7 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/38

 Kızıl Bayrak'tan
Düzeni yere sermek için fiili-meşru mücadele!…
Tasfiye planını çöpe atmak için müzakere değil militan mücadele!
ABD yörüngesinde
saldırganlıkta tam yol ileri
Kirli savaşın ve düzenin aynası medya
Bataklığın ortasında çürüyecek “muhbir vatandaş” aranıyor - H. Eylül
Füze kalkanı ve mücadele üzerine görüşler
Binler füze kalkanına karşı yürüdü
Liman işçilerinden
dayanışma etkinliği
Hayatlarını ve direnişlerini
Tuzla’ya taşıdılar
Birleşik Metal’de protestolu kongre
Kartal’da kitlesel ve militan
işçi eylemi
“Tek yol genel grev!”
Dünden bugüne kıdem
tazminatı hakkı
“Demokrasi” ve diktatörlük üzerine
V.İ.Lenin
Yunanistan'da işçi sınıfı kavgayı büyütüyor
Sosyal mücadele rüzgarı
Amerika’da da esiyor
Köln’de IG Metall Gençliği’nden
kitlesel eylem
6 Kasım’a devrimci hazırlık!.
AÜ’de direniş
Paralı eğitime karşı mücadele eden öğrenci velisi Arzu Yıldız Sancak ile konuştuk
Genç-Sen’e yargı darbesi protesto edildi!
Adaletin temeli nakittir
Yerel işçi bültenlerinde
birlik ve kardeşlik çağrısı!
Che kavgamızda yaşıyor!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yıldırım Türker’e açık mektup...

Radikal “gazetemiz” değil “onların”, yani muktedirlerindir!

Z. Us

Öncelikle “Gazetemiz diyeceksek” başlıklı yazınızın basın tarihinde eşine az rastlanan bir örnek olduğunu ve bu yüzden hakkını teslim etmek gerektiğini söylemek zorundayız. Zira kendi gazetesine ve yayın yönetmenine en ağır eleştirilerde bulunan, dahası “sessiz sedasız yazmayı sürdürme”nin zorluğundan bahseden böylesi bir yazı, köprüleri atmayı göze almaksızın yazılamaz. Hele ki, boyalı basında kolayca yer bulamayacak bir yazar için bu bir kat daha fazla cesaret gerektirir. Geçmiş yazılarınızı da takip edenler, pekçok kurumu karşınıza alarak, sansür duvarını deldiğinizi, -aynı fikirleri paylaşsa da paylaşmasa da- kaleminizi onurlu bir biçimde kullandığınız konusunda hemfikir olacaklardır.

Sözkonusu yazınızın ana gündemine gelirsek, kuşkusuz ki Hürriyet’vari bir tarzda atılan “Bebek mezara BDP Meclis’e” manşeti, bir nebze toplumsal duyarlılığı olan herkes tarafından dehşet ile karşılanmıştır. Zira şaibeli bir ölüm ile Kürt halkının seçilmiş milletvekilleri arasında bağlantı kurmak, dahası bunu açıkça ihbar biçimine büründürerek BDP’yi hedefe çakmak en aşağılık bir düzen kalemşörüne ya da daha açık biçimde sizin de yazınızda dile getirdiğiniz gibi Ertuğrul Özkök düzeyinde bir isme yakışır.

Manşetin insanda uyandırdığı iğrenmeyi sizin kadar güçlü ve çarpıcı biçimde ifade edemeyeceğimiz için buraya kadar düşüncelerinizi paylaştığımızı ifade etmekle yetinebiliriz. Ancak bu övgülere bakarak yazıya ya da vurgulara dair hayalci bir idealizme de kapılmadığımızı söylemek zorundayız. Zira yazıda kullanılan argümanlar ne kadar doğru olsa da hedeflenen adresin yanlışlığı, sizi önemli ve anlaşılır bir paradoksa düşmekten kurtaramıyor. Paradoksun sebebi ise bizzat Radikal gazetesinin düzen içerisinde tuttuğu yer ve içerisindeki yazarların kimliği ve düşünsel çizgisinden kaynaklanmaktadır.

