de savaş çıkartarak Çin ve Sovyetler Birliği’ni kuşatmayı hedefledi. Kore Savaşı, bir kuşatma savaşı şeklinde gelişti. Savaş, aslında Güneydoğu Asya’da bir dizi savaşın da başlangıcı oldu. Kamboçya, Laos istila edildi. ABD böylece küresel istila ve talan politikalarını hayata geçirdi, hegemonyasını yaydı. Tayvan ve Güney Kore’yi bütünüyle kendi denetimi altına aldı. Ayrıca militarist Keynesçilik politikalarıyla ekonomiyi canlandırdı. Durgunluğa ve krize karşı etkin çözümler geliştirme şansı buldu.