02 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/45

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre karşı mücadeleye!
Ülke toprakları komşu halklara saldırı üssü haline getirilemez!
Zulmünü arttırdıkça
çöküşü hızlanıyor!
KESK’lilere 156 yıl hapis
Özrü kabahatinden büyük olanlar, kanlı bir tarihi özürle temize çıkaramaz - H.Eylül
“Dersim özrü samimiyetsiz”
Genel Kurul öncesinde “Güç Birliği” sorgulandı
26 Kasım toplantısı ışığında Türk-İş Genel Kurulu
İnsanca yaşanabilir asgari ücret için mücadele saflarına!
İmpo işçisi kazandı
Mutlak sömürü, mutlak kölelik ve makinalaşan işçi - Volkan Yaraşır
Reformizm ve devrim
Mısır’da sınıflar
mücadelesinde yeni evre
Avrupa’da grev dalgası
Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelci polis devleti var!
S21 karşıtı mücadelede referandum ve sonuçları üzerine...
Basel’de “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği Gecesi"
Avukatlık mesleği piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendiriliyor!
Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik/1
Mücadele gününde kadınlar alanlardaydı.
Yola çıkan taşlar ve yola koyulan “baş”lar - G. Umut
“Özel Yetkili mahkemeleri
boykot edebiliriz”
Zindan katliamına yalan perdesi!...
Ekim Devrimi'nin ışığında
mücadele çağrısı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist saldırganlığa ve
faşist teröre karşı mücadeleye!

İçinden geçtiğimiz şu günlerde son derece kritik gelişmeler yaşanıyor. İçeride sistematik bir saldırganlık tırmandırılırken, diğer yandan tüm bölgeyi kasıp kavuracak düzeyde bir savaş için kapsamlı hazırlıklar yapılıyor. Başta ABD olmak üzere emperyalist güçler, özelde Ortadoğu olmak üzere dünya egemenliğini sağlamlaştırmak doğrultusunda adımlar atıyorlar. Libya’dan sonra hedefte Suriye bulunuyor. Yanı sıra, başta İran olmak üzere Pakistan ve bir dizi ülke emperyalist ve siyonist müdahalenin hedefi durumunda.

Egemenlik uğruna başlatılan bu kapsamlı saldırganlığın hedefi sadece sözkonusu ülkeler ve onların yönetimleri değil, bunlarla birlikte rakip konumundaki diğer emperyalist odaklardır. Ekonomik-ticari çıkarlar ve hegemonya uğruna uzun süredir süren rekabet keskinleşip sert biçimler alıyor. Libya’da NATO müdahalesiyle Kaddafi rejimi çökertilirken, aynı zamanda Rusya ve Çin’in bu ülkedeki ekonomik-ticari ayrıcalıklarına son veriliyor, bu iki ülkeye ait tekellerin yerini ABD merkezli tekeller alıyor.

Suriye, gemi azıya alan emperyalistlerin yeni hedefi durumunda. ABD emperyalizmi liderliğinde emperyalist cephe ve onların bölgedeki işbirlikçileri, bu ülkeye yönelik müdahaleyi adım adım hazırlıyorlar. Öte yandan Rusya’nın giderek daha belirgin biçimde bu müdahalenin karşısında yer aldığı görülüyor. Suriye’de sahip olduğu deniz üssüne savaş gemilerini gönderen Rusya, daha önce Gürcistan krizinde olduğu gibi bu bölgedeki çıkarlarının zarar görmemesi için bir kez daha dişlerini gösteriyor. Rusya Suriye konusundaki çıkışla da yetinmedi. Rusya’nın hedefinde Türkiye topraklarına da kurulması planlanan füze kalkanı var. Bizzat Devlet Başkanı Medvedev, kalkanın kendilerine yönelik bir tehdit olduğunu, kendi karşı füze sistemlerini kurmak için yapılan törenler sırasında açıkladı.

Füze kalkanının hedeflerinden olan İran da aynı günlerde benzer açıklamalarla ABD emperyalizmini ve Türk devletini hedef aldı. Bu aynı günlerde “Türkiye Suriye’ye, İsrail de İran’a saldıracak” biçiminde senaryoların açıkça dillendirildiği biliniyor. Gelişmelerin seyrine bakıldığında, bu tür söylentilerin boşuna olmadığı açıktır. Derinleşen ekonomik krize paralel olarak emperyalistler arası rekabet, gericilik, militarizm ve saldırganlık da başdöndürücü biçimde büyüyor.

Emperyalist saldırganlık ve savaşın tırmandırıldığı bu tabloda dikkat çekici biçimde Türk devleti özel bir konum üstlenmiş durumdadır. Bunda, Ortadoğu’nun emperyalist egemenlik mücadelesinin odağında yer alması, Türk devletinin de emperyalist egemenlik stratejilerinde “taşeron” konumunu üstlenmesi rol oynamaktadır. Emperyalist egemenlik mücadelesinde güç dengelerini bozacak türden stratejik bir hamle olan füze kalkanının Türkiye’ye kurulmasıyla, Türk devletinin ülke topraklarını yeni dönemde ABD merkezli emperyalist blokun ileri karakolu ve saldırı üssü haline getireceği tescillenmiştir. “Soğuk savaş” döneminde üstlenilen rolle eş tutulan bu stratejik konumlanma ile ABD-Türkiye ilişkilerinde de yeni bir döneme girilmiştir. ABD’nin Türkiye’nin iç siyasetine daha doğrudan müdahale etmesini de beraberinde getiren bu adımın ardından yaşanan dikkat çekici bir gelişme de, ABD’nin Irak’ta son vermeyi planladığı askeri varlığının saldırı ve istihbarat altyapısını İncirlik Üssü’ne taşımasıdır. Böylelikle Türkiye emperyalist saldırganlığın ön cephesi ve bölgedeki merkez üssü haline getirilmiştir. Doğal olarak hedefteki rakip emperyalist güçler ile tehdit altındaki rejimlerin öfkesini üzerinde toplamaktadır.