Geçtiğimiz aylarda, ve Radikal’in “devrim”inden hemen sonra, Kızıl Bayrak gazetesine yazdığımız bir yazıda Edward Said’in bir tespitinden yola çıkarak şu değerlendirmeyi yapmıştık:

“Edward Said ana akım medyanın otorite havasına girdiğini, profesyonel yazarlardan ve okurlardan oluşan bir gruptan çok daha büyük bir toplulukla özdeşleştiği duygusu yaratmaya çalıştığını söyleyerek New York Times’ı örnek verir: ‘Times sadece bir avuç insanın görüşlerini değil, aynı zamanda bütün bir ulusun hakikatını o ulus adına yansıttığı varsayılan köşe yazılarıyla, ulusal gazete olma özlemindedir.’

Radikal gazetesi de tam buradan yola çıkar ve asıl amacı ana akım medya ile özdeşleşen çoğunluğun dışında kalan sesleri, muhalefeti bir biçimde kendine, yani düzene bağlamak, onların sesi olduğu yanılsamasını yaratmaktır. Bu haliyle içerisinde yer alan gerçekten ilerici insanlara rağmen kirli bir projenin parçasıdır.” (Sİ Kızıl Bayrak, 2010/40)

Alıntıda da ifade edilenler, aslında Radikal gazetesinin gerçek işlevini anlatmakta ve bugün hangi role soyunduğunu göstermektedir. Radikal, tıpkı eleştirdiğiniz Hürriyet gazetesi gibi Doğan Grubu’na aittir. Sınırlı özerkliği ise ona biçilen rolden kaynaklanmaktadır. Burada ise yazarın karşısına iki duruş çıkar. Biri Radikal gazetesinin bu rolünü kabul ederek onu kendi amaçları için istismar etmektir. Burada tehlike istismar edenin ya da ettiğini sananın aynı zamanda istismar edilmekten kurtulamayacağı ve bir biçimde aynı düzen içi muhalefet platformuna hapsolabileceği tehlikesidir.

Bir başka ve daha tehlikeli olan ise bu sözde demokrat, muhalif platforma özel bir misyon biçmek ve onu demokrasi havarisi ilan ederek liberalizmin batağına gömülmektir. Tüm muhalefetin de düzenin içerisinde yer alacağı ve düzeni aşmanın imkansızlığı ön kabulü ile hareket eden bu bakış, Birikim dergisi ya da Taraf gazetesi yazarlarında ete kemiğe bürünmüş ve karşımıza bu yayınların papağan yazarlarını çıkarmıştır. Bunlar her sorunu enine boyuna tahlil eder, ancak sonuçta götürüp düzen içi kof bir demokratikleşme platformuna, tam olaraksa AKP’nin platformuna bağlarlar. Adeta kendi yarattıkları karikatüre tapınır ve onu muhalefetin yegane biçimi olarak görürler.

Radikal gazetesi de özellikle Eyüp Can dönemi ile birlikte böyle bir çizgiyi oturmaya çalışmış, Can’ın ifadesiyle “Yeni gazete, Taraf ile Cumhuriyet’in arasında olacak. Bir nevi, Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkışıklığı aşacak” biçiminde tariflenmiştir. Bu söz gazeteye biçilen rolün özetidir. Gazete ilerici yazarların yanısıra tescilli faşistleri sayfalarına doldurmaktan kaçınmayarak hep bu liberal görüntüyü güçlendirmeye, tarafsız olduğunu böylesi bir çeşni ile ispatlamaya soyunmuştur.

Burada yeri gelmişken geçtiğimiz yıllarda Radikal’den ayrılarak Hürriyet Gazetesi’ne geçen Nuray Mert’in, aldığı eleştirilere ayırdığı bir yazıdaki sözlerini aktararak konuyu açabiliriz. Mert’in, “Sanki onca zaman aynı medya grubunun diğer bir gazetesinde yazı yazarken değil, devrimci bir mücadeleden vazgeçip bu gazeteye yazmaya başlamışım gibi tuhaf bir tepki ile karşılaştım” isabetli sözleriyle aslında Radikal’in gerçek yüzünü -özeleştirel biçimde- açıkladığını görebiliriz.

Az önce yazarlar için tanımladığımız iki durum aslında bugün pek çok aydının içerisine girdiği süreçleri de sınırlılıklarıyla birlikte tartışmaya açmaktadır. Bir biçimde çelişkileri ile birlikte varolan, düzenle bütünleşmek istemeyen pek çok kişi Radikal ya da benzeri alanlarda kendilerini ifade edebilir, bunu yaparken devrimci ya da sosyalist olmaksızın kalemlerini satmaktan ya da boyunduruk altına girmekten uzak durabilir. Yıldırım Türker de bizce böyle bir aydındır, yani gemideki kürek mahkumlarından biridir. Yaşamak için kürek çekmek zorundadır, ancak bunu yaparken başında bekleyen kamçılı muhafıza boyun eğmemektedir.

Ancak “Gazetemiz diyeceksek” başlıklı yazınıza dönecek olursak, kürek mahkumu metaforumuzu gözden geçirmek durumunda kalmamız kaçınılmaz olur. Zira başlığı ve yazıda geçen “benim gazeteme yakışmıyor” sözü Radikal Gazetesi’ni tam da çizilmek istenen sol-demokrat eksene oturtmakta, dahası yazının sonunda bu çizgi değişecekse haber verilmesi istenmektedir. Sonuç olarak, bu seslenişi Eyüp Can da hızla duymuş ve bir özür yayınlayarak manşetin niyetinin dışında sonuçlar ürettiğini yazmak zorunda kalmıştır. Can’ın müdahalesi, gazetenin çizgisini aşan bir manşeti düzeltmekten öte anlam taşımamaktadır. Zira gerçek niyet her şekilde Kürt halkının mücadelesinin son bulmasıdır. Can gibi isimlerin BDP’yi ‘destek’lemelerinin ve meşru görmelerinin tek sebebinin Kürt hareketini yasal alana sıkıştırarak güçsüzleştirme ve böylelikle daha kolay ezilmesini sağlama olduğu bilinmez değildir.

Fazla uzatmaksızın konumuza dönersek, ne sahiplenilen gazete “gazetemiz”dir, ne de kurumsal olarak gerçekçi muhalif bir çizgiye sahiptir. Gazete az sayıdaki değerli yazarlarına ve basında gözardı edilen haberlerine rağmen aslında düzenin politikalarının bir parçasıdır ve bu haliyle düzen dışına çıkma eğilimi gösterenleri etrafında toparlamaya hizmet etmekten öte bir hedefi yoktur. Bu haliyle “gazetemiz” denilen gazete kabaca “onların”, yani muktedirlerin gazetelerinden biridir. İlerici ve demokrat kalemler ise bu durumun farkında olmak ve gerektiğinde sözlerini sakınmamak kaydıyla istedikleri yerde yazıp görüşlerini dile getirmekte, kuşkusuz ki özgürdürler. Bu yazarları neyi ne kadar yaptıklarına bakarak değerlendirmek, çelişkilerinden yola çıkarak kabaca yargılayıp tasniflemek bize düşmez.

Son yazınız belki de bu yüzden bizi şaşırtmış ve kürek mahkumunun başındaki kamçılı bekçiden ne bekleyebileceği konusunda sorular doğurmuştur. Eğer ki, Eyüp Can ve şürekasından demokrasicilik oyunu ötesinde bir şey bekliyorsanız, o zaman zaten aydınlığınız çoktan tartışmalı bir hal almış demektir. Yok bunu sadece onların çelişkilerini vurgulamak için belirttiyseniz, o zaman sözkonusu gazetenin “bizim” değil “onların” olduğu gerçeği konusunda da hiçbir kafa karışıklığı yaşamamak gerekir. Can’ın yazısında “Radikal bu yüzden ‘gazetemiz’” türünden bir yaklaşım takınması, onun gazetenin yarattığı toplumsal yanılsamayı kaybetmekten duyduğu korkudur. Bu korku bile gazetenin kimin olduğu sorusunu naif biçimde yanıtlamaktadır.

Devrimci selamlarımızla...