Emperyalist savaş ve saldırganlığın ön cephesi haline getirilmiş bir ülkenin iç siyasal yaşamında ağır bir gericilik ve baskının hüküm sürmesi kaçınılmazdır. Türkiye’de bugün yaşanan büyük ölçüde budur. Bir süredir, dışarıda girilen yönelimle eş zamanlı olarak baskı ve terörün boyutları alabildiğine arttırılmıştır. Bugün hedefte Kürt hareketi olsa da, gelişmelerin dış boyutları hesaba katıldığında, sözkonusu olanın sadece Kürt sorunu bağlamında bir yönelim olmadığı açıktır.

Sermaye devleti “açılım fiyaskosu”nun ardından, kurulu düzeni zorlayan Kürt hareketini tasfiye etmek ve bastırılamayan mücadele dinamiklerini boğmak için faşist terör ve saldırganlıkta gemi azıya almıştır. Gelinen yerde terörün boyutları alabildiğine genişlemiş, askeri darbe dönemlerinde olabilecek düzeye yükselmiştir. Bu yönelimin gerisindeki ABD parmağı iyi bilinmektedir. Saldırganlığın startı Erdoğan-Obama görüşmesiyle verilmiştir.

Kürt hareketine yönelik bu saldırganlığın gerisindeki ABD desteği sadece Libya ve Füze Kalkanı gibi işbirlikçi politikaların karşılığı değildir. Bu aynı zamanda ön cephe haline getirilen ve koçbaşı olarak kullanılan bir devletin içeride elini rahatlatmak için yapılmaktadır. Ama işbirlikçinin içeride elini rahatlatmak, sadece Kürt hareketi engelinin ortadan kaldırılması sınırlarında anlaşılmamalıdır. Bir yandan bu yapılırken, diğer yandan da şovenizm toplumu yönetmenin ve toplumsal muhalefet güçlerini ezip susturmanın olanağı olarak kullanılmaktır. KCK operasyonlarının seyri bu açıdan yeterince açıklayıcıdır. Operasyonlar Kürt hareketinin omurgasını oluşturan temel güçlerden başlayıp çeper güçlerine genişlemiş, ardından aydın, akademisyen ve avukatlara uzanmıştır. Son olarak ise sendikalar topun ağzındadır. Öyle ki KESK başkanının da içerisinde olduğu yöneticilere onlarca yıllık cezalar verilmektedir. Açıktır ki, gözaltı ve tutuklama terörünün kapsamı önümüzdeki günlerde daha da genişleyecektir. Demek oluyor ki toplumsal mücadelenin dinamik güçleri, devrimciler, komünistler hedeftedir. Her türlü ilerici-toplumsal muhalefeti susturacak bir gerici karanlık adım adım egemen hale getirilmektedir.

Dışarıda kapsamlı bir gerici savaş ve saldırganlığın ön cephesi haline getirilen Türkiye’nin iç siyasal yaşamı da koyu bir faşist baskı rejimiyle karartılmaktadır. Bu durum ilerici, devrimci ve komünist güçler payına, gelişmelerin bu çerçevede ele alınmasını, buna uygun bir bakış ve planlama ile mücadelenin örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Politik planda mücadelenin hedeflerinden birisi, emperyalist savaş ve saldırganlığı durdurmaktır. Emperyalistler ve işbirlikçilerinin kapsamlı tehdit ve hazırlıklarını boşa çıkarmaya yönelen bir mücadeleyi örmek büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz içeride örgütlenen faşist kudurganlığa karşı verilecek mücadele, bu mücadelenin somut bir boyutu olarak öne çıkacaktır. Ancak bu, faşist kudurganlığa karşı verilecek mücadelenin dışarıdaki savaş ve saldırganlığın özel bir boyutu olduğu gerçeği ile ilişkilendirilmek durumundadır.

Açıktır ki bu mücadele sürecinin örülebilmesi, ilerici toplumsal güçler ile devrimci ve komünistlerin birlikte hareket edebilmesini gerektirmektedir. Bu konuda özellikle Irak’a yönelik emperyalist müdahale döneminde oluşturulan platformlar ve örgütlenen mücadele süreci hatırlanmalıdır. Bu sürecin örgütlenme ve mücadele deneyimi, günün görev ve sorumluluklarının somut gereklerini kavramak bakımından önemlidir. Yoğunlaşan saldırılar karşısında sendikaların da içerisinde olduğu çeşitli örgütler tarafından gündeme getirilen eylemler de, bu yönde adım atmada dayanak olarak değerlendirilebilmelidir.